Yazar Kemal Ateş: Köy Enstitüleri şampiyon yetiştirdi

‘Bu başarı tesadüf değildi. Eğer bu enstitüler kapanmasaydı, spor Anadolu’da çok yaygınlaşacak ve şaha kalkacaktı. Çok daha büyük şampiyonlar yetişecekti’

Aydınlık yazarı edebiyatçı Kemal Ateş’in son romanı “Sessiz Şampiyon”da, İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsünde okuyan Ahmet Bilek’in okuldan olimpiyat şampiyonluğuna uzanan yaşam öyküsü anlatılıyor. Bu romanla Enstitülerin sporcu yetiştirdiğini de öğreniyoruz. Çok kişinin üzerinde durmadığı bir konu. Edebiyatçıları ve yazarları bilirdik de bunları bilmezdik. Kemal Ateş ile bu konuyu konuştuk. Enstitülere farklı bir yerden baktık.

Bir eğitimci olan Ateş’e ilk sorumuz, bugün nüfusun bir hayli azaldığı köylerde Köy Enstitülerinin tekrar kurulup kurulamayacağı şeklinde oldu.

Kemal Ateş: Haklısınız bugün köylerde nüfus bir hayli azaldı. Tabii önce köyü ıslah etmek lazım. Eski Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in 1970’lerde “Köy Kent Projesi” vardı. O hayata geçseydi, onun üstüne de bir eğitim oturtulurdu. Köyler bir araya getirilir, kasaba havasına ulaştırılsaydı başka olurdu. Onun projesini hayata geçirmek, derli toplu hale getirmek gerekirdi. Böylece köylünün kentle bağını kurabilirdik. Bugün bu bağı sağlamak gerekir. Köyler öğretmensiz. Taşıma eğitim bir ihtiyaçtan doğdu ancak köyler boşaldı. Köyle irtibatı olan biriyim. 6 ay köyde 6 ay şehirde oturan insan var. Köylünün bir ayağı artık şehirde. Köyü ıslah etmek gerekir.

MODELİ ŞEHİRLERE AKTARABİLİRİZ

  • Bu modeli şehirlere nasıl taşırız?

Köy Enstitüleri modeli neydi, özünde ne vardı ona bakmak gerekir. Köy olsun ya da olmasın, Köy Enstitüleri ölse de ölmese de ne yapmak istediğine baktığımızda, eğitimde her zaman yollar ve yöntemlerin var olduğunu görürüz. Öyle bir eğitim anlayışı var ki bugün de geçerli. Şehirde de geçerli bir eğitim anlayışı var.

Bir köy enstitüsü yerleşkesi düşünelim: Enstitüde seslere bir kulak verdiğimizde duyacağınız sesler traktör sesi, kazma kürek sesi, horoz-tavuk sesi, bir yandan da akordiyon sesi, mandolin sesi, zil sesi, tiyatro replikleri duyabilirsiniz. Bunların yan yana geldiği bir eğitim ortamı olmalı. Bu modele şehirlinin de köylünün de ihtiyacı var. Tavuk hastalığını öncelikle köylü üretici bilmeli. Oralarda ne öğretiliyordu, iyi verim öğretiliyordu. Köyde insan azaldı ama tavuktan, koyundan, kuzudan vazgeçemeyiz. Bunların en iyisi nasıl elde edilir, sırf alfabeyi öğreten değil bu konularda da ışık tutan insan yetiştiriyordu enstitüler. Yaparak, görerek uygulamayı esas alan eğitim kurumuydu. Öğretmeni aynı zamanda zanaatla da donatıyordu. Köyün nüfusunun azalması Köy Enstitülerindeki felsefesinin öldüğü, yaşayamayacağı anlamına gelmez.

  • Bugün nasıl uygularız, nasıl yararlanırız?

Bugün edebiyat programı hazırlayacaksanız, enstitülerdeki edebiyat programını önünüze koymanız gerekir. Size ilham verecek şeyler var. Edebiyat programı amacını o kadar güzel belirlemişler ki, şehirliler için de örnek alarak bir program hazırlarsınız. Türkçe programları da öyle... Beden eğitimi programını incelesinler, öyle incelikler düşünülmüş ki, öyle bir öğretmen yetiştirelim denmiş ki; köyde ezik durmasın, doğa koşullarına uygun öğretmen yetiştirelim ki her yerde, zorluklarda görev yapsın, öğrenci yetiştirsin, denmiş. Öğretmenin geldiği yere neşe getirmesi istenmiş. Bunları örnek alıp bugüne uyarlarsınız.

  • Köy Enstitülerini şehirlere taşırsak, burada endüstri meslek liseleri buna uygun olur mu?

