Sanat kurumlarında torpil olmamalı!
‘Sanatçı da kendisini yetiştirmeli. Biliyorsunuz memleketimizde bir de torpil meseleleri var. Aslında torpil hiçbir yerde olmamalı. Ama sanat kurumlarında hiç olmamalıdır.’
Bu hafta, TRT İzmir Radyosu’nun önde gelen Türk halk müziği ses, Mey ve klarnet sanatçısı, Yurttan Sesler Koro Şefi Mustafa Yarıcı, Pertek evlilik kültürünü, repertuar kirliliğini anlatıyor. TRT’nin sınav yanlışlıklarını, halk konserlerinin yetersizliğini, toplumun ruh sağlığı sanatın önemini gelin birlikte dinleyelim.
- Siz görücü usulüyle mi evlendiniz?
Evlilik gelenekleri Anadolu'nun her tarafında aşağı yukarı birbirine yakındır. Daha önceleri bilirsiniz, görücü usulü vardı. Doğrudan doğruya ailenin büyükleri, her şeye karar veriyorlardı. Gelin ve damat birbirini tanımasa da olurdu. İnsan hakları bakımından biz buna karşıyız tabii. Görücü usulü ile evlenmedim. Benim evlenmem de şöyle oldu. Öğretmen olarak İzmir'e geldim. Benim eşim de öğretmendir. Çalıştığım okulda tanıştık ve evlenmeye karar verdik.
- Pertek de kız nasıl isteniyor, düğünler nasıl oluyor?
Damadın annesi, babası ve o sülalenin büyüğünden oluşan bir isteme heyeti oluşturulur. O mahallede sözü geçen birileri de olabilir ya da damadın ailesinden amcası olur, dayısı olur, kız istemeye gidilir ve genellikle ilk istemede kız verilmez. Niye verilmez, zaten bunlar kızı vermeyi bekliyormuş diye düşünmesinler diye…
- “Kız evi naz evi” dedikleri bu olsa gerek.
Anadolu'da böyle gerçekten. Ama tabii kararlar önceden verilmişse bu sadece işin yöntemidir. Yöntem yerine getirilir ondan sonra da düğün yapılır.
DÜĞÜNLERİN ORTAK EĞLENME İŞLEVİ
- Düğünleriniz kaç gün sürer?
Bazı yerlerde bir gün, bazı yerlerde de iki üç gün sürerdi.
- Düğünlerde ikramlar nasıl olurdu?
Kazanlarla yemekler, ayranlar, çaylar, içecekler… Pertek’in köylerindeki düğünlere ben de gittim. Üç gün düğün yapanlar var, davul zurna ya da ince saz takımı ile. Üç gün boyunca millet, çalar, söyler, yer, içer, oynar, zıplar.
Eskiden eğlenmek için gazinolar, türkü, barlar yoktu. Milletin tek eğlencesi düğündür, nişandır, kına gecesidir.
- Aynı zamanda ileride gelin ve damat olacakların da birbirlerini görebileceği bir etkinlik.
Evet. Aileler de göz koydukları oğlan ve kızları da o yerlerde daha iyi tanıyor. Bir zaman daha böyle gider ama elli-yüz sene sonra bu gelenek biter.
REPERTUAR TEMİZLİĞİ ŞART
- Beş yıl önce TRT’den emekli oldunuz. Devletin ilgili kurumları “size imkân sunuyoruz, tecrübelerinizden yararlanmak istiyoruz” dese ilk olarak ne yapmak istersiniz?
Gördüğüm bir noksanlığı söyleyeyim. Bir repertuar gereksizliği var. Diyelim ki 10 bin türkümüz var. Bu 10 bin türkümüz içerisinde türkü olabilecek ve olamayacak eserler var. Halkın ağzından çıkan her şeye, başım üstüne saygım vardır. Benim için türkü, sözü ile ezgisi bir bütün olup, bana bir şey anlatmalı. Dolayısıyla sadece bir ölçü olan da var türkü repertuarında. O bir ölçülük türküleri repertuara koymamalıyız. Türkünün başka bir tarifi vardır. Türkü bir olayı anlatmalı, insanlara bir şeyi kazandırmalı. Ben yetkili olsam önce bir ayıklama yaparım. İkincisi, yurttan sesler korosu kurarım ve bunu yaparken de nitelikli bir seçme-eleme yaparım. Öyle hatır için “şu da gelsin bu da gelsin” şeklinde değil.
