Sevim Taşçı Coşkun Aydınlık'a konuştu - 2: Kına gecesinde bayrak dikme geleneği sürüyor
“Bayrağımız dikilirken bir kurban kesilir. Bela gitsin diye kan akıtma geleneğinden kalmadır. Kesilen koyun pişirilir ve uzaktan gelenlere dağıtılır. Bayrak asılır ki uzaktan görenler bu evde düğün var desinler diye. Sağdan soldan insanlar gelir ve bayrak yemeği yerlerdi.”
Bu hafta, Ege Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı mezunu, müzik öğretmeni, çok sayıda koro kurmuş ve yönetmiş Sevim Taşçı Coşkun’un Diyarbakır’da müzik öğretmenliği günlerini ve öğrencileriyle anılarını aktarıyoruz. Diyarbakır’ın “Şehriye Gecesi”, Malatya’nın kına gecesi ve “Bayrak Dikme” yemeğini gelin birlikte öğrenelim.
- Konservatuvardan mezun olup, Diyarbakır’a öğretmen olarak atandınız. Orada neler yaşadınız?
1991 yılında Diyarbakır merkeze tayinim çıktı. 1. Körfez Savaşı'nın olduğu çok sıkıntılı bir dönemdi. Diyarbakır’ın ünlü “Kırklar Dağı'nın Düzü” diye bir türküsü vardır, beni çok etkilemiştir. Diyarbakır'da okuldaki ilk günümde öğretmen arkadaşlarımdan ilk ricam, “Kırklar Dağı'nı görebilir miyim” oldu. O ortamda yaşamak ve o türküyü orada söylemek istedim. Kısmet oldu söyledim. Ben Diyarbakır'ı aslında çok farklı bekliyordum. O dönem de terör daha yoğundu ve toplumu çok etkilemişti. Diyarbakır’ın çok köklü bir kültürünü her yerde görüyordunuz ama insanların aklına türkü söylemek, çalmak gelmiyordu.
YİNE DİYARBAKIR’A GİDERİM
- Öğrencilerinizde yeni türküler öğrenme talebi var mıydı?
Tabii, tabii ki… Hemen öğrencilerle koro kurduk, güzel konserler verdik, yarışmalara katıldık. Çok güzel sesler vardı. Çok yanık, duygulu sesler, o bölgede yaşanan acının geçtiği has sesler. O fakirliğin verdiği bir güvensizlik de vardı çocuklarda. Bir daha tayin hakkı olsa tekrar Diyarbakır'a gitmek isterdim. İnsanı zenginlik anlamında, o çocukların saygısını hiç unutmuyorum.
İ. Can: Kadim bir kültür var orada.
Bir gün dolmuşa bindim, para vermemiştim daha. Dolmuşa bir çocuk bindi, “hocam nasılsınız” dedi ve bir durak sonra indi. Dolmuş parasını şoföre uzattım, almadı, “O genç paranızı verdi” dedi. Çocuk benim paramı vermek için dolmuşa binmişti. Ege’de de öğretmenlik yaptım ama Doğu'nun o vericiliği, çocukların dışarıdan gelen insanlara karşı derin sevgisi, saygısı çok farklı. Diyarbakır çok farklı, çok güzel bir coğrafya.
ESMA OCAK’IN MEŞHUR ETTİĞİ ŞEHRİYE GECESİ
Yazar Esma Ocak vardı. Oranın yerlisi ve çok bilgili bir kadındır. Onunla şehriye gecesi yaptık. Şehriye gecesinin bir özelliği kadınlar bir yerde toplanıp şarkılar, türküler söylerler. Biz bunu mizansen olarak yaptık. Kışlık şehriyeler elbirliği ile dökülüyor. Bir yandan da şarkılar, türküler söyleniyor.
- Geleneksel mi?
Geleneksel… Diyarbakır'da şehriye geceleri açık havada yapılıyor. O gecenin bir özelliği, evlenmek isteyen gençler duvara diziliyorlar, evlilik çağındaki erkeklerin anaları, ablaları gelip kızları seçiyor, aynı zamanda kız ve erkeğin birbirini beğenme gecesi oluyor.
- Beğenme aynı ortamda mı oluyor?
Tabii bayanlar daha kapalı bir ortamda, ama mutlaka erkeklerin çaktırmadan uzaktan görebildiği bir yerde duruyorlar.
- Kızlar erkeklerin baktığının farkında mı?
Farkında tabi… Ona göre şık giyinip, maniler söyleniyor. Delikanlılar baktıkça da hoşlarına gidiyor.
- Adına neden şehriye denmiş?
O gece orada aynı zamanda şehriye yapılırdı. Hem iş yapılıyor hem de eş aranıyor…
MALATYA’NIN DÜĞÜNLERİ BİR BAŞKA
- Malatya, Akmağara Köyü’nde düğünler nasıl başlar?
