Tarihte doğru bilinen yanlışlar
Mitoloji bir yalandır ki sonunda gerçeğe dönüşür. Tarih bir gerçektir ki sonunda yalana dönüşür. (Jean Cocteau, Fransız şair ve düşünür)
Türk tarihini incelerken hem yerli hem de yabancı yazarların çalışmalarına irdeleyici ve süzücü bir gözle bakmak yararlıdır. Aksi takdirde, yapılan basit bir aktarmacılık ve yüzeysellikle, yazar hem kendini hem de okurunu, ki bu daha kötü, yanlışlara kolaylıkla sürükleyebilir. Bu yazı, tarihten verilen birkaç örnekle, doğru olarak bilinen yanlışların yıllarca nasıl süregeldiğini göstermeye çalışacaktır. Şüphesiz bu örnekler çoğaltılabilir.
Örnek 1: İkinci Abdülhamit Yahudilerin Filistin’e yerleşmesine izin vermemiştir
Aslında İsrail’in kutlanan iki kuruluş tarihi vardır. Birisi 1948 ki bu gayet iyi bilinir. Bu devletin resmen ve hukuken (de jure) kuruluşudur. Ancak, İsrail’de kutlanan diğer kuruluş yıldönümü 1898’e tekabül eder ki bu İsrail devletinin fiili (de facto) başlangıcıdır.[1] Catherine Dupeyron isimli Fransız yazarın 2008’de yazdığı makalenin başlığı “İsrail 110 yaşındadır” ki, bu kuruluşu 1898’e gönderir. Zaten 2008’de, İsrail’de 110. Kuruluş yıldönümü kutlanmıştı. Bu da Abdülhamit’in Yahudilere çok ters gitmediğini ve çeşitli grupların Filistin’e yerleşmesine izin verdiğini gösterir. Bizim Osmanlı hayranı kesimin bir hayal aleminde yaşadığı anlaşılıyor.
Bu arada, İsrail’den söz açılmışken, Yahudiler hakkında yapılan bilimsel bir çalışmadan söz etmek isterim. Filistin’deki eski (Arapların fethinden önceki) Yahudi mezarlarından alınan DNA örnekleri şimdi Filistin’de yaşayan (Arap) köylülerinin DNA örnekleri ile karşılaştırılmış ve bunların önemli ölçüde örtüştüğü saptanmıştır. Buna karşılık, dünyanın çeşitli yerlerinden gelip İsrail devletini kuran Siyonist Yahudilerin DNA’larının eski Yahudilerinki ile uyuşmadığı görülmüştür.[2] Bu da Siyonistlerin hayallerini yıkıyor.
Örnek 2: İslam âleminin kahramanı, Selahattin Eyyubi
On dokuzuncu yüzyıla kadar İslam âleminin en büyük kahramanı Mısır Memluk Sultanı Baybars (veya Baypars) idi. Haçlıları tamamen Orta Doğu’dan attığı gibi Suriye’de Ayn Calut’da, Cengiz soyundan İlhanlıların, daha önce hiç yenilmemiş, ordularını yenerek bir ilki gerçekleştirmiştir. Ancak asırlarca kahraman olarak görülmesinin Batılılar için bir sakıncası vardı. O da Baybars’ın Türk oluşu idi. Oysa, Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen Avrupalıların, İmparatorlukta yaşayan Türk olmayan uluslara daha yakın bir başkasını ileri sürmeleri gerekiyordu. Bu da sonunda Selahattin Eyyubi oldu. Avrupalılar Selahattin’i Kürtlere bir Kürt, Araplara ise bir Arap olarak tanıtma gayretine giriştiler. Oysa Selahattin yarı Türk yarı Kürt olup Musul’un Türk Atabey’i Nurettin Zengi’nin hizmetinde idi. Dil olarak Türkçe ve Arapçayı kullandığı biliniyor ama Kürtçe konuştuğuna dair bir emare bulunmuyor. Böylece, Kürtler onu Kürt, Araplar ise Arap olarak bellediler. Bu şekilde, asırlarca İslam’ın büyük kahramanı olan Baybars’ın adını unutturup, Selahattin’i ön plana çıkarmak Avrupalılar yönünden başarıyla sonuçlandı. Böylece, Kürtlerde Selahattin adı çok yaygın hale geldiği gibi, Irak’ın eski Arap lideri Saddam Hüseyin de Selahattin Eyyubi’nin soyundan geldiğini iddia etmişti. Saddam gibi birçok Arabın güzelce beyni yıkanmıştı. Bu arada, bir Kıpçak Türkü olan Baybars’ı yalnız Türk olmayan Müslümanlar değil, Türklerin çoğu bile unuttular.
