Stratejik bir ortaklıktan çok daha fazlası

FIRAT ARKALI

Bu yazıyı, herkesin bildiği gibi Türkiye-Rusya arasında 5 Mart’ta Moskova’da imzalanan mutabakatın gölgesinde yani İdlib’de başta Türkiye, Rusya ve Suriye olmak üzere tüm bölge ülkelerinin içerisine çekilmekte olduğu bir ABD/İsrail tuzağının bozulduğu koşullarda, geleceğe güven ve umutla bakarak yazıyoruz. İdlib’de yaşananların da sonucu olarak özellikle son süreçlerde "stratejik dostluk" ve "stratejik düşmanlık" söylemleri farklı biçimlerde sıkça kullanılır oldu. Kimileri ABD için stratejik ortaklık tanımlamasını yaparken, kimileri de Rusya ve Suriye için yapmakta. Peki bu güçlerden biri ülkemizin stratejik ortağı olmak zorunda mı? Öncelikle stratejik ortaklık ve stratejik düşmanlık kavramlarının ne ifade ettiğine bir bakalım.

Stratejik ortaklık, (devletler olarak ele alırsak) "İki veya daha fazla devletin çeşitli alanlarda ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda iş birliği yapmak için bir araya gelmeleri" olarak tanımlanabilir. Stratejik düşman ise, bu devletlerin milli çıkarlarına ulaşmak için izledikleri stratejik hedeflerin önüne kendi çıkarını gözeterek çeşitli derecelerde tehdit içeren engeller koyan düşman güçlerdir.

Kişisel bir çıkar beklentisi içinde bilinçli olarak düşman tarafta saf tutulmuyorsa eğer biraz tarih araştırması, süreçlere biraz Türkiye’den bakış ve stratejik saflaşmada kimlerin nerede durduğuna bakmak stratejik düşmanı da stratejik ortağı da gün gibi ortaya çıkarmaya yetiyor aslında.

ABD STRATEJİK ORTAĞIMIZ OLABİLİR Mİ?

Türkiye, Amerika’ya yüzünü dönmeye başladığı 1945’ten, Amerika’dan somut bir şekilde kopmaya başladığı 2014-2015’e kadar geçen 70 yıl içerisinde dönem dönem gösterdiği Kemalist refleksler dışında sadece yıkımı, acıyı ve ayrışmayı yaşadı. Son süreçleri ele alacak olursak;

  • 15-16 Temmuz’da FETÖ eliyle ülkemizi işgal etmeye çalışan,
  • Terör örgütü PKK’ya 60 bin TIR silah ve milyonlarca dolar para yardımı yapan,
  • Doğu Akdeniz’de, Ege’de; İsrail, Yunanistan ve GKRY ile Ana vatanımızı ve Mavi vatanımızı tehdit eden,
  • Yayınladıkları raporlardan, her devlet yetkilisine ve her yayın organına kadar her yerde Türkiye’ye olan düşmanlığını dile getiren ve "Sizi mahvederim" diyerek açıkça tehdit edebilen, ülkemizin 70 yıllık büyük belası ABD’den mandacıların söylediği gibi bize stratejik müttefik değil, sadece stratejik düşman olur.

PUSULAMIZ: TARİHİMİZ

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve arkadaşı Kılıç Ali ile yaptığı görüşmede "Size tek vasiyetim, Sovyetler Birliği ile dostluğu bırakmayacaksınız" diyerek ifade ettiği vasiyeti, aslında her iki ülkenin de tam bağımsızlık ve milli demokratik devrimlerini tamamlama ve ötesine taşıma yolunda onlarca yıl geçerliliğini koruyacak bir saptamayı ve çözümü ortaya koymaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ordularına karşı gösterdiğimiz, Çanakkale’yi geçilmez yapan o üstün mukavemet, Türkiye düşmanı Rus çarlığının yıkılıp, 1917 Şubat ve Ekim Devrimleriyle Türkiye’nin dostu olan bir Sovyetler Birliği’nin kurulmasını sağlamıştı. Biz ise, Sovyet Devrimi'yle kurulan yeni Rusya’nın yardımları ile Başkomutan Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kurtuluş Savaşı’mızı başarıya ulaştırabilmiştik. Her iki ülke de her alanda karşılıklı işbirlikleri ile yıllarca süren savaş ve yıkımdan sonra çok kısa süre içerisinde yapılan toplumsal ve ekonomik atılımlar ile üstün ilerlemeler sağlayabilmişti. Öyle ki; 1929 yılındaki küresel ekonomik krizde en ileri kapitalist ülkeler bile birer birer dökülürken devletçiliği ve halkçılığı esas alan ekonomi modeli ile ayakta kalmayı başarabilen iki ülke Türkiye ve Sovyet Rusya’ydı. Fakat ne zaman ki iki ülke ilişkileri yıpranmaya başladı, o zaman bu kazanımlar birer birer kayboldu. Türkiye Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmeyerek özellikle 1945’lerden sonra yüzünü Atlantik’e döndü. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da Kemalist devrimden uzaklaşmaya başladı. Rusya da aynı nedenle ve aynı süreçte kapitalizme geri dönüş aşamasına girdi. 1990’lara gelindiğinde ise Türkiye Kemalist devrim kazanımlarını neredeyse tamamen kaybetmiş, Sovyet Rusya yıkılmıştı.

EN TEHLİKELİ VİRÜS: KARA PROPAGANDA VİRÜSÜ

Bugün geldiğimiz süreçler, her alanda, karşılıklı milli çıkarlara dayalı iş birliğini bir kurtuluş reçetesi olarak tekrar önümüze koymuş, tarihsel zorunluluk ise bu iki ülkeyi tekrar yan yana getirmiş bulunmaktadır. Birlikteliği tekrar bozmak için stratejik düşmanların can havliyle çabaladıklarına son olarak İdlib’deki Türkiye-Rusya anlaşması ile bozulan ABD-İsrail tuzağının psikolojik yansımalarından açıkça görüyoruz. Kahraman ordumuz ülkemizin güvenliği için Suriye’de terör gruplarına yönelik en meşru operasyonları düzenlerken Atatürk’ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünü kullanarak "Savaşa Hayır" çığırtkanlığı yapan bir kesim "Atatürkçülerimiz" bu sefer de Atatürk’ün, Cumhuriyet düşmanı gericilerin şehit ettiği Kubilay olayından sonra söylediği "Menemen’i yakın" söyleminden bugün Rusya ve Suriye ile savaş anlamını çıkararak Atatürk’ten ve Cumhuriyet tarihinden ne derece bihaber olduklarını göstermiş oldular.

İşte psikolojik savaş unsurlarının topyekûn saldırdığı böyle bir ortamda devlet aklı galip gelerek Türkiye ve Rusya işbirliğinin sağlanması, stratejik ortaklıktan öte tarihsel zorunluluğun yeniden hayata geçmek için çabaladığının en net göstergesidir. Bu işbirliğinin devamı sadece Türkiye ve Rusya’nın değil, Suriye ve bütün bölge ülkelerinin hatta yükselen Asya cephesindeki tüm antiemperyalist kuvvetlerin yararınadır.

Sonraki Haber