Suudi Arabistan Asyalılaşıyor mu?

Suudi Arabistan, yakın zamana kadar Atlantik’in bölgedeki mızrak ucu işlevini görse de mızrak kırılınca körelen uç, ister istemez gövdeden kurtulmuş oldu.

Suudi Arabistan (SA) denince akla birçok yargı gelir ki bunların birçoğu hem Türkler hem de mazlum milletler kategorisinde yer alan 3. dünya ülkeleri, özellikle de İslam dünyası açısından siyasi tarihe dayanan olumsuz imgelerle örülüdür. Doğu uygarlığının yükselişinde Hz. Muhammed’in devriminin başlangıcına ev sahipliği yapan Arap Yarımadası’nın çağdaş mirasçılarından biri olan bu devlet, İngiliz emperyalizminin desteğiyle kurulan, petrol gibi müesses nizama şeklini veren emtialardan birine ayrıcalıklı bir miktarda sahiptir. Bölgede ateş gücü en yüksek ordularından biri olmak için devasa bütçelerden sakınmayan önemli bir ülkedir. Müesses nizamın ABD’ye geçmesinden beri Atlantik emperyalizminin etki ve yönlendirmelerine oldukça bağımlı bir jeopolitik eksen olagelmiştir. Bu basit tarihsel gerçekler, birkaç sene öncesine kadar Suudi Arabistan’ın, zihinlerdeki temsiliyetini değişmez birer manzume gibi tekrarlamaktaydı. Ta ki tarihin Asya’ya kayan sarkacında SA(Suudi Arabistan) yönetimi de sarkacın ağırlık merkezine yakın olan konumunun idrâkına varmış olacak ki günbegün bölge merkezci bir söylem ve eğilim geliştiriyor.

KIRILAN MIZRAK VE KURTULAN MIZRAK UCU

SA’nın, küresel ateş gücü endeksine göre Atlantik emperyalizminin bölgede baş tehdit olarak gördüğü İran’la -ve doğal olarak müttefikleriyle- ciddi biçimde boy ölçüşebilecek bir askeri gücünün olmadığı gerçeği, SA’nın değişen eğilimini anlamak açısından aydınlatıcıdır. (1) Emperyalist saldırganlığın bilançosunun en ağır olduğu yerlerden olan Yemen’de SA ve BAE milisleri, İran destekli bağımsızlıkçı Husiler’e karşı seneler süren işgalden ağır ekonomik kayıp haricinde bir şey elde edemedi. Dahası Cemal Kaşıkçı cinayetiyle birlikte hâlihazırda gerilmiş olan ABD-SA ilişkilerine, Biden yönetiminin, Yemen’de SA’ya daha fazla destek vermeyeceğini ilan etmesiyle daha fazla gerilim yükledi. (2) Biden yönetiminin il yüz gününde ilişkilerin onarılması için yönelik somut bir adım atmaması ve gerilimin hedef figürü olan Veliaht Selman bin Abdulaziz’e böylece güvenmediğini göstermesi, SA yönetiminin duyduğu endişeyi artırdı. (3) Bu durum, Trump yönetiminin Riyad yönetimine yönelik devasa bütçeli askeri anlaşmalar üzerinden ittifak kurucu hassas yaklaşımına ters düştü. Neticede SA, Atlantik kampında kendisi için eskisi gibi bir güvence olmadığını fark etti.

Yalnızca emperyalist yönetimlerin SA’ya yönelik tutumları değil, bölgede yaşanıp küresel çapta etkisi olan gelişmeler de SA’da Atlantik kampına olan güveninin kaybolmasına sebebiyet vermiştir:

Yarım asırdan fazladır Atlantik kampına zincirlenmiş Türkiye’nin, 2014’ten beri emperyalist işgale karşı kurucu kodlarına sarılması ve terörle kapsamlı ve tavizsiz mücadele politikasını benimsemesi

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki emperyalist saflaşmayı Libya’yla yakınlaşarak yarma kararlılığı ve buna koşut yayılmacı emeller gütmemesi

KKTC’de uzun süre sonra hâkim kılınan bağımsızlıkçı otorite

Yunanistan, GKRY ve İsrail’in East Med’ine karşı Türkiye’nin, Mısır(East Med’de olmasına rağmen) ve Suriye gibi senelerdir sorunlu olduğu ülkelerle siyasal İslam’ı terk ederek açık yakınlaşma girişimleri

Astana ve Soçi Mutabakatlarıyla birlikte gelen bölgesel oydaşmanın getirdiği güven ve caydırıcılık

