‘Sol’cu tekelin CEO’su Livaneli

Zülfü Livaneli'nin, 'Kültür-sanat bizim yani, solda olanların işi.' sözleri tartışma yarattı. Sanat piyasası sadece tüketicisini değil üreticisini de şekillendirir. Livaneli de sanatı 'sol' starların tekeline vermek peşinde. Kendisine neoliberal solun CEO’su dersek hakkını teslim etmiş oluruz kanımc

Zülfü Livaneli, İstanbul Maltepe Belediyesi tarafından yayınlanan İstasyon Dergi’nin kuruluşunun birinci yılı etkinliğinde konuştu. "Vicdanı olmayan, empati duymayanlar, insanın dertleriyle dertlenmeyenler sanat yapamaz. Kültür-sanat bizim yani, solda olanların işi." sözleri tartışma yarattı.

Aslında böyle bilim dışı bir önerme üzerinden uzun tartışmalanın bir anlamı olmadığı söylenebilir. Yalnızca sanat tarihinde ve günümüzde sanat adına bu tip bir genellemenin yanlışlığını kanıtlayan örnekleri sıralayacağımız bir liste hazırlamaya kalksak; Dede Korkut’tan Nabi’ye, Bach’tan, Günter Grass’a liste uzar gider. Kolayca çürütülebilecek bir önerme Livaneli’ninki. Ancak bu yazının amacı, Livaneli’nin gerçeği ifade etmeyen bu önermesini çürütmek değil. O işin kolay kısmı. Bu yazının amacı, Livaneli’nin bu sözlerinde beliren iki noktaya odaklanmak; Livaneli’nin "solda olanlar" diye tanımladığı "Biz"i ve "Ben"i.

CANAVARLARIN DONUNDAKİ DERVİŞLER

Livaneli, kültür-sanat işini, biz kümesinin tekelinde tanımlarken yalnızca bir kibir belirtisi göstermiyor. Sanatçı için vicdan, empati ve "sol"culuk ölçütleri koyuyor. "Vicdanı olmayan, empati duymayanlar, insanın dertleriyle dertlenmeyenler sanat yapamaz." diyor.

Belirttiği yargı öylesine metafizik ki nereden tutsanız elinizde kalır. Vicdanı olmayan, empati duymayan ya da insanın dertleriyle dertlenmeyen insan var mıdır? Belki evren içindeki varlıkları mutlak iyiler ve mutlak kötüler olarak tanımlayan hristiyan dualizminde (ikicilik) ya da Yüzüklerin Efendisi filminde böyle kişilere rastlanabilir. Ancak gerçek hayattaki gerçek insanlar açısından bunu söylemek imkansız. Yunus Emre "Çok canavarlar dolaşır donunda dervişlerin." diyor ya, bu aynı zamanda "Çok dervişler dolanır donunda canavarların." demektir. Her insanın içinde iyi ya da kötü olarak tanımlayabileceğimiz davranışların tohumları vardır ve mutlaka az ya da çok boy verir.

Livaneli'nin, metafizik saptamasının acizliği açık. Cümlesinin devamı ise uydurduğu metafizik zırhın içini dolduruyor. "Kültür-sanat bizim yani, solda olanların işi."

HİZMETKAR YONTUCULAR VE SAĞCI LENİN(!)

Solcular, vicdanı olan, empati duyan, insanın dertleriyle dertlenen insanlar. O nedenle sadece onlar sanatçı olabilir. Köleci Yunan hakim sınıflarının ideolojik ve kültürel hegemonyasını sağlayan heykelleri, Zeuslar, Athenalar, Herküller vs hiçbiri sanat eseri değil. Çünkü o eserleri üreten sanatçı olmayan vicdansızlar köleci kültürün hizmetkar yontucuları. Ya da sarayın mimarı Koca Sinan'ın Selimiye Camisi’nde bir sanat eseri sayılamaz. Sinan da sanatçı değil saray kulu.

