Tarafsızlık tartışması büyüyor! İsviçre NATO'dan uzak durmalı

İsviçre'de sosyalistler ve milliyetçiler hükümetin Atlantik yanlısı girişimlerine karşı harekete geçti. Gelişmeleri İsviçre Komünist Partisi yöneticisi Alberto Togni Aydınlık Avrupa’ya değerlendirdi. Togni, tarafsızlık politikasının İsviçre’nin güvenliği için anahtar rol oynadığına dikkat çekti

İsviçre’nin uluslararası ilişkilerde yıllardır sürdürdüğü tarafsızlık politikası, Atlantikçiler tarafından tartışmaya açılıyor. İsviçre hükümetinin oluşturduğu komisyon tarafından hazırlanan rapor, İsviçre’yi NATO ve AB ile işbirliğini derinleştirmeye çağırıyor. İsviçre Komünist Partisi (KPS) Yönetim Kurulu Üyesi Alberto Togni, konuya ilişkin Aydınlık Avrupa’nın sorularını yanıtladı. İsviçre’nin tarafsızlık politikasının bir milli güvenlik politikası olduğuna dikkat çeken Togni, bu politikanın şimdi ABD ve AB baskısı altında kaldığında dikkat çekti. KPS dışında kalan solun Atlantik’e karşı tavır almakta aciz olduğunu ifade eden Togni, İsviçre milliyetçi burjuvazisinin bir bölümünün KPS ile aynı politikayı takip ettiğini hatırlattı ve tarafsızlığın anayasaya dahil edilmesi ile askeri ittifaklara katılmanın yasaklanmasına ilişkin sundukları halk oylamasını, KPS’nin de desteklediğini ifade etti.

Alberto Togni

İSVİÇRE'NİN TARAFSIZLIĞI ABD VE AB İÇİN RAHATSIZ EDİCİ

Federal Savunma, Sivil Savunma ve Spor Bakanlığı (DDPS) tarafından oluşturulan komisyon, İsviçre'nin geleceğe yönelik güvenlik politikasını nasıl yönlendirmesi gerektiğine ilişkin 7 alanda 100'den fazla tavsiyenin yer aldığı raporunu sundu. Raporda şu ifadelere yer verildi: “Ortak bir savunma kabiliyetine ulaşmak ve gerçek bir savunma işbirliğini gerçekleştirmek için NATO ve AB ile işbirliği derinleşmeye devam etmelidir.”

İsviçre hükümetini NATO ve AB’yle (ki AB aslında askeri bir örgüt değil) daha fazla savunma işbirliği arayışına iten nedir?

Bu rapor, asgari düzeyde bile onaylanması halinde İsviçre dış politikasında tam bir kırılma anlamına gelir. Tabii bu rapor durup dururken ortaya çıkmadı.

İsviçre'nin tarafsız ve bağımsız dış politikasının NATO (yani ABD) ve Avrupa Birliği için 90'lı yıllardan itibaren rahatsız edici olmaya başladığına inanıyorum. O yıllarda ülkemizde, Soğuk Savaş döneminde yürürlükte olan tarafsızlık kavramının değiştirilmesi ve dünyadaki yeni koşullara uygun hale getirilmesi gerektiğini söyleyen bazı sesler yükselmeye başladı. Unutmayalım ki İsviçre, 1996 yılında NATO'nun Barış İçin Ortaklık (Partnershipfor Peace) programına ve birkaç yıl sonra da Kosova'da NATO'nun “barışı koruma” misyonuna katıldı. Aynı dönemde AB, İsviçre'nin yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda kalmadan AB pazarının nimetlerinden faydalandığından şikayet ederek üye olmamız için lobi faaliyetlerine başladı. Ancak o dönemde, muhtemelen İsviçre'deki iç direncin hala çok kuvvetli olması ve dışarıdan gelen baskının henüz çok güçlü olmaması nedeniyle, süreç çok yavaş, kırılma veya atılım olmadan gelişti. En derin ve ciddi dönüm noktası, Rus ordusunun Şubat 2022'de Ukrayna'ya müdahalesinin ardından yaşandı.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsviçre Savunma Bakanı Viola Amherd