Sanat okullarında kültür zayıf. Enstitülerde edebiyat ve Türkçe dersleri çok güçlüydü. Bugün sanat okullarına Köy Enstitüleri ruhu verilerek geliştirilebilir. Programları incelesinler, eğitim kurumlarına ilham verecek çok şey var.

SPOR ŞAHA KALKARDI

  • Son romanınızda Köy Enstitüsünde yetişmiş ve olimpiyatlara kadar yükselmiş başarılı bir yaşamın öyküsü var. Bu kahramanı nasıl ortaya çıkardınız?

Ben Köy Enstitülerinde okumadım, yaşım da uygun değil zaten. Ancak oradan yetişmiş çok kıymetli isimlerle tanışma olanağı buldum. Çok kıymetli ve yetenekli insanlar yetiştirilmiş. Fakir Baykurt ve Mahmut Makal ilk tanıdığım yazar dostlarımdı. Fakir Baykurt’un yaşamını üniversitede ilk kez yüksek lisans tezi olarak ele alan insan oldum. 1978 yılında Fakir Baykurtların üniversite kürsülerinde ismi anılmazdı. Fakir Baykurt’un o dönem evine gittim geldim. Yakından tanıdım. Rastlantı değil onların yetişmeleri... Dertlerini çok güzel anlatıyorlar. Meramını anlatamayan, yazamayan bir köy enstitülüye rastlamadım.

Köy Enstitülerinin spor konusu pek araştırılmadı ve yazılmadı. Bunu “Sessiz Şampiyon” romanım ile doldurmaya çalıştım. Roman kahramanı Ahmet Bilek’in hayatını uzun yıllar araştırdım. Hatta İtalya ve Almanya’ya gittim. Onun hayatından gördüm ki, Enstitüler uzun ömürlü olsaydı Anadolu’da spor şaha kalkacaktı. Dünya çapında başka şampiyonlar da yetişecekti.

Bir kere, Enstitülerde sabah jimnastikle başlıyor. Spora çok önem veriliyor. Basketbol, voleybol sahaları var. Okullar arası karşılaşmalar yapılıyor. Yetenekli öğrenciler seçiliyor. Buralarda güreş takımları çok güçlü. Güreşi bilen birini getiriyorlar, öğrenciye güreş öğretiyorlar. Nasıl sazı öğretmek için Âşık Veysel gibi ozanları getiriyorlarsa, yakın çevreden de güreşçi getiriyorlar. Ahmet Bilek’in Kızılçullu’da ilk öğretmeni İsmail Pehlivan diye biri. Dediğim gibi buralarda güreş çok önemli. Takım olabilecek, yarışmalara katılabilecek gençler yetiştiriyorlar.

Güreşi ele alalım. Ahmet Bilek’in yetişmesi tesadüf mü diye baktım. Tesadüf değil. 1946 yılında Hasan Âli Yücel, Meclis’te yaptığı bir konuşmada, “Köy Enstitülerinde güreşe dikkat edin. Çok önemli şeyler yapılacak” diyor. 1948 yılında Enstitüler arası spor yarışması yapılıyor. Yaşar Doğular, Celal Atikler Kızılçullu’ya geliyorlar. Güreş karşılaşmalarını izliyorlar. Giderlerken ikisi de demeç veriyor. 4-5 güreşçinin adını veriyor. “Üç yıl içinde milli takımda yer alacak gençler var” diyor. Gerçekten de o yarışmada Ahmet Bilek de var. 1950’ye gelindiğinde buralardan yetişmiş 5 güreşçi ulusal takım kampına çağrılıyor. Raif Akbulut, Ahmet Bilek, Ahmet Kozak, Hidayet Atakan, Cahit Temiz mili takıma çağrılıyor. Bunlardan üçü; Ahmet Bilek, Raif Akbulut ve Ahmet Kozak defalarca Türkiye şampiyonu oluyor. Ahmet Bilek ve Raif Akbulut olimpik sporcu oluyorlar. İlk olimpik sporcu Akbulut, daha sonraki süreçte sakatlandı ve hakem olarak görev yaptı, okul müdürü oldu. Ahmet Bilek, 1960 Yaz Olimpiyatlarında altın madalya aldı. Dünya Güreş Şampiyonası'nda 1953 ve 1959'da gümüş madalya, Balkan Şampiyonası'nda 1960 yılında gümüş madalya, Akdeniz Oyunları'nda da 1955 yılında altın madalya kazandı.