Şöyle diyenler olabilir. "Canım sağ sol kavramları modern kavramlar 18. yüzyılda çıktı. Sonrasına da Livaneli'nin yargısıyla bakmaya devam edelim o zaman. Klasik müziğin saray ve kilise çatısı altında ve ideolojileri doğrultusunda üretim yapan devleri, Bach, Mozart, Vivaldi ve benzerleri, sanatçı olamıyor. Faşist Franco taraftarı Salvador Dali’yi, ülkesi işgal edildiğinde bile Nazi destekçiliğini bırakmayan Nobelli yazar Knut Hamson’u da listeye almalı.

Biraz daha vites yükseltirsek; Lenin’in en çok okuduğu yazarların, 1795’te Fransız İhtilalcilerine karşı kralcı protestolara katılan Balzac, Ortodoks hristiyanlığını kurtuluş reçetesi olarak sunan Dostayevski olması karşısında kendisini solculuktan aforoz etmemiz de gerekir. Yakın zamanda "Atatürk solcu değildi." çıkışıyla ses getiren Livaneli’nin solcu olmayanlar listesine girecek çok isim olacağı açık.

LİVANELİ’NİN BİZ’İ İÇİNDEKİ BEN

Peki, kimdir Livaneli’nin solcu dedikleri? "Türkler, 1.5 milyon Ermeni'yi kesti." diyen Orhan Pamuklar(1) , "Başkan Apo’nu heykelini dekeceğiz." diyen Selahattin Demirtaşlar(2), (yakın zamanda kendisinden edebiyatımızın usta kalemi diye bahsetmişti.) liste başında yerini alacaktır. Soykırımcı tarihimizle yüzleşelimciler; devlet merkezinden bağımsızlığıyla övünüp, batı kapitalist merkezlerinden fonlanmaktan hicap duymayanlar; bienallerde yer almayı, yurt dışında festivallere katılmayı, Netflix’te yayınlanabilmeyi, "sol"cu jürilerden ödül kapmayı garantileyen neoliberal kimlikçiliği eserlerine boca edenler…

Gelelim Livaneli’nin "biz"i içindeki "ben"e. Emperyalist-kapitalist sistemin parlak yıldızı olmanız için birincil ölçüt, bireyciliktir. Hatta sistem kendi sanatçısına birey olarak kendisine muhalefet alanı da tanır. Doğu Perinçek’in ifadesiyle "Sen mahsuscuktan biraz bağımsız, biraz anarşist olacak, biraz beni eleştirir gibi yapacaksın, hatta yaramazlıkların da olacak; bu senin özgürlük alanındır; bunu sana tanıyorum, ama sonuç olarak sistemin değerlerini yeniden üreteceksin."(3) Neoliberal sistemin temel değeri olan bireyciliğin, neoliberal solun sanatının temeli olduğunu gösteren milyonlarca örneğin varlığına her gün tanık oluyoruz. Ancak, muhalif görünümlü ve eleştiriye karşı koruyucu Livaneli usulü metafizik zırhlarla korunan biçimde.

MÜHİM OLAN YAPIT MI İSİM Mİ?

Livaneli'nin "bizim işimiz" vurgusunda önemli bir çarpıtma daha var: Sanatçıyı ürettiğini, eserini esas almadan tanımlamak. Kaya Özsezgin'in; "Yapıt değil 'isim' önemlidir bizim sanat yatırımcıları için."(4) sözü akla geliyor. Livaneli'nin cümlesinde, neoliberal sistemin "Star kültü" kendini belli ediyor. Piyasa beklentisiyle uyumlaşan bir çizgi Livaneli’ninki. Milyonlar harcanan reklamınız yapıldıysa, sosyal medyada milyon takipçiliyseniz, marjinal çıkışlarınızla ilgiyi üstünüzde toplayabiliyorsanız; kitaplarınız çok satanlar listesine girer, film posterlerinde en öne fırlarsınız, bienallerde baş köşede yerinizi alırsınız. Sanat piyasası sadece tüketicisini değil üreticisini de şekillendirir. Livaneli de sanatı "sol" starların tekeline vermek peşinde. Kendisine neoliberal solun CEO’su dersek hakkını teslim etmiş oluruz kanımca.