ABD, İSVİÇRE HÜKÜMETİNİ RUSYA KARARINDAN DÖNDÜRDÜ

İlk günlerde İsviçre'nin Rusya'ya yaptırım uygulamayacağını kesin bir dille ifade eden hükümet, ABD'nin İsviçre Büyükelçisi ile “tesadüfi” bir ziyaret ve görüşmenin ardından açıklamalarını değiştirerek AB'nin tüm yaptırımlarına ki AB’nin yaptırımları BM yaptırımlarından çok farklı bir şeydir, bağlılığını açıkladı. O andan itibaren durum çok hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Artık hükümet, İsviçre'nin bugün var olan tarafsızlığının artık bir anlam ifade etmediğini ve köklü bir dönüşümü düşünmemiz gerektiğini söylüyor. AB'nin tüm yaptırım paketleri kabul edildi, İsviçre'nin uyguladığı silah ihracatı yasağı çeşitli vesilelerle tartışmaya açıldı ve hükümet endişe verici bir hızla İsviçre'nin AB ve NATO'ya daha fazla entegre edilmesini ve silahlı kuvvetlerin birlikte çalışma kapasitesinin derinleştirilmesini savunmaya başladı. Bu kapsamda Avrupa “Gökyüzü Kalkanı Girişimi” (Sky Shield Initiative) gibi askeri projelere veya askeri hareketlilik için “PESCO” projesine katılma kararı gibi çeşitli belgeler ve raporlar yayınlanmaya başladı. Ben söz konusu bu bağların güçlenmesinin nedenlerinin karmaşık da olsa temelde iki başlıkta toplandığını düşünüyorum. İlk olarak, NATO ve AB artık İsviçre’nin tarafsız dış politikasına tahammül edemiyor ve İsviçre’nin bu politikasını ortadan kaldırma sürecini hızlandırmak için Ukrayna'daki savaştan faydalandılar. Siyasi ve ekonomik lobi faaliyetlerine başladılar ve özellikle medyanın ve Washington ve Brüksel'e itaat eden tüm o “düşünce kuruluşları” ve entelektüel çevrelerin ateş gücünü kullandılar.

İSVİÇRE KOMÜNİST PARTİSİ’NİN DIŞINDAKİ ‘SOL’ SAVAŞTA ATLANTİK TARAFINDA

İkinci neden ise, siyasetçilerimizin ülkemizin milli çıkarlarını izleme kabiliyetinin düşmesi nedeniyle bu sürece karşı iç direncin giderek zayıflaması ve İsviçre'nin bu iki örgüte katılmasında gerçekten ekonomik ve siyasi çıkarları olan ve şimdi bu tarihi anı bir fırsat olarak kullanmak isteyen bir kesiminin olmasıdır. En önemlisi, Partimiz hariç, ülkemizdeki sol, Rusya'ya yaptırım çağrısında bulunan ve Ukrayna'ya silah ihraç etmeyi en yüksek sesle savunan grup olmuştur. Bir gün açık bir NATO üyeliği çağrısında bulunurlarsa şaşırmam.

İsviçre komünist Partililer, Tarafsızlık kampanyası çalışması

ATLANTİK İLE YAKINLAŞARAK, İSVİÇRE GÜVENLİĞİNİ RİSKE ATIYOR

Raporda “Ordunun savunma kapasitesine odaklanması gerekiyor. Savunma bütçesinin 2030 yılına kadar gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 1'ine çıkarılmasını öneriyoruz” deniyor. Acaba bunun ABD'nin, özellikle de olası bir Trump yönetiminin, NATO üyelerine askeri harcamalarının payını artırmaları yönünde baskı yapması ihtimaline hazırlanmakla bir ilgisi var mı? Eğer değilse, İsviçre hükümeti ne tür bir askeri tehdit görüyor ve harcamaları neden arttırmak istiyor?