Karabağ zaferiyle Güney Kafkasya’nın statüsünün çarpıcı şekilde değişmesi

Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’nin Batı Asya’daki ayağı ve İran başta olmak üzere bölgedeki ekonomik ve ticari ilişkilerde uzun vadeli kazan-kazan anlaşmalarının imzalanması…

Bu ve benzeri gelişmeler SA’yı daha yakından yüzleştiği güvenlik sorunlarına bir çözüm bulma mecburiyetine itti. Dolayısıyla Riyad, ulusal menfaatlerin gereği olarak bulunduğu eksenin açısında önemli değişiklikler yapmaya yöneldi. Bu yönelimin tarihsel olarak mümkün ve gerekli olduğunu gösteren 73-74 OPEC krizindeki koşullar, içinde bulunduğumuz dönemde mümkün olup o dönem mümkün olmayan nesnel durumlara bağımlı olduğu için Arap ülkelerinin -ister BAAS’çı Suriye ve Libya gibi kararlı, ister siyasal İslamcı SA ve BAE gibi kararsız olsun- emperyalizme ve siyonizme karşı aldığı tavrı başarıya ulaştıracak dinamiklerden yoksundu. Ne ki, bölgedeki İsrail’in Filistin’e işgaline destek veren Atlantik ülkelerine karşı cevap olarak dünya borsalarını krize sokan söz konusu yaptırımın öncülerinden SA, Atlantik kuvvetlerine verdirmek istediği ödünü ortaklarıyla birlikte örgütlü bir sistematikle yürütemediğinden, petrol gibi güçlü bir silaha rağmen kendini ABD zincirlerine sıkı sıkıya bağlı buldu. OPEC ülkelerinin yaptırımlarını iskeleti kırık bir şemsiyeye benzetebiliriz. Zincir, SA gibi körfez ülkelerinin Atlantik kampına boyun eğdiği ölçüde emperyalist sömürüden devasa paylar almasına izin vererek zaman içerisinde uzasa ve gevşese de zamanla Riyad’ı müesses nizama karşı ezilen dünyanın direnci ve kazanımlarıyla birlikte değişen(çok kutuplulaşan) uluslararası denkleme katılmaya mecbur kıldı. Yani temelde mesele, o zamanın imkânsızıyla şimdinin imkânları arasında bir noktada anlam kazanmaya başladı. SA, yakın zamana kadar Atlantik’in bölgedeki mızrak ucu işlevini görse de mızrak kırılınca körelen uç, ister istemez gövdeden kurtulmuş oldu.

SOMUT VE GÜNCEL GÖSTERGELER

Suudi Arabistan’ın fiili devlet başkanı Veliaht Muhammed bin Selman geçen günlerde bir TV röportajında İran’la yakınlaşma mesajı olarak yorumlanan ifadeler kullanmıştı. Bu mesaj, İran devlet yetkilileri tarafından da memnuniyetle karşılanmıştı. (4) Geçen nisan ayında Irak’ta ikincisi gerçekleşen SA-İran görüşmeleri, 2016’daki diplomatik kriz ve sonrasında yapılan karşılıklı açıklamalarla doruk noktaya ulaşan gerilimin artık sönümlenme sürecinde olduğunu alenen göstermiş oldu. (5) İsrail’in Filistin’e yönelik artan saldırganlığına karşı Ankara-Riyad-Tahran görüşmeleri, İran eski CB Ahmedinejad tarafından da çok olumlu olarak değerlendirilmişti. (6) Bu aşamaya kadar her açıklamasıyla ABD’nin İran’ı çevreleme ve baskılama stratejisinin önemli bir aracı olarak düzeysiz ve kışkırtıcı açıklamalarıyla bilinen Riyad’ın, bölgenin önemli ölçüde değişen mevcut denklemleri okuyarak dış politikada farklı bir yönelim sergileme isteği dikkatleri hak ediyor. SA’nın, ABD’nin İsrail’e güvence vermek için bölgede kurmak istediği Arap NATO’sunun bayraktar ülkesi olması göz önüne alındığında kulağa şaşırtıcı gelen bu söylemler, elbette SA’nın bir anda Batı Asya birliğini savunan bir devlete dönüştüğü ve anti-emperyalizm cephesine kaydolduğu anlamına gelmez. Ancak İran’ın diplomatik çevikliğiyle birlikte SA-BAE-Mısır-Ürdün görüşmelerine öncülük etmesi, bunun imkânsız olmadığını gösteriyor. (7) Öyle ki S-400’lere ilgi duymasından Yemen’de Husiler’e ateşkes teklif etmesi gibi adımlar atması, emperyalizmin yenilgisini kabul edip saf değiştirmeye mecbur olduğunu gösteriyor. (8) Bu gelişmeler Chatham House gibi emperyalist sistemin etkili düşünce kuruluşları tarafından da dile getirilmektedir. Örneğin şubatta yayımlanan bir raporda Suudi Arabistan, Türkiye’yle birlikte “kontrollerinin kaybedildiği, Avrasya'ya yakınlaşan ve (Atlantik için)rakipleşen eski müttefikler” olarak niteleniyor. (9) Çin ve Hindistan’ın da aynı safta değerlendirildiği bu ülkeler “zor dörtlü” olarak ifade ediliyor. Bu da doğal olarak “Arap NATO”su projesinin başarısız olduğunu ispatlıyor. Sonuçta SA, yarım asırdan fazla bir süredir Atlantik kampı adına bölgeye ektiği rüzgârların kendisi için yıkıcı olacak mahsulünü biçmek istemiyor.

