Sıtma ve Cumhuriyet

Dünya tarihinde tarım ve hayvanların evcilleştirilmesi ile birlikte yerleşim birimlerinde sayrılıklı bir ortam oluşturdu. İnsan nüfusunun artması, tarım yapılan arazilerin genişlemesini yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden oldu. İşlenmemiş toprakların tarıma açılması ile fareler sıçanlar, keneler, pireler ve sivrisinekler insanlarla daha yakın yaşamaya başladı. Bu zararlı hayvanlar, insanların arasına veba, sıtma, tifüs mikroplarını da beraberlerinde getirdi. Mikroplar nedeniyle salgınlar başladı, bir ay ya da bir yıl içinde milyonlarca insan öldü, sağ kalanlar ise toplu yaşamdan uzak yerlere göç etmek durumunda kaldılar.

Türkiye Cumhuriyeti, savaşlar döneminin bittiği bir dönemde kuruldu. Nüfus hareketleri ve savaş nedeniyle ihmal edilen sağlık politikaları, mevcut halkı son derece sağlıksız bir durumda yaşamak zorunda bıraktı. Eğitimli nüfusun büyük kayıp verdiği Türkiye’de sınırlı sayıdaki işgücü de salgın hastalıklarla savaşmakta, kalkınma için gerekli olan işgücünün artırılması mümkün olamamaktaydı. Yıllar süren savaşların yaralarının sarılması ve kalkınma sürecinin başlaması için ülkenin sağlık konusundaki geri kalmışlığı, sıtma, verem, frengi gibi salgın hastalıkların yaygınlığı ve çocuk ölümlerinin önlenemez yükselişi bir an önce durdurulmalıydı. Sağlıklı nesillere ulaşmak için 2 Mayıs 1920’de kurulan Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince Dr. Adnan Adıvar başkanlığında bir çalışma programı hazırlandı. Bu program ilgili vekâletin bir an önce gerçekleştirmek istediği projeleri içermekteydi. Bunlar: Devletin sıhhat teşkilatını tüm ülke geneline yaygınlaştırmak, hekim doktor yetiştirmek, ebelerin sayısını köylere yetişecek kadar çoğaltmak, küçük sıhhat memurların sayısını ve bilgisini düzeyini, yükseltmek, ana çocuk sağlığını korumak için doğum ve çocuk bakımevleri açmak, verem savaş merkezlerini çoğaltmak, sıtma, frengi, trahom ve diğer hastalıklarla mücadele etmek. Cumhuriyet döneminin ilk Sağlık Bakanı Refik Saydam, bakanlık çalışmalarına ilk aşamada merkez ve taşra örgütlenmesini güçlendirmeyle başladı. Halkın sağlık sorunlarını çözmek gibi önemli bir sorunla karşı karşıya kalan Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, toplumsal kalkınmayı gerçekleştirmek, sağlıklı nesiller yetiştirmek için gerekli olan salgın hastalıklarla mücadeleyi ve hıfzısıhhayı yaygınlaştırmayı kendisine ana amaç edindi. Bu çalışmada Türkiye’nin sıtma mücadelesi ele alındı. Ülke genelinde sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve batıl inançlar nedeni ile insanlar genç yaşta ölmekte veya yaşasalar bile normal ve sağlıklı bir insandan uzak bir görünüme sahip olmaktaydı. Sıtma nedeniyle doğumlar azalmakta, çocuk ölümleri artmakta sıtmalı anne babanın çocuklarında bedensel ve ruhsal gerilikler yaşanmakta ve sakatlıklar görülmekteydi. Sayrılıklara karşı direncin düşmesi nedeniyle yetişkin ölümlerinin artması, nüfusun azalmasına yol açıyor, hatta bazı köylerin tamamen ortadan kalktığı bilinen bir gerçekti. Toplumsal kalkınma için sağlıklı nesillere ihtiyaç olduğunu bilen hükümetler, halk arasında yaygınlık gösteren ve insan kaybına neden olan bulaşıcı ve ölümcül hastalıklarla mücadeleyi ön plana aldılar. Sağlıklı bir nesil yetiştirme meselesi, ülke nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan köyler göz önünde tutulmaksızın gerçekleştirilmezdi. Ayrıca sıtmanın şehirlerden uzak yerlerde, özellikle köylerde ve kırlık alanlarda görülmesi nedeniyle mücadele bu kırsal kesimlerde yoğunlaştı ve köylerin özelliklerine göre bazı uygulamalara gidilmişti.

SAĞLIK TEŞKİLATININ KURULMASI

Diğer öncelikli sağlık politikaları ise ilaç, serum; bunların üretilebilmesi için gerekli müesseselerin kurulmasıydı. Kısacası çok yönlü bir mücadelenin yapılması gerekiyordu: Eğitim, üretim, teşkilatlanma, maddi kaynak sağlanmalıydı.

İlk bakanlar kurulu toplantısının ardından Dr. Adnan Bey, emrine verilen sıhhiye memuru ile Ankara Vilayet Konağı’nın bir odasında çalışmalara başladılar. Ülkenin neresinde sıhhiye memuru, doktor, hastane ve sağlık ocaklarının olduğuna dair kayıt bulunmadığından, ilk adıma bunlar kayıt altına alındı. Salgın hastalıklar içinse ilk adımlar atılmaya başlanılmıştı bile: Kuduz Tedavi Müessesesi, Aşıhane ve Bakteriyolojihane kuruldu, Burgaz Adası’nda verem sanatoryumu açılmış ve İtalya’dan çiçek aşısı getirtilmişti.

10 Mart 1921’de Adnan Bey’in yerine Refik Saydam bakanlığa getirildi. Tabiplere mecburi hizmet zorunluluğu, bulaşıcı hastalıklara karşı mücadele zorunluluğu geldi. Sağlık Bakanı Saydam, 1925’te TBMM’de Bakanlık Çalışma Programı’nı açıklarken, yeni 150 dispanser yapıldığını ve 100 tanesinin hizmete girdiğini, İstanbul ve Sivas’ta iki sıhhiye memuru okulu açıldığını, sıtma savaşı için mücadele hazırlığında olunduğunu, frengi ve trahom ile savaşın devam ettiğini, ilçelerdeki doktor açığının büyük ölçüde kapandığını, röntgen cihazlarının, mikroskopların ve sıtma için gerekli kininin alındığını belirtmişti. Verem dispanserleri açma, diğer bulaşıcı hastalıklarla mücadele etme, Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu açılması, milli tıp kongreleri düzenleme maddeleri konulmuştu. Sivas ve Ankara’daki kimyahaneler birleştirilmiş, Hıfzıssıhha Kurumu oluşturulmuştu.

HIFZISSIHHA KANUNU

1930 yılında kabul edilen ve halen yürürlükte olan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ise, halk sağlığını korumaya yönelik ilk kanundur. 1937 yılına kadar görevine devam eden Refik Saydam, Cumhuriyet döneminin sağlık alanındaki öncüsü olmuş, bulaşıcı hastalıklara karşı büyük mücadele vermiştir.

Hıfzısıhha kurumu, dinamik yapısı sorunları tanıma ve çözmedeki etkisi ile sağlık sorunlarını çözmede güvence oluşturmaktaydı. Günümüzde yaşadığımız salgında ve aşı üretiminde ön alabilmek için yine böyle bir kuruma gerek var.

Sonraki Haber