İsviçre bugün aslında bir askeri tehditle karşı karşıya değil. Avrupa'nın merkezinde NATO ülkeleriyle çevriliyiz, dolayısıyla NATO'nun kendisi dışında “klasik” bir işgali hayal etmek saçma. Tabii bu noktada “O zaman neden onların dostumuz ve müttefikimiz olduğunu sürekli tekrarlıyoruz?” diye sormamız gerekir. Hiç kimse için güvenlik riski oluşturmayan İsviçre'ye yönelik bir füze saldırısının riski görmüyorum.

Tam tersine, paradoksal bir şekilde, tam da NATO’yla askeri işbirliğini güçlendirerek, savaş halindeki ülkelere savaş malzemesi ihraç etmeyi veya askerlerimizi yurtdışına göndermeyi düşünerek, kısacası tarihsel tarafsızlığımızı terk ederek bu riski doğurmuş oluyoruz. Aslında böyle yaparak taraf tutmuş ve üzerinde herhangi bir karar alma gücümüzün dahi olmadığı bir askeri bloğun parçası haline gelmiş oluyoruz. Bu da daha büyük ölçekli bir çatışma durumunda karşı taraf için meşru askeri hedef haline gelmek anlamına geliyor.

NATO’YA GİRMEK ASKERİ HARCAMALARI ARTIRACAK

Rapordaki askeri harcamaların artırılması çağrısının sadece Trump'ın NATO ülkelerini katkılarını artırmaya zorlamak için yaptığı açıklamayla ilgili olduğunu düşünmüyorum, zira İsviçre’de bu çağrı, düzenli olarak ve bu rapordan çok önce de yapıyordu. Fakat tabii ki bu çağrı, Batı'da Rusya ve Çin’le savaşa hazırlanmak için devam eden silahlanma yarışı bağlamına yerleştirilmelidir. İsviçre'nin NATO'ya girmesi, buradaki yükümlülükleri yerine getirmek ve hükümetimizin sık sık tekrarladığı gibi “ortaklarımıza güvenilirlik” göstermek için askeri harcamalarında bir artış gerektirecektir.

İSVİÇRELİ SİLAH ENDÜSTRİSİ, KENDİ ÇIKARLARININ PEŞİNDE

İsviçreli silah tüccarlarının azalan gelirleri bu kararda rol oynamış olabilir mi? Ve sizce ABD'nin bu noktada bir etkisi var mı?

Burada da yine iç ve dış siyasi gerekçelerin iç içe geçmesinden söz etmenin mümkün olduğunu düşünüyorum.

Verilere dayanan bir perspektiften bakacak olursanız, çok düzensiz de olsa, 1990'ların sonundan bu yana İsviçre'nin silah ihracatı arttı. Son 2-3 yılda bazı AB ülkeleri İsviçre'nin Ukrayna'ya silah ihracatını yasaklamasından şikayetçi oldular ve bu yasağın “İsviçre'yi güvenilmez bir ortak haline getirdiğini için gelecekte bizim tedariklerimize güvenmeyeceklerini” söyleyerek üzerimizde bir baskı aracı olarak kullandılar. Aslında 2023'te silah ihracatında yüzde 27'lik bir düşüş olduğu için, silah endüstrisi ve burjuvazinin onları destekleyen kesimi, üzerimizde baskı kuran bu söylemi kendine mal ettiler. Şimdi silah ihracatı kısıtlamalarının hafifletilmesini sağlamak ve böylece kendi çıkarlarını ve karlarını sürdürmek için bunu istismar ediyorlar. Aslında verilere bakarsanız, 2023'te yaşanan düşüş, Ukrayna'daki savaşın hala sadece NATO çekmecelerinde var olduğu 2020 ve 2021 veya 2011 ve 2012 yılları arasında görülen düşüşe çok benziyor.

