Şaptaşı (mü)cevherimiz
Şebinkarahisar’ın kuzeydoğusunda sıralanan gri-beyaz-pembe dağ silsilesinde izlenen görüntü güzelliğinin, kentimize adını veren maden yataklarımızdan, şaptaşı (alünit) cevherinden kaynaklandığı biliniyor. 19. yüzyılın ortalarına kadar Avrupalılar tarafından işletilen ve bin yıldan uzun bir tarih sürecinde Şebinkarahisar’ı dünyaca ünlü bir kent konumunda tutan, eski çağların stratejik ürünü şap madenimizin tarihi hakkında 1971 yılından bu yana çeşitli incelemeler yazıp yayınladım. Son olarak yabancı kaynaklardan tercüme edilen belgeleri “Tarihte şap ve Şebinkarahisar” başlığıyla kamuoyunun bilgisine sundum. Konuyu yöremizin kalkınması açısından çok önemsiyorum.
Öncelikle belirtmeliyim, son araştırmalarım da bana göstermiş oldu ki Şebinkarahisar toprağının altında, bölgemizi gerçekten kalkındıracak, ülkemizin ekonomisine önemli katkı sağlayacak bir servet boş yatıyor. Böyle bir doğal servete sahip olma şansına sahip olan hiçbir gelişmiş ülke, böylesine değerli bir kaynağı, iki yüzyıla yakın süreyle boş bırakmaz, mutlaka işletir diye düşünüyorum.
GÜBRE ÜRETİLMESİNDE BÜYÜK ROL OYNUYOR
Şebinkarahisar alünit cevheriyle ilgili bilimsel çalışmayı Doç. Dr. Hüseyin Gülensoy yapmış ve TÜBİTAK hesabına aynı konuda hazırladığı proje sonuçlarını 1969 yılında MAG-122A numaralı TÜBİTAK raporunda toparlamıştır. Gülensoy incelemesinin sonuç bölümünde aynen şunları yazmaktadır:
“Türkiye alünit cevherlerinin tenör ve rezerv bakımından kayda değer bir ehemmiyet taşıdığı anlaşılmaktadır. Bilhassa Şebinkarahisar (Gedehor) alünitinin beynelmilel bir değeri olduğu söylenebilir. Zaten bu cevherimizden literatürde de bahsedilmektedir. Bu çalışmalarımız neticesinde Türkiye alünitlerinin birçok yeni çalışmaya konu teşkil edebileceği düşünülebilir. Mesela bu cevherler, Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu ve halen ithal metaı durumunda olan potas gübresi yahut amonyum sülfat veya karışık gübreler üretilmesine esas teşkil edebilecek durumdadır. Bundan başka, bölgesel şartların uygunluğu muvacehesinde çimento ve refrakter madde imaline de gidilebilir. Veya ayrı bir çalışma sistemi tatbik edilerek bu cevherden alümin istihraç etmek suretiyle bir seramik sanayi imkânı da yaratılabilir. Keza ufak çapta bir sülfat asiti fabrikası dahi yapılacak işler meyanında zikredilebilir. Hatta elektrik enerjisinin bol ve ucuz olarak temin edilmesi halinde, bu cevherden metalik alüminyum elde edilebileceğine dair çalışmalar da geliştirilebilir. Bütün bunların dışında bugün Türkiye’nin kâğıt sanayinde, suların tasfiyesi işinde ve mensucat sanayinde ihtiyaç duyulan alüminyum sülfatın ucuz ve kolay bir tarzda alünit cevherlerinden elde edilmesi mümkündür.”
DPT'YE SUNULAN PROJE GERÇEKLEŞMEDİ
1960’lı yılların sonlarında Şebinkarahisar şaptaşı maden alanlarının imtiyazına sahip olan Şebinkarahisar’ın damadı eczacı Atilla Aral’ın Tutak Madencilik Limited Şirketi, ünlü kimya mühendisi Şener Aral’a “Alünitlerden Potaslı Gübre Elde Edilmesi” konulu bir proje hazırlatmış ve Devlet Plânlama Teşkilatına (DPT) sunmuştur. Bu projede yaklaşık 500 milyon liralık (o zamanki kura göre yaklaşık 32 milyon USD) bir yatırım hesaplanmış, kurulacak entegre tesiste 772 kişinin istihdamı, yıllık 75 bin ton potas gübresi, 10 bin ton alüminyum sülfat, 182 bin 500 ton sülfirik asit üretimi öngörülmüştür. Bu projenin DPT’den onaylanarak neden gerçekleşemediğini bilemiyoruz. Ama gerek rezerv, gerek tenör olarak Şebinkarahisar cevherinden daha aşağı düzeydeki Gediz-Şaphane’de yatırım yapılmıştır; günümüzde alünitten alüminyum sülfat üretimi sadece Kütahya-Gediz’de yapılmaktadır. Bu durum, siyasette Kütahya/Gediz’in, Giresun/Şebinkarahisar’dan daha ağır basmış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Burada resmi bir kaynaktan edindiğim bir bilgiyi de iletmem gerekiyor:
