Stockholm’de ‘namus şiddetine’ dur diyen Türk

Sosyal hizmetler uzmanı Dilek Baladız ile ‘namus adına şiddet’ üzerine söyleştik. Baladız, İsveç’te namus adına yapılan şiddetin Müslümanların sorunu gibi gösterildiğini vurguluyor.

Dilek Baladız soruyor: “Zorla tecavüz eden erkeğin namusu nerede? Karısını, kızını döven erkeğin namusu nerede? Karısını aldatan erkeğin namusu nerede? Cinsel tacize uğramış fotoğraf ve görüntüleri çekilen kadınlara şantaj yapan erkeklerin namusu nerede?”

TÜLİN UYGUR / STOCKHOLM

Dilek Baladız, Stockholm’de İl Sağlık, Belediye ve Polisin bir araya gelerek oluşturduğu “Namus Adına Şiddet Merkezi - Origo”nun yöneticisi. Görevi için yanıp tutuşan memurlar vardır ya işte öyle biri. Yıllardır binlerce kişiye eğitim veren, başı derde giren gençlere kol kanat geren bir yönetici.

Dilek’in ailesi Konya’nın Kulu ilçesinden uzun yıllar önce İsveç’e göçenlerden. Dilek 1974 yılında Stockholm’de doğmuş, göçmen yoğun bir bölgede geniş aile içinde annesinin yanında büyümüş. 16 yaşında evlendirilen annesi, henüz 20 yaşında genç bir kadınken mutlu olmadığı evliliğini bitirmiş, hem de çevre baskısına rağmen. Dilek babası olduğu halde hayatında “baba” olmadan büyümüş. Dilek’in velayeti annesine verilmiş, baba da kızını arayıp sormamış. Anne kendi ayakları üzerinde durmayı başardığı gibi kızını da tuttuğunu koparacak gibi yetiştirmiş.

NE TÜRK OLABİLMİŞ NE DE İSVEÇLİ

Dilek okul yaşamı boyunca kendisini iki kültür arasında sıkışmış hissetmiş. Ne Türk olabilmiş ne de İsveçli. Hatta göçmeni az bir bölgede çocuklar simsiyah saçlarını ellemiş gerçek mi diye! Üstelik bir de farklı yetiştirme biçimleri arasında kendisi için neden “olmaz”, İsveçli arkadaşları için neden “olur” anlamamış. Dilek, bir yanda geniş ailenin norm ve değerleri, diğer yandan artık bir parçası olduğu İsveç’in norm ve değerleri arasında sıkışıp kalan binlerce gençten biri olmuş. İki kültür arasında kalmak o kadar ağır yüke dönmüş ki Dilek için, üniversiteyi bitirdiği yıl bavulunu kapıp İzmir’e gitmiş. Amacı çalışmak ve çok sevdiği ülkesinde yeni bir hayat kurmakmış. Ama evdeki hesap çarşıya uymamış.

Ne Türkçesi ne yaşam biçimi ne de İsveç’te çalışma hayatında alıştığı kodlar İzmir’e uymuş. Türkiye’deki sınıfsal uçurumlar, çok belirgin işyeri hiyerarşisi, bazı burnu havada insanlar derken İsveç’teki Türk “Dilek”, Türkiye’de İsveçli “Dilek” olmuş. Yaşadığı hayal kırıklığıyla yine bavulunu kaptığı gibi alıştığı yere Stockholm’e dönmüş. Kendisi gibi iki kültür arasında sıkışanlara yardım etmek düşüncesiyle seçtiği “sosyal hizmetler uzmanı - sosyonom” mesleğine hızlı bir giriş yapmış.