Avrupalıların Baybars’ın yerine Selahattin Eyyubi’yi İslamın kahramanı durumuna getirme gayretlerini Fransız yazar Anne-Marie Eddé ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.[3] Sonradan bu kitabın İngilizce çevirisini Harvard University Press yayınlamıştır. Eddé’ye göre Hollywood film stüdyolarınca bir Müslüman hükümdarın bir kahraman gibi gösterilmesinin tek örneği Selahattin Eyyubi’dir. Batılılar ancak kendi çıkar ve emellerine zarar vermeyen Müslümanları ödüllendirirler. Bu arada, birçok ülkede, Selahattin Eyyubi’yi Kudüs’ü Haçlılardan alan tek kahraman gibi gösterme eğilimleri var. Kudüs’ün 1187’de Selahattin Eyyubi zamanında Haçlılardan alındığı doğrudur. Ancak Filistin’deki birçok yerleşim yeri Haçlılara bırakıldığından, orada güçlenen haçlılar 1229’da Kudüs’ü geri aldılar. 1244’te Eyyubiler şehri tekrar aldılarsa da şehir kısa bir süre sonra Moğolların eline geçti. Orta Doğu’nun tüm Haçlı yerleşimlerinden (Kudüs dahil) kurtarılmasını, 1259-60 yıllarında, Baybars başarmıştır. Filistin 1517’ye kadar Mısır Memluklularının egemenliğinde kalmıştır.
Örnek 3: Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşına katılması bir hata idi
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına mecburen girmiştir. Cemal Paşa ve Talat Paşa İngiltere ve Fransa ile anlaşabilmek için çok çaba harcadılar. Ancak, Batılılarca Osmanlı Devleti artık çürümüş ve sona ermiş olarak düşünüldüğünden, artık topraklarını paylaşmak vazgeçilmez bir tutku olmuştu. Balkan Harbinde Rumeli topraklarının çoğu kaybedildikten sonra sıra Anadolu’ya gelmişti. Bu durumda bile, “Acaba savaşa girmeseydik daha iyi olur mu idi?” sorusu tartışılmaktadır.
Osmanlı Devleti harbe girmeseydi çok daha kötü olurdu. Birinci Dünya Savaşı 1914-1918 arasında dört yıl sürdü. Gerek Türk gerekse Avrupalı uzmanlar, Osmanlıların katılmaması (tarafsız kalması) durumunda savaşın iki yılda biteceği konusunda mutabıktırlar. Bunun çok önemli bir nedeni Çarlık Rusya’sına Avrupa’dan yardımların gidebilmesi ve Almanların kaybetmesi hesabıdır. Osmanlıların savaşa katılmasıyla yeni cephelerin açılması ve Rusya’ya yardımların kesilmesi ile savaş uzayıp dört yıl sürmüştür. Bunda Çanakkale’de sağlanan başarı büyük rol oynamıştır. Aksi takdirde, Rusya gelen yardımlarla askeri üstünlük sağlayacak ve Çarlık yönetimi güçlenecekti. Ancak, gelişmeler böyle olmayınca, Rusya’da durum çok kötüleşmiş ve büyük isyanlar sonrasında Çar tahtından indirilip idam edilmiş ve Bolşevik İhtilali ile birlikte bu ülke savaş sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Bu da savaşın uzamasına ve İngiltere, Fransa ve sair müttefiklerin çok zayiat vermesine ve yorulmasına yol açmıştır. Böylece, bu ülkeler, sonunda savaşı kazanmış olsalar dahi, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen toprakları tamamen ele geçirme işi de zorlaşmıştır. Sonunda, en başta Mustafa Kemal ve diğer yurtsever arkadaşları bu durumu akılcı bir azimle değerlendirip işgal ve saldırıları savınca, şu anda yaşadığımız topraklar kurtarılmıştır.
Böylece, bazı tarihçi, yazar ve fikir beyan edici insanlarımızın söylediklerinin aksine, Birinci Dünya Savaşına katılmamak çok daha kötü sonuçlar yaratacaktı. Onlarca yıldan beri paylaşım planları ve anlaşmaları yapan İngiliz, Fransız ve Rus işgalinden kurtulmak hiç mümkün olmayabilirdi.
Bu arada, tarih konusunda yazan ve konuşan kişilerden duyduğumuz çok yaygın bir yanlış bilgi de Çanakkale savaşlarında 250.000 şehit verdiğimizdir. Gerçek rakamlar değişik bir durum gösteriyor.[4]
Türk (Osmanlı) kayıpları:
Savaşta ölen 55.127
Savaşta yaralanan 100.177
Kaybolan 10.067
Hastalıktan ölen 21.498
Hastalanan 64.440
Şayet 250.000 askerimiz ölseydi, Osmanlı Devleti’nin birkaç yıl daha savaşa devam etmesi çok zorlaşırdı. Maksatlı veya bilgisizce yapılan tahminler sonra daha başka hatalara da sürüklüyor. Bunun gibi birçok örneğe hem Türk hem de Batılı kaynaklarda rastlanıyor.
Görüldüğü gibi, tarihte yanlış bilgilere çok sık ve hatta ısrarcı bir şekilde rastlanıyor. Bu yanlışlar kasten yapılıp belirli bir maksada hizmet etmek için yapılabildiği gibi bilgisizlik ve kapasitesizlikten de doğabilir. Hatta maksatlı yapanlar bilgisizleri de etkiler. Yukarıda verilen örnekler hem Türk hem de dünya tarihi bakımından kat kat çoğaltılabilir.
DİPNOTLAR
[1] Catherine Dupeyron, Israel a 110 ans!,Commentaire, Hiver, 2008, No. 124, s.1105.
[2] ShlomoSand, TheInvention of theJewish People, Londra,Verso, 2009, s.275-77.
[3] Anne-Marie Eddé, Saladin, Paris,Flammarion, 2008, s.570-90.
[4] Alan Moorehead, Galllipoli, Londra,MacMillan, 1975, s.236.