Ordu bütçesiyle ilgili olarak, 1990 yılında GSYİH'in yüzde 1,4'ünün ulusal savunmaya yatırıldığı ve bugünkü payın yüzde 0,7 olduğu doğru olsa da, son10 yıl da eğilimin tersine döndüğü de doğrudur. 2010 yılında 3,95 milyar frank olan bütçe 2021 yılında yaklaşık 5 milyar franka yükselmiştir. Yakın zamanda ilginç bir olay da yaşandı: İsviçre Silahlı Kuvvetleri aniden, halihazırda yapmış olduğu savunma alımları için ödemesi gerekenden 1 milyar frank daha az parası olduğunu “keşfetti”. Son yıllarda, tesadüfen, yeni savaş uçakları (ABD yapımı F-35) satın almak ve hava savunma sistemlerini (ABD yapımı Patriot sistemleri) güçlendirmek için anlaşmalar imzalandı.

ABD’DEN ALINAN SİLAHLAR İSVİÇRE’Yİ SİYASİ OLARAK TETİKLİYOR

Askeri planlamacılar yıllardır bu alımların mevcut bütçe kısıtlamalarına uymayı imkansız hale getireceğini çok iyi biliyorlardı, ancak yine de devam ettiler. Hükümet imkanlarının ötesine taşarak yeni silah siparişlerini onaylamaya devam etti. İnsan ordunun kısıtlı mali durumuna rağmen bu silah sistemlerinin satın alınmasına devam edilmesi için ABD’nin baskı yapıp yapmadığını sorguluyor. Bu sistemler aynı zamanda İsviçre’ye ABD karşısında tehlikeli teknolojik kısıtlamalar ve dolayısıyla siyasi kısıtlamalar da getiriyor.

Ancak onların şansına, Ukrayna'daki savaş başladı ve “Rusya'nın küresel güvenliğe oluşturduğu tehdit” bahanesiyle, mali planlama hatalarından kaynaklanan boşlukları kısmen çözecek şekilde ordu bütçesinin GSYİH'in yüzde 1'ine çıkarılması tartışılmaya başlandı. Bu iç politika nedenlerine elbette hükümetin NATO ile işbirliğini yoğunlaştırmak, NATO ve AB programlarına katılımını arttırmak, “yeni Soğuk Savaş’a hazırlanmak” ve “güvenilir bir ortak” olduğunu kanıtlamak isteği de eklenmelidir.

İsviçre'yi “tarafsız” bir dış politika izlemeye iten neydi? Bu tarafsızlık politikasının bugün de devam etmesini savunuyor musunuz? Sizce İsviçre dış politikasını nasıl sürdürmelidir?

İsviçre'nin tarafsızlığının tarihi uzun ve karmaşıktır ve hala tartışılmaktadır, bugün ise her yönden istismar edilmeye çalışılmaktadır. Kesin olan şu ki, 20 Kasım 1815'te Viyana Kongresi'nin kararlarını uygulayarak İsviçre tarafsızlığının uluslararası alanda tanınmasını sağladı ve bu durum kıtada barış ve istikrarı desteklediği için Avrupa'nın geri kalanının da çıkarına oldu. Gerçekte tarafsızlık kavramının Konfederasyon’un amaçları içinde hiçbir zaman kodifiye edilmediği ve sadece Anayasa’nın federal parlamento ve hükümetin yetkilerine ilişkin bir maddesinde açıkça yer aldığını söylemek gerek. 1907 tarihli Tarafsızlık Hakkına İlişkin Lahey Sözleşmesi’nin imzalanması da buna eklenmelidir, ancak bu sözleşme artık çok eskidir ve bu konunun sadece birkaç alanını kapsamaktadır. Ancak tarafsızlığın bu şekilde uluslararası alanda tanınması, İsviçre'nin zaman içerisinde kendisini arabulucu olarak konumlandırması, diplomatik prestijini ve uluslararası kanallarını artırması ve bu alanda inandırıcı ve güvenilir bir aktör olarak rol üstlenmesi için yeterliydi ve yeterli olmaya devam edecektir.