DON KİŞOT GİBİ MIZRAK ELDE MÜCADELE

Gençlerin haklarını savunmak, onları sosyal çevre baskısına karşı korumak, İsveç kanunlarının göçmen bölgelerinde de eksiksiz uygulanmasını sağlamak için çalışmaya koyulmuş. Bir yanda ataerkil yapılanmalara karşı diğer yandan da bu tür aile yapılarını anlamayan İsveç bürokrasisine karşı Don Kişot gibi mızrak elde mücadeleye başlamış. Gençlerle ve ailelerle konuşurken zorlanmazken inisiyatif kullanamayan bazı yöneticilerle anlaşamamış, kadın-erkek eşitliği peşinde koşarken işyerinde göçmen bir kadın olarak hiyerarşinin en altına itilmeyi kabul edememiş.

Göçmen yoğun farklı bölgelerdeki gençlerle, ailelerle, okullarla çalışmalarında ortak bulgular fark etmiş. Üstelik İsveç entegrasyon sorunlarını çözemezken farklı kökenden örneğin Arap, Süryani, Türk, Kürt, Pakistanlı gençlerin birbirlerine kolayca entegre olduklarını, gruplar arasında “namus” konusunun bulaşıcı hastalık gibi yayılıp kemikleştiğini, çevre baskısının katlandığını görmüş. Stockholm ili adına bazı projelerde “namus adına şiddet “konusunda çalışmalar yaparken bulgularının doğru olduğunu tespit etmiş. Bunun üzerine İsveç toplumunda çalışmaların genç kızlar ve kadınlar üzerine yoğunlaştığı bir dönemde “erkekler hakkında konuşup erkeklerle konuşmadan çözüm bulunabilir mi” diye sormuş. “Onlar da konuşsunlar dinleyelim” demiş. Bir ilke imza atarak farklı kökenlerden genç erkeklerle, yaptığı röportajların çarpıcı sonucunu “Namusun Gölgesinde-Delikanlıların Bakış Açısı” bir kitap yazarak topluma sunmuş.

Dilek Baladız 2013 yılından bu yana Origo’nun yöneticisi. Bir yandan öğretmenlerin, sosyal hizmetler uzmanlarının, polislerin “namus adına şiddet ve belirtileri” konusunda eğitilmesi ile ilgilenirken diğer yandan da birlikte çalıştığı ebe, polis, sosyal hizmetler uzmanından oluşan ekibiyle kapılarını çalan gençlere danışmanlık veriyor, destekliyor, can güvenliklerini sağlıyor. Aydınlık Avrupa Eki için meslektaşım Dilek Baladız’ın kapısını çaldık.

‘ORİGO’YA HAREKETİ KISITLANMIŞ GENÇLER BAŞVURUYOR’

-Dilek size kimler başvurabilir? Sorunları nelerdir?

-Bize Stockholm ilindeki tüm bölgelerden 13-26 yaşındaki gençler başvurabilir, telefonla bilgi alabilir ya da randevu alarak görüşmek üzere büromuza gelebilir. Güvenlik nedeniyle adresimizi gizliyoruz, ziyaretçilerimizden de kendi ve başkalarının güvenliği için buna saygı göstermelerini istiyoruz. Bize ailesinden baskı gören, en basit özgürlüğü dahi olmayan, hareketleri kısıtlanan kontrol altında tutulan gençler geliyor. Ailelerin uyguladığı baskılara en basit örnek okul saatleri dışında çocuklarının çeşitli faaliyetler katılmasına izin vermemeleri. Aileler gençlerin okul gezilerine katılmasına izin vermiyor. Kızların sınıf arkadaşı erkek bir öğrenciyle yan yana yürümesine dahi dedikodu çıkacak, ailenin namusuna laf getirecek korkusuyla izin vermiyorlar. Erkek çocuklarına ise genelde “erkektir” diye karışılmıyor. 

Bize “namus” adına baskı gören, şiddet uygulanan gençler geliyor. Çalışmamız onlarla sınırlı. Bu gençler kontrol ve psikolojik baskı altındalar. Dövülenler, eve kapatılanlar, okula gönderilmeyenler, ülkesine gönderilmekten korkanlar da var. Bekâret baskısı, cinsiyet normları, evliliğe zorlanmak gibi sebeplerden dolayı tehlike altındaki gençler geliyor.

DEMOKLES’İN KILICI: EL ÂLEM NE DER

-O halde “namus adına şiddet” nedir? Bize bu konuyu anlatır mısın?