Ancak sanat tarihine baktığımızda, yarına kalanların yapıtlar olduğunu görüyoruz. Tarih içinde sanatçıların ürettiği eserlerin, kişiliklerinin, politik görüşlerinin dışında hatta zıttında bir konuma yerleştiğine bile tanık oluyoruz. Livaneli’nin de yüzünü döndüğü batıdan bir örneği, Giorgio Morandi’yi anlattığı yazısından, sanat eleştirmeni John Berger’den alıntılayalım. "1920'lerin sonunda tüm kalbiyle faşizme inanmıştı. Maddi zaruret yüzünden öğretmenlik yapmak belki de bu nedenle pek canını sıkmadı. Gravür eğitimi verirdi ve disiplin kusursuz olmalıydı. Günümüzde Morandi'nin sanatından daha az politik ve (her tür demogojiye tümüyle karşı olduğundan) özünde faşizme daha karşı bir sanatı hayal etmek zor."(5)

Herkesin iyi bildiği birkaç örnekle bu faslı kapatalım. "Evrim denince ilk akla gelen görüntü nedir?" diye sorsam? Kanımca hepinizin gözleri önüne maymundan insana evrilen sıralamalı çizim gelir. Bu karikatürü çizenin evrim karşıtı olduğunu ve dalga geçmek amaçlı bu çizimi yaptığını ise bilen azdır. Peki, I. Enternasyol'in kuruluş toplantısında defalarca söylenen o dönemin devrimci marşı Marseillaise marşının yaratıcısının devrim karşıtı bir düşük rütbeli asker olmasına ne demeli.

CANAVARIN TEK DİŞİ

Neoliberal sistem çöküşte. Ekonomik, askeri, siyasi etkisindeki muazzam güç kaybı aşikar. Geçmiş sistemlerde olduğu gibi kültür alanındaki çöküş daha geriden geliyor. Tek dişi kalmış canavar emperyalizmin, o son dişi ideolojik ve kültürel hegemonya. Fakat artık o diş de sallanıyor. O sallanan dişe tutunan Livaneli gibilerin gün geçtikçe bilim dışılığa ve metafiziğe sürüklenmesi doğal.

Geçer akçe olarak yapıtları iş yapmayan neoliberal sol, bireysel varlıklarını starlaştırma çabası içinde görünüyor. Ancak o sahte "sol" yaldızları da dökülüyor. Bertolt Brecht'in şu sözleriyle bitirelim; "Dün halkçı olarak nitelenen, artık bugün, halkçı sayılamaz; çünkü halk da dünkü halk değil."(6)

1 https://www.haber3.com/guncel/zulfu-livaneliden-cumhurbaskani-erdogana-orhan-pamuk-tepkisi-haberi-5064216

2 https://www.yenisafak.com/gundem/zulfu-livanelinin-selahattin-demirtas-paylasimi-olay-oldu-edebiyatimizin-usta-kalemi-3706515

3 Doğu Perinçek, Parti ve Sanat, Kaynak Yayınları, Geliştirilmiş 3. Basım, Haziran 2020, s. 91

4 Kaya Özsezgin, The Sanat, Kaynak Yayınları, 1. Basım Ağustos 2013, s. 22

5 John Berger, Sanatla Direniş, Metis Yayınları, İkinci Basım, Mayıs 2017, s. 105

6 Bertolt Brecht, Sosyalist Gerçekçilik ve Toplum, ALTIN KİTAPLAR, 1980, s. 96

Sonraki Haber