- Sizin girdiğiniz TRT sınavları gibi mi?
Evet, evet… Her türkü söyleyen sanatçı olamaz. Herkesin hak ettiği yeteneklerle sazıyla, sesiyle güçlü bir koro kurardım. Korodaki kişi sayısı önemli değil.
HALK KONSERLERİ MECBURİ OLMALI
İ.Can: Mustafa Yarıcı 35 yıl TRT'de çalıştı ve emekli oldu. Anadolu'ya yeterince birikimini yansıtabildi mi? Örneğin Yurttan Sesler Korusu Pertek’e gidip de bir konser veremez miydi?
İbrahim Can’ın söylediğiyle birleştireyim. Benim yetkim olsa, TRT'nin eski yayın anlayışıyla, yani bizim yaptığımız yayıncılıkla devam ederdim. İkincisi gezici halk konserleri düzenlerdim.
- Siz TRT’deyken turne konserlere gittiniz mi?
Biz de TRT'nin verdiği görevler kadar, İzmir, İstanbul, Ankara ve Ege'nin bazı bölgelerine gittik.
- TRT sınavla aldığı öğrencileri eğitirken halk konserlerinin önemi üzerine ders koymalı mıdır?
Bana göre halk konserleri mecburi olmalı. Yurdumuzun bir ucundan diğer ucuna, Edirne’den Van'a, Doğubayazıt’a gitmeli. Bunun boşluğunu halk kendi kendine doldurmaya çalışmış, sıra geceleri, kürsü başı, dımıdan gibi… Ama bu ihtiyacın TRT'nin seviyesinde karşılanmasında büyük yarar var.
- TRT bu yayınlarıyla kültürümüzü bütün ulusa tanıtmış ve yaymış oluyor.
Tabi ki. Yurttan Sesler korosunun yurdumuzun her köşesinde konserler vermesi gerekirdi. Yerinde icra edilir ve sonra radyo ve televizyonda yayınlanıp, halka ulaştırılabilir.
Hatta Muzaffer Sarısözen bunu başlatmıştı. Nida Tüfekçi de devam ettirmiş bir hocadır. O yörenin amatör sanatçısının da türkü söylemesiyle, oradan kaynak almış oluyorsun aynı zamanda.
“YETİŞMİŞ SANATÇI SINAVI” YANLIŞ, YETİŞTİRMEK ESAS
Biz “yetişmiş sanatçı” sınavına girdik. TRT de yetişmiş sanatçı sınavının olmaması lazım bana göre. Niye? Nerede yetişecek halk. Ne kadar yetişirse yetişsin mahalli sanatçıdır o. Mahalli sanatçıları arayıp, bulup alacaksın TRT'ye. Bir de teknikle onu süsleyecek, bezeyeceksin. TRT sanatçılarının çoğu, sahneye çıkarttığınız zaman, TRT'nin vermiş olduğu terbiyeyi orada gösteriyor. Ayakta durup türküsünü söylüyor. Halk, bunun sesi güzel, türkü güzel söylüyor ama sahnesi yok diyor.
- Sahnesi yok ne demek?
Sahneye yakışmıyor demek. O eğitimi almamış demek. Tabi ki o kişinin kusuru değil bu. Bir sanatçıyı tam yetiştirmek gerekir. Mümkün olduğu kadar TRT sanatçılarının madem ki bu önemli görevleri yapacaklar, hiçbir eksiğinin olmaması, maddi olarak da desteklenmesi gerekir. Ben 18 yıl kiracı olarak İzmir'de yaşadım. Belki de kurumun lojmanları olacak, tayinle gittiğinizde “burada otur” diyecek. Hasta da olsanız, evsiz de olsanız göreve çağrıldığınızda gitmek zorundasınız. Sanatçıların sosyal güvencesinin sağlanması gerekiyor.
Kimseyi eleştirmek için söylemiyorum. Bir eksikliğin altını çiziyorum. Herhangi devlet dairesinde çalışan bir müdür ya da müdür yardımcısının makam araçları var. Ben demiyorum ki sanatçılara makam aracı versinler, sadece bir destekleme yapsınlar. Çünkü sanatçının elbisesinin iyi olması, sesinin düzgün olması, mümkün olduğu kadar üşütmemesi, hasta olmaması ve iyi beslenmesi lazım. Sesimizi korumak için ne yapmalıyız dediğimizde doktorlar bize bunları söylerlerdi. Ama söylemekle olmuyor tabi.