Namus adına şiddet özellikle kadınların cinselliği üzerinden uygulanan bir şiddet türü. Kolektif tarafından onaylanan, uygulanması için cesaretlendirilen, özellikle kadın ve kızların cinselliğini katı kontrol altında tutan bir şiddet türü. Delikanlı ve erkeklere de kadınlarla, kız kardeşleriyle dayanışma gösterdiklerinde baskı ya da şiddet uygulanabiliyor. “Namus” normları ile yetiştirilmiş kızlarla arkadaşlık eden gençler dışlanabiliyor, tehdit ve şiddete maruz kalabiliyor. Ayrıca cinsel eğilimler yönünden ait oldukları toplumun normlarına uymayanlara ve bunu açıklayanlara da şiddet uygulanıyor.

Bize gelen gençlere çocukluklarından itibaren yazılı olmayan normların öğretildiğini görüyoruz. Bekâretin önemi, evlenmeden önce cinsel ilişki kurulamayacağı, ilişki kuranları ne tür cezaların beklediğini hepsi biliyor. “El âlemin ne diyeceği” ailenin tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi sallanıyor. Cinsel eğilimleri farklı gençlerin de başına gelecekler belli. Kısacası çekirdek aileyi çevreleyen sosyal çevrenin katı kuralları, normlar çocukluktan işleniyor, öğretiliyor. Asılsız bir dedikodu bile aile kolektifinin normlarını harekete geçirebiliyor. Baba kadar, ağabey, amca, dayı o gencin üzerinde baskı ve şiddet uygulama hakkına sahip olabiliyor. Gençler ailenin katı normlarını sürekli üzerlerinde hissettiklerinden korku ve tedirginlik içinde yaşıyorlar. Namus hala kızların bacakları arasında zannediliyor. Orta Çağ anlayışıyla namus kadınlarla özdeşleştirilerek kadının cinsel hayatının kısıtlanmasına indirgeniyor. Ben de soruyorum diyorum ki zorla tecavüz eden erkeğin namusu nerede? Karısını, kızını döven erkeğin namusu nerede? Karısını aldatan erkeğin namusu nerede? Bize cinsel tacize uğramış genç kızlar geliyor, fotoğrafları veya videoları çekilmiş. Karşı taraf sürekli şantaj yapıyor. Bu şantajcı erkeklerin namusu nerede?

‘ÇOCUKLARA AİLEYİ UTANDIRMAMA DUYGUSU YÜKLENİYOR’

-Gençler size geldiklerinde neler anlatıyorlar? Hangi duygularla boğuşuyorlar?

Yukarda söylediğim gibi gençler çocukluklarından kendilerine öğretilen normlardan ve değerlerden bazılarını ya da hepsini çiğnediklerini düşündüklerinde korkarak bize geliyorlar. Utanç ve suçluluk duygusu arasında eziliyorlar. Bazılarının yaşadığı bölgelerde sosyal kontrol çok fazla, akrabaları çok. Gençlerin neredeyse nefes alması imkansızlaşmış. Gençler bize yaşadıkları her şeyi anlatıyorlar. Maalesef aileler cinsellik üzerinden çocuklarına “aileyi utandırmamak” duygusunu yüklüyorlar.