İSVİÇRE’NİN GÜVENİLİRLİĞİNE ŞÜPHE DÜŞÜRÜLÜYOR

Öte yandan, İsviçre'nin tarafsızlığının da birçok kez egemen sınıf tarafından kendi çıkarları için kullanıldığını biliyoruz. Örneğin Apartheid dönemini ve İsviçre'nin o dönemde Güney Afrika hükümetiyle olan bağlarını düşünün. Soğuk Savaş döneminde İsviçre'nin, resmi olarak taraf olmasa da NATO ve Batı bloğu çok daha yakın olduğunu ve İsviçre, NATO ve bu bloğun diğer yapıları arasında çeşitli temaslar olduğunu da biliyoruz. Ancak asıl önemli olan İsviçre'nin siyasi olarak dünyada tarafsız bir devlet olarak tanınmış olmasıdır. Bu sayede örneğin Batı ile Sovyet bloğu arasında ve yine birkaç yıl önce Rusya Federasyonu ile ABD arasında bir diyalog platformu olarak işlev görebilmiştir. Ukrayna'daki savaşla bağlantılı alınan karardan sonra, bu artık ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya. Rusya bizim düşmanca ve güvenilmez bir ülke haline geldiğimizi açıkça söyledi. İsviçre’nin mevcut tutumu ve AB ve NATO ile bağları güçlendirme konusundaki ısrarı gözönüne alındığında, diğer ülkelerin de aynı şekilde düşünmeye ve güvenilirliğimizden şüphelenmeye başlama ihtimali göz ardı edilemez.

TARAFSIZLIK İSVİÇRE’NİN YENİ DÜNYADAKİ YERİNİ ALMA ANAHTARIDIR

Komünist Parti olarak bunu kabul edemeyiz. Biz her zaman İsviçre'nin tarafsızlığından yana olduk ve bugün bu daha da geçerlidir. Çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasıyla birlikte bu gelenek güçlendirilmelidir. Çünkü ülkemizin milli güvenliği için bir garantidir. Uluslararası alanda ise İsviçre’nin, askeri blokları reddederek ve Batı ile dünyanın geri kalanı arasında bir diyalog platformu ve köprü görevi görerek, işbirliğine, karşılıklı saygıya ve başkalarının iç işlerine karışmamaya dayalı yeni bir uluslararası düzenin inşasına katkıda bulunabilmesinin yoludur.

Bu nedenle ülkemizin hala vakit varken rotasını değiştirmesi acil bir iştir. Bunu yapacak cesarete ve siyasi bağımsızlığa sahip birine ihtiyacımız vardır. Ne yazık ki, daha önce de belirtildiği gibi, solda bunu söyleyen tek parti biz kaldık. Neyse ki İsviçre milliyetçi burjuvazisinin bir bölümü bizle aynı söylemi paylaşıyor ve yakın zamanda Partimiz tarafından da desteklenen, Federal Anayasaya daimi tarafsızlığın dahil edilmesi ve askeri ittifaklara üyeliğin yasaklanması için bir girişim başlattılar. Halk oylamasına sunulacak olan bu girişim, biz İsviçreli komünistler için önümüzdeki yıllarda mutlak öncelikli mücadeledir. Tarafsızlık olmadan İsviçre, NATO ve AB'ye katılmaya ve milli egemenliğini kaybetmeye mahkumdur. Bu bir yandan işçiler ve genel olarak ülkemiz lehine toplumsal ve ekonomik reformlara devam edememek anlamına gelir, diğer yandansa milli güvenliğimizi riske sokarak halkımızı savaşa hazırlamak zorunda kalmak anlamına gelir.

Sonraki Haber