İ. Can: Sanatçı iyi seçilmeli, sürekli kendi içinde gözlem ve sınav olmalı. Yani sanatçı aynı futbolcu gibi 2 sene çalışıp testten geçmesi ve başkasının hakkını yememesi gerekir.
Şahsen ben elimden geldiği kadar bu şartların içerisinde verimli olmaya çalıştım. Hatta Radyo’ya girdiğimden beş sene sonra, rahmetli Mustafa Hoşsu'nun isteği üzerine Ege Üniversitesi'nde 6-7 yıl öğretim görevlisi olarak derslere girdim. Gençlere yararlı olmaya çalıştık.
- Hangi konuda derslere girdiniz?
Repertuar, meslek çalgısı mey derslerine girdim. Nota, solfej gibi oranın ihtiyacına göre derslere girdim. Okula ve öğrencilerine yardımcı olmaya çalıştım. Hatta dersleri bıraktıktan sonra da okula yardımcı olmaya devam ettim.
- Sizler gibi sanatçıların birikimlerini dijital ortamlara aktarması, çalması ve söylemesi gerekir. Sanat insanı olarak en olgun dönemdesiniz. Bu konuda neler önerirsiniz?
Mesela 80 yaşında bir sanatçı, performansı da üst düzeyde olabilir. 86 yaşında Mustafa Sağyaşar halen program yapıyor ve güzel okuyor. Mustafa Keser 76 yaşında hala çok güzel okuyor. TRT sanatçıları memur gibi mesaili çalıştırılmamalı. Çünkü 65 yaşına geldi mi memurlar emekli oluyor, mecburen sen de emekli oluyorsun. Oysa en üst düzeyde, en verimli çağınızdasınız. Sanatçının her yıl yaptığı programlar ortada. Bu sanatçıları neden emekli ediyorsun?
- Yaş sınırı olmadan, en verimli çağınızda TRT sizleri nasıl değerlendirmeli?
TRT o günün şartlarına göre, ses sanatçısı ise aynı görevine devam ettirmeli. Koro şefi iseniz koro şefliğine devam etmelisiniz. Ama aynı zamanda öğrencilerimiz de olacak. Eğitimli, birikimli bir insanın koroyu çalıştırması başkadır.
TOPLUMUN RUH DOKTORU SANATÇILAR
İ. Can: Örneğin doktorların görev süresini uzattılar. Doktorlar insanlar tedavi ediyor, sanat da tedavi ediyor. Yani toplumun ruh doktorları sanatçılar.
Zaten bir rahatsızlığı varsa kendi emekliliğini istiyor. Emekli olmasa bile, gelip de oraya misafir gibi oturup gitmek olmaz. İcra şansı var, gümbür gümbür sesi de var, sazını da çalıyor. Verilen görevlerin hepsini de çok güzel yapıyor. Sen bu adamı niye memur gibi ele almak istiyorsun?
İ. Can: En az on bir uzman kişiden oluşan bir sanat kurulu gizli oylama yapacak. Örneğin diyecek ki “İbrahim Can emekli olsun mu”? Kararda kabul ya da ret oranı yüzde 80 olması gerekir. On bir de sekiz evet diyorsa, İbrahim Can görevine devam edecek.
İste bakın bu gibi şeyler yapılabilir. Repertuvar elden geçirilebilir. İyi bir saz sanatçısı nasıl olmalıdır, iyi bir ses sanatçısı nasıl olmalıdır? Repertuar nasıl seçilmelidir? Derlemeler nasıl yapılmalıdır? Pişkin melodilerle, uydurma melodileri insan eğitimle sezecektir. Bunu her insan sezemez.
ÖDÜL EMEĞİN MANEVİ KARŞILIĞIDIR
- Ödüllendirme olmalı mı sizce hocam?
Muhakkak ödüllendirme olmalı. Çünkü ödüllendirme, insanların emeğinin manevi karşılığıdır. Benim yaptıklarım, saz sanatçılığı, ses sanatçılığı ve koro şefliği olarak görünüyor. Bunun dışında program yapımcılığı da yaptım ve ürettim.
