Sanatçılar kadına şiddeti konuştu

Televizyon dizilerinde kadına şiddet sahnelerinin arttığına dikkat çeken Oyuncu Çapan ve Yönetmen Uruç, reyting kaygısıyla kültürel mirasımızın yok sayıldığını ifade etti. Sanatçılar, yerel üretime dönmenin, etik değerlere sahip çıkan projelere yer açmanın önemini vurguladı

Ulusal Kanal’da Seda Ateşoğlu’nun sunduğu Haber Masası programına Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Genel Başkanı Prof. Dr. Tülin Oygür, Avukat Nuriye Kadan, Akademisyen Gamze Gezginci, Oyuncu Sevtap Çapan ve Yönetmen Setenay Acı Uruç katıldı. Programda, dizilerde kadına şiddetin boyutu ve kadınlarımızı, çocuklarımızı çürümeye iten sistem ile mücadelede neler yapılabileceği masaya yatırıldı.

Sanatçılar yurt dışı kaynaklı dizi, filmlerden vazgeçerek kendi üreten insanımıza, Türk halkına, kültürümüze güvenmemiz gerektiğini vurguladı.

İşte Seda Ateşoğlu’nun soruları ve Sevtap Çapan’ın yanıtları:

- Son dönemlerde kadına yönelik şiddet konusu konuşulduğu zaman televizyon dizileri ve gündüz kuşağı programları gündeme geliyor. Sık sık eleştiriliyor ama o dizilerin bir türlü sonunun gelmediğini görüyoruz. Bu diziler gündeme reyting kaygısıyla mı getiriliyor? Siz neler gözlemlediniz sektörde?

Toplumun gelişimine yönelik pek çok proje ile büyüdük. Ben sektöre girdiğimde bu özellik devam ediyordu. Topluma komedi de olsa iyi bir mesaj verilirdi. Şu anda ise kadına şiddeti çok fazla görüyoruz. Aile içinde dayı, yeğen ilişkilerini üst noktaya çıkaran dizi seyrettik. Bu onaylandı, milyonlarca kişi seyretti.

Bazı gelenek göreneklerimizin, değerlerimizin kaybedilmesinin çok güzel bir örneği o dizi. Oyuncuları, yazarı, senaristi güzel ama o önemli değil. Ne verdiği önemli. Dolayısıyla epey bir fark var. Sektöre 95’li yıllarda girdim.

Çocukluğumda Yeşilçam filmleri vardı. Bazı nedenlerle kötüleniyor ama uyarlamaydı pek çoğu. O sinemayı bize Muhsin Ertuğrul getirdi, tanıştırdı. Uyarlama olmasına rağmen çoğunun içine ailenin önemi serpiştirildi. Kadına şiddet gösterildiğinde bir baba veya dede figürü mutlaka müdahale ediyordu. Günümüzde bu durum yok.

Her yerde köy ağalı dizileri görüyoruz. Maalesef çok umut vadetmiyor. Sinemanın olumsuz yönde bir değişeme uğradığını düşünüyorum. Tiyatroda da yansımalarını görüyoruz. Ben çok uzun süredir dizi, film çekmiyorum. Bu biraz tercihle alakalı. Çünkü çok iyi bir senaryonun olması gerekiyor. Oyuncular, yönetmenler para kazanmak zorundalar.

Ama bir senaryo geldiğinde, yönetmen kendi bakış açısını koysa da yapımcı diretiyorsa, onun istediği oyuncu oynatılıyor. Yönetmen şiddet bölümünü birazcık kesmeye çabalayacak bundan emin olabilirsiniz. Sanat kısmında emek vermiş insanlar bunu yapmaya çalışıyor fakat yaşamak zorundalar. O yüzden Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin kapılarını çalmaları zor. Yaparlarsa bunu gizli yapmak zorundalar.

‘JOHN’U CAN YAPIYORUZ…’

- Bu programları vatandaşlar izlemek zorunda kalıyor. Medya sektöründeki bu kuşatma içinden nasıl sıyrılmamız gerekiyor? Oyuncular, haberciler, yönetmenler nasıl adımlar atabilir?

Burada önemli olan işveren, kanalın politikası, çizdiği çerçeve. O çerçevenin içine neyi, nasıl yerleştirdiği. Bunu aslında yapacak olan oyuncu ya da yönetmen değil. Oyuncu, yönetmen, senarist para kazanmak zorunda. Eskiden ‘Limon satarız.’ diyorduk. O devir geçti. Limon satmakla para kazanamıyor insanlar.

Dolayısıyla kanalın sahibinin çizeceği yol çok önemli. Seçilen programlar ona göre yerleşiyor. Bizim programların hepsi yurt dışı menşeili. Gündüz kuşağı programları da öyle. Bunlardan vazgeçmeliyiz. Biz kendi üreten insanımıza, tasarımcı insanımıza güveneceğiz. Kendi birikimimize, kültürümüze tutunacağız.

Bu sorunlarla karşılaşmamızın nedeni; kültürümüze ait olmayan bir şeyi adapte etmeye çalışıyoruz. John’u Can yapıyoruz ama yapıyı da değiştiriyoruz. Yapı değişince programlar düzeyi düşük, insan kalitesi aşağıda, konuşma seviyesi ve üslubu kötü bir hale geliyor.