“Namus” baskısı altındaki gençler bir yandan aileyi utandırdıklarını düşünüyor, bir yandan da ailelerine karşı suçluluk duyuyor. Sonuçta duygusal olarak çökmüş oluyorlar. Biz gençleri bu duyguların ağırlığından kurtarmaya çalışıyoruz. Her birey kendi hayatına, nasıl yaşamak istediğine kendisi karar verebilmeli. Kendi eğitimini, işini, eşini seçebilmeli. Bunlar en temel insan hakları. Bazen ailelerinin zorla evlendirmek istediği delikanlılar geliyor. Okulda âşık olduğu bir kız varken ailenin seçtiği kızla evlenmek istemeyen bu gençlere büyük baskılar uygulanıyor. Evlerinden dahi atılanlar var. Cinsel ilişkiye zorlanmış veya kendi isteğiyle biriyle birlikte olmuş ama ailesinin vereceği cezadan korkan kızlar geliyor, devlet korumasına alınıyor. Bu kızların çektiği aile özlemine şahit olmak çok üzücü. Cinsel kimliğini ailenin ve öğretilen normların dışında yaşamak isteyen gençler de çok baskı görüyor, bizden yardım istiyor. Bazı delikanlılar kız kardeşlerine baskı yapmak istemedikleri, onların “kendi yaşam tarzlarını seçme hakkına” saygı duydukları için aileden “sen nasıl ağabeysin, sen ne biçim erkeksin” diyerek dışlanıyorlar. Farklı dinlerden gençler geliyor, ağır din baskısı altındalar, beyinleri yıkanmak isteniyor, istemedikleri bir yola sürüklenmeye çalışılan gençler geliyor. Sosyal kontrole dayanamayan intihar düşünceleriyle kıvranan gençlerle karşılaşıyoruz.

-Peki size sığınıp devlet koruması altına alınan gençleri ne bekliyor?

Devlet koruması öncelikle can güvenliği sağlıyor. Tabii alıştıkları düzen altüst olduğu için sıkıntı da çekiyorlar. En çok kardeşleri varsa onları özlüyorlar. Her şeylerini kaybedip sıfırdan başlamak zorundalar. Sığınma evinden çıkıp yapayalnız bir hayata adım attıklarında da yardıma ihtiyaç duyuyorlar. Bu gençlere kapımızı kapatmıyoruz. Yeniden gelmek isterlerse geliyorlar, dertlerini dinleyip kendi çözümlerini bulmalarına yardımcı oluyoruz.

‘NAMUS ADINA ŞİDDET MÜSLÜMAN SORUNUYMUŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR’

-En çok hangi gruplarda namus adına baskı ve şiddet var? Namus adına şiddet bir “Müslüman” sorunu mu?

-Namus adına şiddet birçok ülkede önemli bir sorun. Dolayısıyla farklı etnik ve dinsel kökenlerden gelen insanların yaşadığı İsveç’te de sorun. Bazı göçmen gruplarında daha çok rastlanıyor. İsveç’te namus adına şiddeti Müslümanların sorunuymuş gibi yansıtmaya çalışanlar var ama bu doğru değil. Bize ailesinin ateist olduğunu söyleyen gençler de geldi, İsveçli sekt üyeleri de. Bizim için kolektif grup baskısı ve sosyal kontrol ve normların çiğnenmesi anahtar sözcükler. Gençlere dinsel kimlikleri ötesinde normlar çerçevesinde kolektif baskı uygulanıyor. Neredeyse tüm gruplarda “utanç” “el âlem ne der” baskısı var. Üstelik bir seferlik bir şiddet olayından bahsetmiyoruz. Süreklilik söz konusu. Yapılan araştırmalar “namus adına şiddet” uygulanan ailelerde aşırı kontrol ile başlayan sürecin önlem alınmadığı takdirde kontrol-kısıtlamalar-dedikodu-tehdit-şiddetle devam ettiğini ve en uç noktalarda da intihar ve ölümle bittiğini gösteriyor.

-Peki annelerin rolü nedir namus adına şiddet konusunda?

Annelerin gelenekleri, normları taşıdığını biliyoruz. Annelerin de babaların da bu arkaik norm sistemini sorgulayabilmesi için önleyici ve destekleyici çalışmaların çok erken dönemlerde başlaması gerekir. Biz ailelere daha anaokulu döneminde ulaşılmasını istiyoruz. Üstelik eğer aileler yapılan bu tür önleyici, destekleyici, bilgilendirici çalışmalara katılmıyorsa, görevliler aileler neredeyse oralara gidip mutlaka bu ailelere ulaşmalı. Yoksa bu toplumsal sorun azalmak yerine gruplar arasındaki iletişimle de bağlı olarak artacak.

