Tarihçi McDowall'ın umudu: Selahattin Demirtaş ve liberal ortakları
Ulusal Demokrasi Vakfı’nın (NED) fonladığı, Türkiye’de etnik kışkırtıcılığın medya araçlarından biri olan Duvar Gazetesi, bilimsel temeli olmayan etnik-mezhepsel uydurmalarla Türkiye’yi içten parçalamak misyonunu yürütüyor.
Etnik bölücülüğün medya alanında başta gelen isimlerinden gazeteci Jinda Zekioğlu, “İnkar Edilen Bir Halk: Kürtler” isimli kitabın yazarı İngiliz tarihçi David McDowall ile bir söyleşi yaptı. McDowall, gelecekteki umudu olduğunu belirttiği Selahattin Demirtaş’ın, liberal fikirli politikacılarla sabır ve iş birliği içerisinde çalışmaya hazır olduğunu söyledi.
Kitaplarıyla Orta Doğu’da etnik bölücülüğün âdeta propagandisti görevini yürüten McDowall; ulusal yapısına saygı göstermediği Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin Kürtleri reddettiği yalanını dile getirirken, “Kürtlerin kendini ifade etmesini engellemeye çalışan hükümetler olarak tereddüt etmeden Türkiye, İran ve Suriye'yi isimlendirebiliriz. Tabii bu aşamada beklemeli ve Şam'ın nasıl davrandığını görmeliyiz. Silahlar sustuktan sonra Şam’ın Kürtlere nasıl davrandığını anlamlandıracağız” sözleriyle Suriye’nin ulus yapısının parçalanabileceğine işaret ediyor.
Bu noktada Oded Yinon raporuna dönelim;
İsrail Dışişleri’nde uzun süre stratejik uzman olarak çalışan Oded Yinon’un 1982 yılında kaleme alacağı ve kendi ismiyle anılacak olan bu rapor, İsrail’in dış stratejisinin temelini oluşturmakta. Raporda ülkelerin etnik-mezhepsel tabanda nasıl bölünebileceği ayrıntılarıyla veriliyor. İşte bu paragraf da Oded Yinon raporuna ait;
“Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpki bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğe Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır.”
Raporda hedef ülke olan Türkiye’den ise “Türkiye’nin nüfusu Türk-Sünni Müslüman bir çoğunluk (yüzde 50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşur, 12 milyon Şii-Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt” satırlarıyla bahsediliyor.
Anlaşılan McDowall’ın, “Suriye şu anda ister dini ister etnik olarak tanımlanmış olsun, kurucu topluluklarının kimlik çerçevesinde derin sorunlar sergilediği trajik bir örnek sunuyor” şeklindeki sözleri saflığının ürünü değil. Bir yandan Kürtleri ABD’ye ve yeni başkan Biden’a karşı uyanık tutmaya çalışırken, diğer taraftan ABD’nin Suriye’de amaçladığı çerçeveyi çiziyor. Suriye’yi, etnik ve mezhepsel kimliklere bölmek ve bunu çevre ülkelere sırasıyla sıçratmak.
Sözü gelmişken, Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” isimli kitabında “Ülkenin doğu bölgesinde yoğun olan Türkiye Kürtleri, Irak ve İran Kürtlerince ulusal bağımsızlık mücadelesine sürüklenmişlerdir. Türkiye’nin genel yönelimine dair herhangi bir iç gerilim, şüphesizdir ki Kürtleri ayrı ulusal statü için daha şiddetle baskı yapmaya cesaretlendirecektir” demesi tesadüf müydü?
Bölge devletlerinden İsrail dışında hiçbirinin bir Kürt devleti görmek istemediğini de söyleyen McDowall, İsrail’in de komşularına sorun çıkartmak için böyle bir girişimi destekleyeceğini belitiyor. Fakat Amerikan kulislerinde konuşulan “Müslüman İsrail” sıfatına kulaklarını tıkıyor.
ÜSTÜ KAPALI “FEDERASYON” ÖNERİSİ
Tekrar McDowall’a dönelim. Atatürk’ü “acımasızca modern devlet kurmakla” suçlayan yazar, aslında Türkiye’nin kendi içerisinde rahat bir ülke olmadığı zehrini boşaltıyor ve ağzındaki baklayı çıkartıyor;
“Türkiye’nin çok uluslu bir devlet olmasına izin verilseydi, bugün Türkiye sadece canlı bir Doğu Anadolu'ya değil, aynı zamanda hala özlemini çektiği Musul'un petrol kaynaklarına da sahip olabilirdi.”
İşte Türkiye’nin yakın siyasal tarihinde “bir koyup, üç alacağız” zırvası da buradan geliyor. Türkiye’yi, tek tek etnik ve mezhepsel öbeklere bölme hedefini “Gelin, Kürtlerin hamiliğini siz üstlenin. Böylece Musul ve Kerkük’ü yeniden kazanabilirsiniz” kisvesi altında çiçeği burnunda liberal politikacılara yutturmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin ilk adımda bir “federasyon”a gitmesi, McDowall gibilerinin en çok arzuladıkları dilektir.