‘HALKIMIZ ÇOK ZEKİ AMA GÖZLERİMİZ KAPATILIYOR’

- Bahsettiğiniz kültürel birikimi ekrana yansıtmak istediğiniz projeleriniz var. Ama yansıtamadınız, neden?

Senaryo yazmıştık. Hatta bir tanesini eşimle yazmıştık. Yapımcılarla görüşmeye başladık. Bize ‘Halkımız bunu istemez.’ denildi. Biz ileriye ışık tutmaya çalışan insanlar olmalıyız, sanatçı bunun için vardır. Bu eğitimle yapılır. Eğitimi sanat esas alır. Sanat bilimseldir. Öyle sadece yüreğinden geldiği gibi yapılmaz.

Oyunculuk içinde geçerli. Sadece ezberleyip, çıkmayız. Onun alt zeminine ineriz. Karakter analizi dediğimiz şey Freud’a kadar uzanır. Gerçek yaşam hikâyesinden bahsederken oraya şiddet koymak zorundayız ama öyle olmaması gerektiğinin mesajı verilebilmeli. İzlediğimiz şeylerde yönetmen, yapımcı tarafından şiddete yönlendiriliyorsa, bu doğru değil.

Senaryom için “Halk bunu kabul etmez, şu an zamanı değil.” demeleri saçma. Halk siz neyi verirseniz dozunu bilirseniz anlar.

Halkımız çok zeki ama gözlerimiz kapatılıyor. Eğitim çok önemli. Ekran bazılarımızın doğrudan ulaşabildiği ve başka seçeneği olmadığı bir mecra. Haberlerde bir cinayet olayı, altına bir müzik konup dramatize ediliyor. Sokak spikerleri eskisi gibi Türkçeyi telaffuz edemiyor. Bunları el birliği ile düzeltmek lazım.

‘SESİMİZİ ÇIKARINCA YALNIZLAŞTIRILIYORUZ’

Sektörde zorlandığını belirten Yönetmen Setenay Acı Uruç da Ateşoğlu’nun şu sorularını yanıtladı:

- Medyadaki kadına şiddet algısının en önemli tanıklarından biri sizsiniz? Milli voleybolcularımızın başarıları ekranlarda gösterildi, reklamlarda kullanıldı. Bu kız çocuklarına umut oldu, spora teşvik edildiğini gördük. Bir sonraki haberde ise kadının, çocuğun istismarı magazinsel bir şekilde sunuluyor. Çelişki yaşıyoruz. Bu sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eskiye dayanıyor bu şiddetler ama son dönemlerde arttı gibi hissediyoruz. Bunun nedeni duyarsızlaşmaya başlamamız. O kadar çok duyuyoruz ki, kadın cinayetleriyle ilgili haberler normal gelmeye başladı. Burada durmak lazım. Bir sanatçı olarak elimde büyük bir güç var, ben kullanıyorum. Ama hepimizin bu duyarlılığa sahip olması gerekiyor. Elimden geleni yaparken çok büyük bir eksiklik ve kaygı hissediyorum. Çözümsüz gibi geliyor ama duyarlı olmalıyız. Kadın, erkek fark etmiyor biraz duyalım. Empati bu noktada çok önemli.

‘DEVRİM DİYEBİLECEĞİMİZ NİTELİKLER GEREKİYOR’

- Yönetmen olarak yaptığınız projelerde bu duyarlılığı göstermeye gayret ediyor musunuz? Edebiliyor musunuz? Bu sektörde topyekûn bir mücadele içinde ses çıkarılması çok mu zor?

Çok zorlanıyorum sektörde. Bizim gibi yönetmenler bağımsız sinema adı altına düşmeye başladı. Buna mecbur bırakıldık. Sesimizi çıkarmak için kendi gücümüzü kullanmak zorunda kaldık. Bir destek görmedik. Etik değerlerimiz korumak adına, toplum adına bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Yalnızlaşıyoruz. Ben sesimizi duyurabilmek için çok çabalıyorum. Birçok arkadaşımda var çabalayan ama azınlık kaldığımızın farkındayım. Bu çok üzücü.

Uluslararası arenada sesimizi duyurmaya çalışıyoruz daha fazla. Bununla ilgili kısa film festivali kurdum. Festivalimin önceliğini kadın hakları filmlerine özellikle adadım. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyadan güzel geri bildirimler geliyor. Kadına yönelik devasa bir şiddet var.

Bizim gibi insanlara eğer fırsat verilirse bu durumları artıya çevirebileceğimizi düşünüyorum. Her anlamda dayanışma çok önemli. Medyanın çok büyük bir gücü var. Türk halkının Anadolu’dan gelen bir kültürü, bir mirası var. Bu mirasa, Türk halkına güveniyorum. Devrim diyebileceğimiz nitelikler gerekiyor bize.

Programların, yapımların değişmesi gerekiyor ama bir kişi bile adım attığı zaman devasa ses getiriyor. Ben buna inanıyorum.

Sonraki Haber