‘PARALEL TOPLUMDA İNSANLAR BİR ARAYA GELMİYOR’

- İsveç’te sokak infazları, gençlerin suçluluk oranlarındaki artışın ardından politikacıların ve hükümetin diline “paralel toplum” diye bir söylem yerleşti. Sence paralel toplum nedir, sizin çalışmalarınızı etkiliyor mu?

- “Biz ve onlar” anlayışını güçlendiren ayrışmış bir toplumdan bahsediliyor. İnsanların doğal olarak birbiriyle bir araya gelemediği bir toplum. Tabii ki bu durumda entegrasyon da güçleşiyor, göçmen grupları için dil öğrenmek, iş hayatına girmek zorlaşıyor. Bizim çalıştığımız gençler için özgürlük ve güvenlikten yoksun bir yaşam anlamına geliyor. Yaşadıkları mahallede yürürken her dakika arkalarına bakıp tanıdık birileri var mı, biri kendilerini gözlüyor mu diye tedirginlik hissetmeleri ve dedikodu çıkarılmaması için kendilerini zorlamaları demek oluyor. Gençler yaşadıkları bölgelerde çevre baskısı altında kalırken, İsveç toplumunda da yer bulamadıkları ve dışlandıkları düşüncesiyle gelecek kaygısıyla yaşıyor.

‘GENÇLER HAYATIN HER ALANINDA OLMALI’

- Siz Türk gençleri dâhil etnik kökenine bakmaksızın tüm gençlerle çalışıyorsunuz. Ama ben çalışmaların ışığında Türk gençlerine ve ailelerine nasıl bir mesaj vermek istiyorsun diye soracağım.

-Gençler bizim geleceğimiz. Kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir hayat istiyorlarsa önce dili iyi bir şekilde öğrenecekler. İş hayatında ezilmemek için diplomalarını alacaklar. Ekonomik özgürlüklerini kazanmaları şart. Gençlerimizi politikada ve her alanda söz sahibi olacak yerlerde görmek isterim. Birbirlerini ezmek yerine destek olsunlar, omuz omuza versinler. Dedikodudan kesinlikle uzak dursunlar. Yarının anne ve babaları olacaklar, kendi çocukları arasında asla kız-erkek ayırımı yapmasınlar. Dertleri varsa güvendikleri yetişkinlerle konuşsunlar. Unutmasınlar ki derdini söylemeyen derman bulamaz. Derman bulamayan da mutlu olamaz.

Anne ve babalara gelince, çoğu baskılarla büyümüş, zorla evlendirilmişler. Bu yüzden şiddet ve baskıya karşı toleransları yüksek olabiliyor. Bazıları dövülmüşler, şimdi kendileri de dövmesinler! Bazıları “el âlem ne der” diye baskı altında yaşamışlar, şimdi çocuklarına da aynısını yapmasınlar. Akrabalar dedikodu yapmasın. İsveç’te sevdikleri varken anne ve babalarının zoruyla evlilik yapanlar var. Çoğu da akraba evlilikleri. Mutsuz evlilikler sonucu boşananlar artıyor. Artık bunlara son versinler, kendi büyüklerine “dur” desinler. İsveç’te yeni yasalar var. 18 yaşın altında nikâh, dini nikâh, zorla evlendirmek yasak. Zorlamanın sonu cezaevinde bitebilir. Aileler çocuklarına destek olsunlar ki çocuklarını kaybetmesinler. Kızlarımız eğitime daha çok önem veriyor, delikanlılarımız da versin. İsveç’te farklı etnik kökenli insanlarla bir arada yaşarken çocuklarımız başka kültürlerden gençlere âşık olabilir. Artık çağ dışı kalmış normlar için çocuklarınıza kıymayın! 

-Dilek bu güzel söyleşi için teşekkürler. Sana işinde başarılar diliyoruz.

Ben teşekkür ederim. O kadar çok canı yanan genç kız ve erkek gördüm ki tek dileğim dünyanın hiçbir yerinde gençlere namus adına baskı yapılmaması.

Sonraki Haber