DPT’nin 8. Beş Yıllık Kalkınma Plânı, Madencilik Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda (Ankara 2001) aynen şöyle deniliyor: “Geçmiş plân dönemlerinde Şebinkarahisar alünit yatağının sülfirik asit-alümina-potaslı gübre üretiminde kullanılabilmesi için yıllar süren araştırmalar yapılmış, projeler hazırlanmıştır. Ancak bu güne kadar uygulamaya geçilememiştir.” Acaba neden? Üstelik MTA kaynaklarına göre Şebinkarahisar rezervi 7 milyon 826 bin ton, GedizŞaphane rezervi ise 4 milyon tondur. (MTA Yayınları, No.185, 1989, MTA Rapor No. 1154)
GÜBRE SEKTÖRÜ YÜZDE 95 DIŞA BAĞIMLI
Gelelim yapay gübre konusuna; korona salgınından sonra büyük sarsıntılar geçiren dünyada gıda güvenliği kapsamında tarımsal üretim büyük önem kazanmış, ülkemizde çöken neoliberal ekonominin seçeneği olarak “milli direnme ekonomisi” ve “üretim seferberliği” programı toplumsal kurtuluş reçetesi olarak gündemimize oturmuştur. Çiftçiyi borca batıran ve üretim yapamaz duruma getiren sistem kökten değişmeli, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde olduğu gibi üretici baş tacı edilmelidir. Çiftçinin üretimini engelleyen en önemli etkenlerden biri kimyevi gübre sıkıntısıdır. Özelleştirme sonucu özel teşebbüsün egemen olduğu yerli yapay gübre sanayisi yıllık üretimi toplam ihtiyacın ancak yarısını karşılamakta, yarısı da dışarıdan ithal edilmektedir. Yerli üretim de hammadde olarak hemen hemen tamamen dışa bağımlıdır. Yani kimyevi gübre sektörü yüzde doksanın üzerinde dışa bağımlıdır. Döviz kurundaki artışlar nedeniyle gübre fiyatları son 10 yılda 13 kat yükselmiş, piyasaya egemen birkaç özel şirketin belirlediği fiyatlardaki yükseliş, çiftçi için %50 oranında verim artışı sağlayan yapay gübreyi kullanmayı olanaksız hale getirmiştir.
Ülkemizde ilk kimyevi gübre 1939 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda amonyum sülfat olarak üretilmeye başlanmış, 1954 yılında kamu kurumu olarak Azot Sanayi A.Ş. kurulmuş, bu kamu kurumu, 1984 yılında Türkiye Gübre Sanayi A.Ş (TÜGSAŞ) adıyla yeniden düzenlenmiştir. TÜGSAŞ, yapay gübre üretimini ve fiyatlarını düzenleyip denetlemede etkin olan bir kamu kurumu konumunda iken kuruma bağlı Gemlik, Kütahya, Samsun tesisleri 2004 yılında özelleştirilmiş, bu değerli kamu varlıkları, gübre sektöründe hiçbir deneyimi olmayan özel şirketlere yok pahasına peşkeş çekilmiştir. Neoliberal ekonominin ülkemize dışarıdan dayatılan “özelleştirme” furyasından gübre sektörü de nasibini almış, tarımsal üretim yapan çiftçilerimiz, maliyette çok önemli gübre girdisi konusunda devlet desteğinden uzak tutulup, bu alanda egemen konuma getirilen birkaç firmanın insafına terk edilmiştir. Gübre sanayinde kullanılan doğalgaz, fosfat kayası, potas tuzu, amonyak, nitrik asit, sülfirik asit vb. hammadde ve girdilerin ülkemizdeki doğal kaynaklardan üretilmesi, günümüzde, ülke ekonomisi için kesin bir zorunluluk durumundadır.
ENERJİ BAKANLIĞI KONUYU GÜNDEME ALMALI
Bu tabloda Şebinkarahisar’daki alünit cevheri, mutlaka değerlendirilmesi gereken doğal bir servetimizdir. Yarım yüzyıl önce Şebinkarahisar alüniti için yüksek kimya mühendisi Şener Aral tarafından hazırlanan proje, günümüzdeki teknolojik gelişmeler çerçevesinde ele alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından daha geniş kapsamda yeniden hazırlanıp kamu yatırımı olarak uygulamaya konulmalıdır. 50 yıl önce yörede bulunmayan merkezi elektrik sisteminin varlığı ve gelişmiş ulaşım koşullarında, Seydişehir tesislerinin yanı sıra Şebinkarahisar alünitinden gübre, sülfirik asit, alüminyum sülfat yanında metalik alüminyum üretimini de içeren büyük bir entegre tesis projesi uygulamaya konulabilir.
Böyle bir kamu girişimine Çin Halk Cumhuriyeti veya BDT ülkelerinden finansman desteği sağlanabileceğini de biliyorum. Yöremizde işletilmekte iken zenginleştirme havuzunun patlaması sonucu uğranılan çevre felâketi nedeniyle bu işletmenin bedelsiz kamulaştırılması önerimle burada dile getirdiğim yatırım olanağı birlikte değerlendirildiğinde Şebinkarahisar, Karabük ve Karadeniz Ereğlisi gibi gelişmiş maden kentleri arasında yerini alabilir. Böyle bir gelişmeyi yöre halkı olarak elbirliğiyle gerçekleştirebilirsek, kentimizin il statüsüyle eski konumuna yükseltilmesi de zor olmayacaktır.