Sanat çalışmalarını kendi özel hayatımla birleştirdiğim de bir yerlere yetişemez oldum. Benim neredeyse özel hayatım olmadı, inanın. Yani akşamları bir yerde oturup kafa dinlemek ya da arkadaşlarla beraber vakit geçirmek… Böyle aralarım pek olmadı.
Bir gün sabah gittim bir programa, mey çaldım. O programın bitiminden yarım saat sonra öbür program başlıyor. Ona katılmam lazım. O programın şefine o zaman gittim, izin istedim. “Hocam ben bir önceki programa katıldım, izin verirseniz prova saatinde dinleneyim, kayıt saatine yetişirim” dedim. Yok olmaz dedi. “Fedakârlık yaptım, oraya girdim” dedim, “Yapmasaydın, bana ne” dedi.
Bu bir suçlama değildir. Bir noksanlığı ve bir yanlışlığın tedavi edilmesi için ben bunları söylüyorum.
- Çalışamam da demiyorsunuz. Bir ara istiyorsunuz.
Tabi tabii… Bizim yaptığımız iş herhangi bir iş değil. Moral ve motivasyonun iyi olmasını gerektiren bir iş. Sizi dinleyen milyonlarca insanın içinde bu işle ilgilenen en az bin kişi var. Orada da hata yapmamanız kalite bakımından da çok önemli.
Sanatçı, duygu üretiyor. O duygu da manevi, kalpten kalbe, gözle görülmeyen bir şeydir. Öyle bir çalıp söylersiniz ki karşı tarafa ulaşır. Ama asık suratla, moralin bozuk olduğu zaman ne sen bir şey anlarsın ne de dinleyen bir şey anlar. Dolayısıyla sanatçının gerçekten incinmemesi lazım. Masa başında bir memura gidersin, suratı bozuk da olsa sana imza verir, o iş biter. Bizim öyle değil. Hele bir televizyon programı ise görüntü işin içine giriyor.
İ. Can: Kaval çalarken ya da türkü söylerken dışarıda bunu çok iyi bilenler var, ona göre çalıp söylemeliyim gerginliği yaşamıyor musunuz?
Söylediğim, çaldığım ve koroyu yönettiğim zaman sanki karşımda bir jüri var ve bana bakıyormuş, beni değerlendiriyormuş gibi görevimi yapıyorum.
Özellikle hem solistlik hem şeflik yaptığınız programın akıcılığı, seçtiğiniz eserlerin birbirine uyumunu, seyirciyi, dinleyiciyi düşünerek yapmalısınız. Bu da çok önemli bir şey. Yoksa elleri oynatmak, bir şeflik değildir.
SANATÇININ KENDİNİ SÜREKLİ GELİŞTİRME SORUMLULUĞU
İ.Can: Şefliğin getirdiği bir hassasiyet var. Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı, sizin gibi çok örnek bir kişilik olmalı. Ciddi olmalı, tıraşsız, perişan görüntüde olmamalıdır. Gittiği yerde bir saygınlığı olmalı. İnanılmaz bir misyon yükleniyor ama bir maaş farkı yok.
Sanatçı da kendisini yetiştirmeli. Biliyorsunuz memleketimizde bir de torpil meseleleri var. Aslında torpil hiçbir yerde olmamalı. Ama sanat kurumlarında hiç olmamalıdır.
Çalgı konusunda da bir şeyler söylemek istiyorum. Yöresel sazlarımız var. Son zamanlarda bazı enstrümanlarla bizim halk müziği parçalarını çalmaya, hatta yeni meşhur olmak isteyen popçular, bizim eserlerimizi yanlış olarak okuduğunu da gözlüyorum. Onlara sorduğumuzda evrensel müzik bilimi diyorlar. Bizim müziğimiz tek seslidir, türkülerimiz de ona göre yapılmıştır. İnsanlar bu türküleri yaşayarak ortaya çıkarmışlardır. Ve türkülerimiz adı üzerinde anonimdir. Yani bir kişinin değildir. Halkın ortaklaşa bir eseridir. Sen bunu kendine göre ezip, kesip, kırıp da okuyamazsın. Böyle bir şey olamaz.