Bizde kız isteme önce bir baba tayin edilmesiyle başlar. Kızın babası hayatta olsa da kızını vermesi zor olduğu içindir bu baba tayini. Kız verildikten sonra, önce okuntu dağıtılır. Okuntu bizde davetiyedir. Ailenin en yakınlarına hediye basma, pazen, çarşaf gider. Biraz uzak olana bardak giderdi. Bu bir hediyeli davetti. Evlilik sürecinde, gençlere destek olmak için “saçı parası” dedikleri para toplanırdı. Bu gelenek hala devam ediyor. Bu para cenazelerde de düğünlerde de toplanır. Çok eski bir gelenektir. Verenlerin listesi çıkarılırdı. Ayrıca kız evine çeyiz serilir ve o çeyiz bir hafta sürer. Kızın çeyizi sayılır, para olarak değeri belirlenirdi.
- Bir nevi evlilik tutanağı mı?
Evet… İleri de bir ayrılık olursa herkes kendi verdiğini geri alabilmesi için kolaylıktır. Çok boşanma yoktur ama bir gelenek olarak o kayıt tutulurdu. Zaten evlendiğinde de ailesiyle birlikte oturulurdu. Benim iki abim evlendikten sonra babamla oturdular.
KINA GECESİNDE BAYRAK DİKME YEMEĞİ
Kına gecesinden önce bizde bayrak dikme töreni ve bayrak yemeği vardır. Bayrağımız dikilirken bir kurban kesilir. Bela gitsin diye kan akıtma geleneğinden kalmadır. Kesilen koyun pişirilir ve uzaktan gelenlere dağıtılır. Bayrak asılır ki uzaktan görenler bu evde düğün var desinler diye. Sağdan soldan insanlar gelir ve bayrak yemeği yerlerdi.
Ertesi gün damat alayı gelir, gelinin kapısının önünde beklerdi. Önce kapı eşiğinde “baldız yüzüğü” derler, baldıza mutlaka yüzük takılırdı. Sonra kapı açılır, gelin övme havası ile kına gecesi başlar. Kına gecesinden sonra düğün olur.
KINA GECESİ TÜRKÜLERİ
- Kına türkülerinizden bahsedebilir misiniz?
Kına havası ayrıdır. “Çattılar Çatak taşını” diye bizim gelin övme havası vardır. Kına gecesinden önce gelin ayakta durur. Arkadaşları kollarına girerler,
“Çattılar çatak taşını
Taşını da gız anam daşını” bizim yörenin gelin övme havasıdır.
O ara kına yakılır, gelin ağlar, anne ağlar ve herkes ağlar. O gelin övme havasını da repertuara biz kazandırdık.
Örneğin,
“Harmandadır yabası
Elindedir abası
Hani ya bu gızın babası”
Babası yoksa mutlaka kız ağlardı. “Hani bu kızın anası” denince de ağlardı. Benim de evlendiğim zamanda onu okudular. Anam da babam da olmadığı için ben de ağladım.
AHMET GÜNDAY’IN TÜRKÜ NAZI
- Yakın zamanda kaybettiğimiz TRT İzmir Radyosu ses sanatçısı Ahmet Günday ile bir anınızı anlatır mısınız?
Ahmet Günday çok güzel, orijinal bir ses. Kendine, hayata, bu kadar güvenen başka bir insan görmedim. Ahmet Günday derslerimizi keser, “Bir an önce Radyo’ya gitmem lazım, ben gitmesem kayıtlar olmuyor” deyip ayrılan bir insandı.
Bana bir gün “senin sesin çok güzel, bir festivale gidelim beraber” dedi. Nebi Yaşar ve Nazan Balkır’ın da katıldığı festivale giderken rahmetli Ahmet Günday, yeğeninin ölüm haberini aldı. Ben de çok heyecanlıydım, para pul benim için önemli değildi. Ahmet Günday'ın arkasından türkü söyleyecektik, vokalistlik yapacaktık. Yolda Günday çok üzüldü, ağladı ama türkü söylemesi de lazımdı. Nazan Balkır’a döndü, “Nazan, burası kapalı bir yer, köydür. Yeğenim de yeni öldü. Ben şimdi sahneye çıkamam, çok ayıplarlar, sen beni sahneye davet eder misin?” dedi. O da “tamam Ahmet Bey” dedi. Ardından, “Sen beni davet et ama ben biraz nazlanacağım” dedi. Nazan hanım sahneye çıktı, “Aramızda Ege'nin yetiştirdiği en iyi sanatçı var. Bugün yeğeni öldü, türkü söylemez ama sizinle tanıştırmak istiyorum” dedi. Karşıdan işaret ediyor, “Hayır gelemem” diyor ve ağlamaya başlıyor. Biz de sahne arkasında olayı duyduk ve ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Nazan hanım Günday’a, “Gelmeyecek misiniz” diye sordu. “Nasıl gelmeyeyim, sen çağırdın tabi ki geleceğim. Ama türkü söyleyemeyeceğim sadece hemşerilerimle konuşacağım” dedi. Ağlayarak “Nazan bak beş dakika durabilirim.” dedi ve sonrasında “Hangi türküyü söyleyeyim ben” demez mi? Biz gülmekten ölüyoruz, arada da bize göz kırpıyordu.
- Sahnede ne kadar durdu?
Yarım saatten fazla durdu. “Ben de ses fazlalığı hastalığı var” derdi hep.