SONUÇ

Bir Arap atasözü ""Önce komşu, sonra ev." der. (10) SA ve diğer körfez krallıkları jeopolitik zorundalığın gereği, kendilerine bölgesel bir yönelim tayin etmek istemektedir. Yemen’deki SA ve BAE destekli emperyalist işgalin bu ülkelere yüklediği ağır ekonomik yükün sürdürülebilir bir tarafı olmadığının anlaşılması, İsraille “normalleşme”nin Arap-İslam dünyasındaki huzursuzluğu ve -Katar hariç- Körfez aleyhtarlığını pekiştirmesi, Biden yönetiminin Riyad’a olan soğuk tavrı, Çin, Rusya, İran, Türkiye, Suriye ve Mısır gibi ülkelerin bölgesel çıkarlarda ortaklaşması gibi meseleler, SA’nın geçmişten bu yana komşuluk ilişkilerinde yarattığı tahribatı ve olumsuz imajı toparlaması için yeterli gerekçeler olarak görünmektedir. Öyle ki Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin geçen mart ayındaki Batı Asya turu ve Riyad’ın, Pekin’e karşı Atlantik stratejisinde konumlanmak istemeyişi bu bağlamda büyük bir önem taşımaktadır. (11)

İsrail siyonizminin Filistin’deki işgal ve saldırılarının şiddetlendiği bir zamanda İsrail’in sistemli terörizmine karşı İslam dünyası, Latin Amerika ve Asya’yla birlikte, Batı’da hâlâ insancıl değerleri savunan ahlaklı ve onurlu kitlelerin de sesini yükseltip ayağa kalktığı, köklü değişimlere gebe bir sürecin ayak seslerini duyuyoruz. Hayatın değişim yasasının geçmişte Suriye savaşına Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt gibi ülkelerle birlikte benzin döken ve Mısır’a karşı düşmanca siyasetler güden Türkiye’yi bu yanlışlardan saparak milli menfaatlerine sevk etmesi gibi Suudi Arabistan’ın da bölge ülkelerine yakınlaşarak Atlantikçi kampın zincirlerinden kurtulmasının koşulları olgunlaşmaktadır.

Dipnotlar

(1) Comparison of Saudi Arabia and Iran Military Strengths, Global Firepower, 2021.

(2) ABD, Yemen'de Suudi Arabistan'a verdiği askeri desteği sona erdirdi, Anadolu Ajansı, 2021.

(3) Acar, N. Muhammed bin Selman neden İran'a yaklaşıyor, Anadolu Ajansı, 2021.

(4) İran Dışişleri Bakanı Zarif: Suudi Arabistan'la yakınlaşmaya hazırız, Sputnik Türkçe, 2021.

(5) Suudi Arabistan, İran'la görüşmeler yürüttüklerini teyit etti, Sputnik Türkçe, 2021.

(6) Ahmedinejad'dan Türkiye açıklaması:'Bölgenin çehresi değişir', Aydınlık, 2021.

(7) Akfırat, F. ‘Arap NATO'su hayali sizlere ömür, Aydınlık, 2021.

(8) Saudi Arabia to take necessary measures to protect oil after drone attack, Al-Monitor, 2021.

(9) Soner, Y. Chatham House targetsChina, India, Turkey, Russia and Saudi Arabia at the same time, UWIDATA, 2021.

(10) Koçak, İ. (2018). Arap Atasözleri. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 35(1).

(11) Batı Asya’nın bahtı gülüyor, Aydınlık, 2021.

Sonraki Haber