Bir örnek daha vereyim: Hidayet Atakan, anlatmıştı. Hasanoğlan Köy Enstitüsünde okurken, okulun güreş takımını, Hacettepe Kulübünün Deli Veli adındaki bir yöneticisi kendi kulüpleri Hacettepe adına güreştirmiş. Yani okulun bir kulüp takımı gibi güçlü bir güreş takımı varmış. Sanırım bu Deli Veli, ülkücü çevrelerde iyi bilinen, okul müdürlükleri de yapmış, bizim bildiğimiz Deli Veli olsa gerek.   

İşte Köy Enstitülerinin bir amacı da yerel değeri alıp, önce milli, sonra da evrensel alana sürmek. Güreş de bizim ata sporumuz. Gençler çayırdan alınıyor, sonra da evrensel alanlarda yarışıyor.

OLİMPİYAT ŞAMPİYONU AHMET BİLEK

  • Ahmet Bilek ilginizi nasıl çekti?

Ben de 1960 yılı başlarında güreş yaptım. Bu vesileyle A. Bilek’i tanıdım. Onlar gibi şampiyon olma hayali güden acemilerdik biz. Onu yazmak için hayatının peşine düştüm, yaşadığı yerlerde izlerini sürdüm. Başarısında etkili olan her yere gittim. İtalya ve Almanya’ya kadar gittim. Almanya’da 9 yıl antrenör olarak çalıştı. Takım arkadaşlarıyla, ev sahibiyle, öğrencileriyle konuştum. Ölümünden 50 yıl sonra hayatını roman olarak yazdım. Yaşarken o kadar dostluğumuz yoktu. Ancak aynı salonda, aynı mindere ter döktük, bazen terlerimiz birbirine karışacak kadar yakınlaştık da. Ustamızdı. Aramızda 14 yaş fark vardı. İyi bir güreşçiydi. Serbest ve grekoromen yapan sayılı güreşçilerdendi. Hep beyefendi diye anlatırlar. Sessiz sakin bir insan… Kaza geçirdi, bunalıma girdi ve 1970 yılında Almanya’da 38 yaşında hayata veda etti. Değeri bilinmedi. Minderlerin ilk şampiyon öğretmeniydi. Dünyanın en teknik güreşçilerindendi, bir olimpiyat şampiyonluğunun yanı sıra iki kez dünya ikincisi oldu. Akdeniz Olimpiyatları şampiyonluğu da var.

Ahmet Bilek, köy enstitülerinden yetişmiş ilk ve tek olimpiyat şampiyonudur. Bu okullardan mezun olanlar bile bunu bilmiyorlardı. Konferanslarımda bana aralarından böyle bir şampiyon yetiştiğini bilmediklerini söylediler. Bu başarı tesadüf değildi. Eğer bu enstitüler kapanmasaydı, spor Anadolu’da çok yaygınlaşacak ve şaha kalkacaktı. Çok daha büyük şampiyonlar yetişecekti. Bu yönü de dile getirmek gerekir.

CİNSİYET SÜRGÜNLÜĞÜ

  • Köy Enstitülerinde müzik de önemliydi. Mandolin çalan öğrenci fotoğrafları meşhurdur. Bu alanda önemli isim yetişti mi acaba?

Şimdi müzik konusunda size hemen isimler veremeyeceğim, ayrı bir araştırma konusu bu. Ancak köy enstitülerinde müzik konusunda Prof. Ali Uçan’ın geniş oylumlu bir kitabı var. Şu kadarını söyleyeyim. Mandolin çocuk sazıdır. Köy çocukları mandolini köy enstitüleriyle tanıdı, uygar dünyaya atılan önemli bir adımdır bu çalgının köy çocuklarına ulaşması. 

  • Köy Enstitülerinin kapatılması meselesi hakkında ne dersiniz?

Enstitülerin yıpratılması CHP döneminde başladı, daha doğrusu o zamanki CHP’nin bağrındaki DP demek daha doğru olur bence. Emin Sazak ve Kinyas Kartallar zamanında… Savaş sonrası Amerika’nın güçlenmesiyle muhalefet de buradan güç aldı ve atağa geçti. Demokrat Parti CHP içinden çıktı. 1950 yılında iktidar olduğunda ilk iş Köy Enstitülerini dağıtmak oldu. 1950 ekiminde kızlar ile erkekleri ayırdılar. Büyük bir eğitim faciasıdır bu. “Cinsiyet sürgünlüğü” diyorum ben bu olaya. Bu okullardaki karma eğitime son verdiler. Örneğin “Kızılçullu’da yalnız kızlar okuyacak” dediler. Başka yerlerdeki kızları buraya topladılar. En büyük darbe bu oldu. 1954’te de tümüyle kapattılar. Bir kısmı öğretmen okulu oldu, öğretmen okullarında bir süre köy enstitüsü rüzgârı devam etti. Giderek o rüzgâr da söndü.

Sonraki Haber