Kürtlere “kendi kaderlerini tayin hakkı”nın neden verilmediğini soran Jinda Zekioğlu’na McDowall, “Ne yazık ki, bu ilke esasen Avrupa güçlerine tabi olan halklar için uygulanmıştır” yanıtını vererek Kürtlerin, terör örgütü PKK gibi paravan örgütlerden ziyade bulundukları ülkeye bağlılıklarını bir noktada itiraf ediyor. Yani Kürtler de, bulundukları ülkenin “ulusal ve üniter (tek odaklı)” yapısını reddedip, kendi etnik kimlikleriyle ayrı bir devlet kurmak istemiyorlar, diyor.
Öte yandan PKK/YPG gibi terör örgütlerine destekleri artık sır olmayan Avrupalı devletleri de aklamaya çalışıyor.
BIDEN’IN EKİBİ BÖLGEYE YERLEŞİYOR
Mc Dowall, ABD’de Joe Biden’ın iş başına gelmesiyle “bölgede Kürtlerden desteğin nazikçe çekileceğini” söylerken hiç de inandırıcı değildi. Şöyle diyor;
“ABD, Suriye'nin kuzeydoğusundaki petrol sahalarının kontrolünü iç savaşın sonuna kadar sürdürmek isteyebilir, ancak kalıcı olarak değil. Sonunda Biden muhtemelen Suriye Kürtlerini terk edecek ama bunu Trump'tan çok daha nazik ve düzenli düşünerek yapacak.”
“Doğru düşünmenin evrensel değerleri” gereğince söylemlerin somut gelişmelerle çelişki içerisinde olmaması gerekiyor. Nedir bu somut çelişki? Joe Biden’ın yardımcısına bakalım. 2016 yılında Demokrat Parti’den seçilen ABD’nin ikinci siyahi kadın senatörü olan Kamala Harris, henüz seçim tartışmaları sürerken Donald Trump’ı “Kürtleri satmak”la suçladı. Burada “Kürtler”den kastın PKK/YPG’li teröristler olduğunun altını çizmeliyim.
Kamala Harris Başkan Yardımcısı seçilir seçilmez Türkiye’de terörizmin siyasetini yürütmekle meşgul HDP’den ise –özellikle Kamala Harris’e- kutlama mesajı gecikmemişti. HDP, “Sayın Kamala Harris’in Başkan Yardımcısı seçilmesini Amerika’nın demokrasi tarihinde önemli bir başarı ve dönüm noktası olarak” niteleyecekti.
Brett McGurk’ün ise YPG terör örgütü seviciliği aldığı plaketten belliydi. O da Joe Biden’ın yeni yönetiminde “Orta Doğu ve Afrika Müdürü” olarak görev alacak.
Bu “nazik çekiliş”in, kocaman bir algı manipülasyonu olduğunu Biden ve ekibi daha göreve başlamadan gösterdi.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ VE ‘LİBERAL TÜRKLER’
Jinda Zekioğlu; sorusuna başlamadan önce Şeyh Sait, Seyit Rıza, Abdullah Öcalan, Murat Karayılan gibi Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarının isimlerini sayıyor ve sonuncuya geliyor, Selahattin Demirtaş.
Soru şu, bunlar arasında politik olarak geleceğe taşınması ihtimâli olanı hangisi?
McDowall, “Benim için şüphesiz en umut verici Kürt lider Selahattin Demirtaş” diye başladığı cümlesine şu sözlerle devam ediyor;
“Bana öyle geliyor ki (Selahattin Demirtaş), liberal fikirli Türklerle sabırla ve iş birliği içinde çalışmaya hazır. Hoşgörülü olmayan ama aynı zamanda açık bir toplum zemininde; kültürel çeşitliliğe önem veren, kendisiyle barışık bir lider her zaman tercih edilir. Otoriter kimlik dayatılan süreçlerin sona erdiğini hissediyorum. Demirtaş bu idealin peşinden gidecek nitelikte görünüyor. Demirtaş’ın özgürlüğünün yolu Erdoğan'ın siyasi tutukluluğu anlamına geliyor. Bekleyip göreceğiz. Böylesi bir başlangıcın geleceği hakkında iyimserim!”
Burada sözü edilen “liberal fikirli Türkler”den kimin kastedildiğinin, sanırım aklı başında olan herkes tahmin edebilir. Açık toplum zemininde, liberal-etnik bölücü dayanışmasının doğuracağı sonucun Türkiye’nin parçalanması anlamına geldiğinden kimse kuşku duymamalıdır. Bugün siyasal iktidar düşmanlığının, Amerikan güdümlü politika izleyen bazı çevreleri hangi kirli ittifaklara ittiği ortadadır. Ve tarih gösteriyor ki, Türkiye’yi etnik-mezhepsel azınlıklara bölmeye çabalayan McDowall gibi sayısız insan bu topraklardan hep eli boş döndüler. Bölge ülkelerinin, ilişkilerinde komşularının ulusal bütünlüğüne saygı göstermek zorunda olduğu, bunun özellikle coğrafyamız için son derece hayatî olduğu sanırım yeterince anlaşılmıştır.