TDK’ye büyüteç tutuyoruz-4: Oturtulamayan kurallar yayın dünyasını nasıl etkiliyor
TDK’nın yazım kılavuzuna sadık kalınarak yayına hazırlanmış bir kitap, ansızın gelen güncellemeyle çöpe gidebiliyor.Eski kitapların baskısı da yeniden editörlük gerektiriyor.
Geçen ay, Türk Dil Kurumu (TDK), sözlüğün 12. Baskısını yaptı. Yeni baskıda 18 sözcükte değişikliğe gidildi. TDK'nin güncellediği sözcükler arasında günlük dile yerleşmiş halleri de bulunuyor.
TDK’nın yazım kılavuzuna sadık kalınarak yayına hazırlanmış bir kitabın, ansızın gelen güncellemeyle gündem dışı kalması işten değil. Ayrıca satılmayan kitapların, güncellenmiş yazım kılavuzuna göre yeniden düzenleyip basılması da gerekiyor. Yayınevlerinin zorluklarla boğuştuğu günümüzde, bu durum ekonomik olarak da ayrı bir yük demek. Peki, ne olacak?
Bu konuda, yayıncı, yazar, çevirmen ve editör olan Murat Batmankaya’ya sözü bırakıyorum. Araya girmeden, sözünü kesmeden…
NEYE İSTİNADEN?
“İnsan yangının içinde olunca alazı göremiyor. Bir şeyler olup bitiyor ve ancak üçüncü şahıslar, yani dışarıdakiler (!) betimleyip tanımlayınca yaşananları idrak edebiliyor. Ne acı!
TDK, boş boş oturmak istememiş belli ki… Akşam elektrikler de kesilmemiş olmalı ki, dersine çalışmış, ‘bazı Türkçe sözcüklerin yazımını güncelle’diklerini açıklamış.
O kadar incelikle yapmış ki bu güncellemeyi… İnsan güncellemenin neye istinaden ve hangi mantıkla yapıldığını sormaya üşeniyor. Kıyamıyor emeklerine.
Yeşilsoğan’ı (eski) yeşil soğan (yeni) yapıyor, olsun diyorsunuz.
Sultan efendi’yi (eski) / Sultanefendi (yeni) yapıyor, yine olsun diyorsunuz.
Öyle ya, TDK büyüğümüz bizim; hikmetinden sual olunmaz.
DİLİN VARLIK AMACI
Efendim, tuhaf bir çağda yaşıyoruz; bir kesim, ‘wth’ (What the Hell - O ne be), ‘omg’ (Oh my God – Aman tanrım), ‘R yapmak’ (geri adım atmak) gibi sözcük kalıplarını kullanıyor, bir başka kesim ‘zail’ (ortadan kalkan), ‘amil’ (etken, sebep), ‘feragat’ (hakkından kendi isteğiyle vazgeçme) gibi eski dilin imkânlarına sığınıyor.
Herkes bir şeyler söylüyor, ama çoğunluk kimseyi ya dinlemiyor ya da anlamıyor. Oysa dil, iletişim için gerekli bir araç. Dilin varlık amacı bu. Ta 18’inci yüzyılda Fransız düşünür Compte de Buffon‘Le styleestl'homme meme’ demiş; Ziya Paşa da bunu ‘Üslubu beyan, aynıyla insan’ diye aktarmış dilimize...
Niçin bunları eveleyip geveliyorum?
Şundan: Dil kişinin aynasıdır. Seçtiğimiz sözcükler, oluşturduğumuz üslup bizi ele verir. Bazen özene bezene dilimizin altına, zihnimizin ardına sakladığımız şeyin bir ucunu dışarıda bırakıverir. Eğer ‘hakikat’ olsa olsa salt ‘gerçek’tir deyip anlam alanını ve katlarını daraltırsak, o Yozgat türküsünde söylenen ‘hakikatli yâr olsa / geceyi böler gelir’i anlamayız. Ne hazin şeydir halkın ‘anonim’ olarak ürettiği bir türküyü anlayamamak!
DİLİNİ KAYBEDEN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ DE KAYBEDER
Çok oylumlu, çok civcivli bir konu bu dil meselesi. Ancak hafifsenecek, göz yumulacak bir mesele de değil. Dil, her karışını savunduğumuz vatan toprağı kadar mukaddestir. Dilini kaybeden özgürlüğünü de kaybeder. Emperyalizm önce dilden sızar, sonra için için sömürür.
