Tahsin Yücel ve parasız yatılı olmak
Prof. Dr. Tahsin Yücel’i, 22 Ocak 2016 günü kaybettik. Yücel, yaşamını, yazına, yazınbilime adamış bir aydındı. Bilge bir kişiydi. Erdemliydi. Alçakgönüllüydü. Öykü, roman, deneme türünde pek çok yapıt yayımlamış, klasik- çağdaş birçok yapıtı da Fransızcadan çevirerek Türkçeye kazandırmıştı.
Tahsin Yücel’in anlatıları insanı anlama çabasının yetkin ürünleridir. Dostoyevski gibi asıl değerin bugün de merhamet ve sevgiden geçtiğini vurgular. Yapıtlarının çoğunda insanın içini acıtan bir mizah vardır. Onda güldürü öğeleri, ‘acının içinden sızdığından’ biraz buruktur.
Dile, konuya, biçime aynı derecede önem verir. Anlatılan olay ve ortamla uyumlu bir anlatım biçimi bulmaya özen gösterir. Okuruyla söyleşiyormuş gibi yazar. Okura tepeden bakmaz, ona ders vermeye girişmez. Duygusal olmamaya çalışır, ilk öykülerinin bazılarını bu açıdan eleştiriyor. Fazlalıkları eleyerek, yalın bir yöntemle yazar. Saint- Exupéry’nin: “Kusursuzluk ekleyecek bir şeyimiz kalmadığı zaman değil, çıkaracak bir şeyimiz kalmadığı zaman ulaştığımız şeydir” sözünü benimsemiştir.
İLKESİ: HERKESTEN ÖNCE KENDİNE HESAP VERMEK
Tahsin Yücel, yazmayı ve yayımlamayı bir yaşam biçimine dönüştürmüş, onun için yazın, çalışma saatleriyle sınırlı olmayan bir uğraş. Her şeyden ve herkesten önce kendi kendine hesap vermeyi ilke edinmiş, dürüstlüğü temel değer olarak benimsemiş, ‘görünmeye değil olmaya’ önem vermiş. Yazının tecimsel yanı onu fazla ilgilendirmiyor; “Haz alarak, düşüne düşüne, araya araya yazdığını” söylüyor.
Tahsin Yücel, Atatürk’ün Dil Devrimi’ne gönül ve emek verenlerdendir. Yabancı dille yapılan öğretime, güzel Türkçemizin kirletilmesine hep karşı durmuş, çeşitli gerekçelerle Dil Devrimi’ni karalayanları usanmadan eleştirmiştir. 1959 yılında Düşlerin Ölümü yapıtına, Türk Dil Kurumu öykü ödülü verilmiş.
'YÜREĞİMİN BİR PARÇASI HEP ORADA, ELBİSTAN'DA'
Tahsin Yücel, 1933 yılında Elbistan’da doğmuş, çocukluğu Elbistan’ın, Ötegeçe semtinde geçiyor. Birçok insan da olduğu gibi, onun için de çocukluk yılları belirleyici olmuş. Babasını, daha üç yaşına basmadan kaybediyor. Yaşadıkları bölge, zengin bir yer değildir, Yücel’ler de çok zor, kıt kanaat geçinen bir ailedir. Evleri, Ceyhan nehrinin kıyısındadır, annesi, ağabeyi ve ablası ile birlikte bu evde yaşarlar. İnekleri, ördekleri ve tavukları da vardır. Bu hayvanlar da onların yaşamlarının bir parçasıdır. Evlerinin pencereleri nehre bakar. Yücel, daha okula gitmeden balık tutmasını öğrenir, oltayla bayağı büyük balıklar tutar. Dedelerinden kalan birkaç tarlaları vardır, tarlalardan da bir şeyler gelir. Annesinin,-o zaman pek kimsede olmayan- bir dikiş makinesi vardır. Annesi dikiş diker. Mahalleden, mahalle dışından dikiş diktirenler olur, oradan da bir şeyler gelir, idare ederler.
Tahsin Yücel o, yıllardan belleğinde kalanları şöyle anlatıyor: “Çevrede de hiç kimsenin yaşamı çok farklı olmadığından yani bölgede en zengini ile en yoksulu arasında, en azından görünüşte büyük bir fark olmadığından, yoksul olmak bende bir aşağılık duygusu gibi bir etki yaratmadı. Başkalarını kendimizden farklı görmüyorduk, onlar da bizi öyle farklı görmüyordu. Bugün insanların yaşamları arasında uçurumlar var.”
Tahsin Yücel’in yaşamının belirleyici dönemeci, sanırım Parasız Yatılı Sınavı’nı kazandığı yıldır. Aynı yıl okumayı-yazmayı ona sevdiren şiir yazan ağabeyi ölür. Acı ile sevincin birlikteliği... Bu sınavlar, o dönemde, okumak isteyen yoksul gençler için büyük bir şans kapısıdır. Sonuçlar gazetelerde yayımlanır, koca bir sayfa tutar. Türkiye’nin her tarafından değişik sınıflardan bu sınava girilir. Kazanan, parasız yatılı olarak okur, elbisesi, kitapları verilir. O yıl, 1945’te Galatasaray Lisesi’ne, parasız yatılı olarak, on kişi alınır, demek ki Tahsin Yücel ilk ona girmiştir.