Dil, nefes almaya benzer; onu doğru kullanmak, iyi kullanmak gerekir. Doğru nefes almayınca ne olursa, o gelir başına dilini yanlış, eksik yahut hatalı kullananın. Böylesi bir beklentinin karşılanabilmesi için de halkın idrak seviyesini, bilinç seviyesini, kültür seviyesini yukarı çekmeli. Mizah ile ironi, şaka ile saraka arasındaki ayrımı anlayacak düzeyde olmalı. Ne ki şu hakir görülen halk, sürekli kıymık yediğinden unutmuş vaziyette kaybettiği güzellikleri.
Bu böyledir; maruz kalınan şey süreklilik arz edince bir alışkanlığa dönüşür ve insanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmezler. Ve bir kere ‘normal’i bu olunca da yukarı, çitin ötesine doğru kimse başını uzatmaz.
ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞİR ZAMANLA
Vaktiyle ‘Halk bunu istiyor, bunu seviyor!’ diye ucuz, niteliksiz nice film arz edildi seyirciye. O dönem dağıtım kanalları sınırlıydı. Film ithalatı yasak yahut sınırlı.
Ama görece özgürleşince, sınırlar hafifçe açılınca, görüldü ki, o halk, Tarkovski de seviyor, Bunuel de… Rus sinemasına da ilgili, Güney Kore sinemasına da… Sadece o vakte kadar böylesi lezzetlerin varlığından mahrumdu. Sofrasına konunca, birer kaşık aldı ve karar verdi neyin kendine göre olduğuna.
Benzer süreç arabesk için de yaşandı. ‘Başka tür sevmez bizim halk’ dendi. Acısızını servis ettiler ilkin. Sonra pop girdi devreye. Derken her türlü müzik.
Gördük ki, rock seven de var, reggae seven de… Caz seven de var, türkü seven de…
Demem o ki, alışkanlıklar fırsatlar sunuldukça değişir zamanla. Halkı bunca küçümseme, hakir görme, pek hayra alâmet bir şey değil. Lâkin öyle bir hal almış ki bu, dildeki incelikler yalnız tabanda değil, tavanda da kaybolmuş. Oysa dil bulaşıcıdır. Bir kere cam fanus kırılırsa hapsedilen pislik, irin, virüs, halka halka yayılır etrafa. Ve bir zaman sonra ‘temiz’, ‘adil’, ‘saf’ bir şey kalmaz elimizde.
Dile yönelik böylesi müdahaleler eninde sonunda bir diktedir. Onun bir varlık olduğunu inkârdır. Unutmayalım lütfen; bir dilin imkân ve sınırları, o dili kullanan toplumlardaki düşüncenin sınırlarını da belirler. TDK’nın ‘ben yaptım, oldu’ dercesine güncelleyiverdiği şeyler, aslında yaşama müdahaledir.
YA OKUR, ‘OLUR BÖYLE ŞEYLER’ DEMEZSE...
Durum hazin. En azından biz yayıncılar için böyle. TDK’nın yazım kılavuzuna sadık kalınarak yayına hazırlanmış bir kitabın ansızın gelen güncellemeyle çöpe gitmesi işten değil. Yayınevlerinin satılmayan kitapları yok sayıp güncellenmiş yazım kılavuzuna göre kitapları yeniden düzenleyip basması da mümkün değil. Peki, ne olacak? Okurun hoşgörüsüne sığınacak... Ya okur, ‘olur böyle şeyler’ demezse, kurum itibarınız ne olacak?
Kimin umurunda ki bu. Takla attırılmış yahut yapay zekâya yaptırılmış çevirilerin cirit attığı bir piyasada, önem sıralamasında belki de sonuncu sırada ‘imlâ’... Tuvalet kâğıdının bile kitaptan ucuz olduğu bir ülkede de beklentiyi yüksek, umudu taze tutmak zor.
Neyse ki, biz dahil, pek çok yayınevi Ömer Asım Aksoy’un yazım kılavuzunu ‘esas’ alıyor. Alıyor da... Bir ülkenin onlarca yazım kılavuzu olmasını nasıl açıklamak gerek? Atatürk’ün mirasları arasında yer alan TDK’nın içinde bulunduğu duruma ne demeli? İnsanın konuşmaktan çok susası geliyor.”