PARASIZ YATILI OLMAK
Galatasaray Lisesi’nin, Tahsin Yücel üzerindeki etkisi çok büyüktür. Kişiliğini ve düşüncesini belirleyen ana bilgileri bu lisede alır. Şöyle bir anıdan söz ediyor: “Parasız yatılı olarak okuyanlardan Dinar’lı bir arkadaş, başka bir arkadaşla kavga ettiğinde, o arkadaş: ‘Sizin paranızı biz veriyoruz, bizden kesiliyor’ gibi bir şey söylemişti ama herkes böyle bir söz söylediği için, ona kızdı. Gerçekten ayrım yapılmazdı. Biz okula geldiğimizde, dersler, bir-bir buçuk ay önce başlamıştı, Fransızca öğreniyorlar, biz geriden başladık. Türk-Fransız tüm hocalar, bize yardımcı oldular. Biz geldikten bir süre sonra neredeyse hepimiz sınıfın en iyileri olduk.
Cemal Süreya da “Parasız Yatılı” olarak okuyan zeki-çalışkan gençlerdendir. Babası bu duruma üzülse de genç Cemalettin için bu başarı, övünç kaynağı olur. Parasız yatılılığı bir ayrıcalık ve bir mutluluk sebebi olarak görür. Önce Bilecik Ortaokulu’nda, sonra Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılıdır. “Bizim zamanımızda parasız yatılıya dâhi gözüyle bakılırdı. Bu sınavı kazanmış kimselere herkesin üstünde, iki üç not daha fazla verilirdi... Yani fakirlik meselesi değil, tersi muamele görürdüm.” O yıl Bilecik Ortaokulu’ndaki 200 öğrenciden 100’ü yatılı. Bunların 70’i parasız yatılıdır. Cemal Süreya’nın çok haklı olarak belirttiği gibi o yıllarda toplumda eğitim, çalışkanlık ve zekâ övülür, takdir edilir. Devlet de yoksul ailelerden gelen çocukların eğitimine özel bir önem verir, destekler. Cemal Süreya yıllar sonra yazın dünyasından, “Parasız Yatılı” olarak eğitim görmüş ya da Köy Enstitüleri’nden yetişmiş yazarların etkin, sevilen ve özel konumundan söz eder. Yaşanılan bu tecrübe bir ülkenin parasız ve tabii ki kaliteli bir eğitimle nasıl değerli bir insan birikimine ulaşacağını gösteriyor.
EDEBİYAT ÇOK GENİŞ BİR ALAN HERKESE YER VARDIR İÇİNDE
Önemini belirtmek için tekrarlamak istiyorum, Galatasaray Lisesi’nin, daha doğru bir anlatımla, oradaki öğretmenlerinin Tahsin Yücel’in kişiliği, değerleri üzerindeki etkisi çok büyüktür. İşte o öğretmenlerden biri Esat Mahmut Karakurt’tur:
“Dönemin en popüler romancısı Esat Mahmut Karakurt, orta son ve lise birinci sınıfta öğretmenimiz oldu. Çok babacan bir insandı, çok otoriter olmasına karşın öğrencileriyle rahatlıkla içli dışlı olabilen bir kişiliği vardı. Romancıydı, ama kendi romanlarını önemsemezdi. Reşat Nuri Güntekin bir kez bizim sınıfa müfettiş olarak gelmişti. O gittikten sonra: ‘Bakın Reşat Nuri Güntekin iyi bir edebiyatçı, romancıdır; ben öyle değilim. Benim yazdıklarımın yararı, kolay okunan romanlar yazarak, insanlara okuma alışkanlığını kazandırmam.’ İçten düşüncesinin de bu olduğunu sanıyorum. Birçokları yalnız kendisi varmış, en iyisi kendisiymiş, ötekiler olmasa da olurmuş gibi bir havaya girerler. Benim görüşümü sorarsanız, edebiyat çok geniş bir alan, herkese yer vardır içinde. Herkes büyük şair, büyük romancı olamayabilir. O öyle, bu böyle yazar. Tıpkı yaşamda olduğu gibi... Kimileri uzun yaşar, diyelim bir Dostoyevski gibi, bir Shakespeare gibi... Kimilerinin yaşamı kısa sürer. Kiminin katkısı büyük, kimininki küçük olur.”
Tahsin Yücel hem konuşmalarında hem de yazılarında, övünüyor gibi görünmemeye belki de gereğinden fazla önem veriyordu. Ama bizler, böyle bir bilim adamına, yazara sahip olduğumuz için rahatlıkla övünebiliriz. Ölümsüz değerlerimizden biri de Tahsin Yücel’dir.