TDK’ye büyüteç tutuyoruz-5:Öğretmenler bu dergiyi okumalı

Türk Dil Kurumu 1951'den beri Türk Dili dergisini çıkarıyor. Dergide edebî ürünler, Türkçenin ve edebiyatın güncel sorunları ele alınıyor. Türkçe Öğretmeni Adil Hacıömeroğlu, bir dönem tüm öğretmenlerin dergiyi takip ettiğini hatırlattı, dilde birlik için tekrar takip edilmesi gerektiğini söyledi.

Türk Dili dergisi, Türk Dil Kurumunun Ekim 1951'den beri çıkardığı aylık dil ve edebiyat dergisi. Dergide deneme, şiir, hikâye, eleştiri ve benzeri edebî ürünler ile Türkçenin ve Türk edebiyatının güncel sorunları ele alınıp, bilimsel veya popüler yazılar, ayrıca çeviriler yayımlanıyor. Ayrıca bugün edebiyatımızın temel taşlarını oluşturan birçok yazarımız da eserlerini ilk olarak bu dergide yayımlayıp, yazar olma yolunda ilk adımlarını attılar.       

Konuyla ilgili olarak bilgilerine başvurduğumuz eski Türkçe Öğretmeni Adil Hacıömeroğlu, derginin o yıllardaki önemini şöyle anlattı; “Ülkemizde sanat, dil, yazın alanının öncülerinden biri TDK’nin çıkardığı Türk Dili dergisi idi. Bu dergi, ülkemizin en kuytu köşelerine dek ulaşmaktaydı. Köy, kasaba ve kent öğretmenlerinin büyük çoğunluğu bu yayın organında sürdürümcüydü. Postayla ellerine ulaşırdı. Ayrıca gazeteciler, doktorlar, mühendisler, avukatlar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, halktan kişiler, devlet görevlileri ve kurumları da bu derginin sürdürümcüsü olurlardı.”

‘YAZIMDA  AYRILIK OLMAZDI’

“Bu yolla toplumun birçok kesimi dil kurallarını benimserdi” diyen Hacıömeroğlu, ayrıca yazın ve sanat alanlarındaki gelişmeleri bu yolla izlediklerini belirterek şöyle devam etti; “Türk Dili dergisi, halkla kurum arasında karşılıklı akışkan bir köprüydü. Bu yolla TDK halktan beslenirdi. Derlenen sözcükler, deyimler, atasözleri, birçok sözlü yazın ürünü dergi aracılığıyla TDK’ye ulaşırdı. Bu da toplumun ekinsel gelişimini sağlar, dili varsıllaştırırdı. Zaten toplumun tüm katmanlarından beslenemeyen kurumlar, ayakta kalamaz.”

“Türk Dili dergisinin toplumun farklı kesimlerine ulaşmasıyla yazım kuralları konusunda ayrılık olmazdı. TDK’ye muhalefet eden tutucular bile onun kurallarına uyardı. Bunu sağlayan da bilime, ulusallığa, özgürlüğe dayalı bir kurumsal sistemin işlerliğiydi” diyerek geçmiş günleri anlatan Hacıömeroğlu, TDK’nın Atatürk’ün ulusu birleştirme anlayışıyla çalıştığını, ulus olma bilincinin, çalışmalarda yönlendirici olğunu belirtiyor. Hacıömeroğlu; “Ulus olmak için de ortak bir dil, tarih, ekin ve ülkünün olması. Etkin bir dilin yoksa tarihini öğrenemez, ekinini geliştiremez, ülkünü anlatamazsın. Kısacası, ulus olamazsın.” saptamasında bulunuyor.

‘TDK ve TTK ATATÜRK’ÜN VASİYETİNE UYGUN HALE GELMELİ’

Hacıömeroğlu, 12 Eylül 1980’deki Amerikancı darbenin TDK ve Türk Tarih Kurumu (TTK)’nu hedef alıp özgürlüklerini yok etmesindeki nedenin, uluslaşma sürecimize büyük bir emperyalist saldırı olduğu konusundaki fikirlerini aktardıktan sonra; “Amaç, ulusal birliğimizi bu yolla yok etmekti. Üstelik ulusumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu, devrimlerimizin öncüsü Atatürk’ün vasiyetini yok sayarak yasal bir suç da işledi darbeciler. Eğer 12 Eylül darbesinin izlerinin ülkemizden silinmesi isteniyorsa ilk iş olarak TDK ve TTK’yı Atatürk’ün vasiyetine uygun duruma getirilmesi gerekmekte” diyor.

Bir ulusun dili, yabancı dillerin boyunduruğu altındaysa o ulusun varlığı da tehlikeye girer. Bu nedenle şu anki TDK yöneticilerinin en büyük görevi, Kurum’un kuruluş amaçlarına uygun olarak çalışmaları. Bu, ulusal bir görevdir, ödünsüz olarak yerine getirilmelidir. Yazı dizimiz boyunca başvurduğumuz bütün uzmanlar bu konuda hemfikir.

GELİŞEN BİLİM ve SANAT DİLİ

Bunu anlamak için TDK’nin kuruluş amacına tekrar bakmak gerekiyor. 12 Temmuz 1932’de Atatürk tarafından kurulan kurumun amacını Adil Hacıömeroğlu şöyle özetliyor; “Türk dilini gelişen bilim sanat, ekin ve teknoloji alanlarına koşut olarak varsıllaştırmaktı. Uygarlığın ve yaşamın gelişmesiyle her gün yeni bir sözcük ortaya çıkmakta. Bu sözcüklerin birçoğu da yabancı kökenli. İşte dilimizi yabancı dillerin etkisinden korumak için bu yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılık bulmak ulusumuzun varlığı için yaşamsal önemde. Çünkü dil olmasa ulus olmaz.”

TDK’nin Türkçeyi varsıllaştırma ve yabancı dillerin etkisinden kurtarma görevini üç yolla yaptığını belirten Hacıömeroğlu, bu görevleri şöyle sıralıyor; “Derleme, tarama, yeni sözcükler oluşturma (sözcük türetme ve bileşik sözcükler üretme) …”  Adil Hacıömeroğlu, bu yolla Türkçemizin yabancı dillerin etkisinden önemli derecede kurtarıldığını ve dilimizin Türkçeleşmesi, özellikle yazının gelişmesi, öğrenimin yaygınlaşması ve günlük konuşma dilinin anlaşılır olmasının sağlandığını vurguluyor. Hacıömeroğlu “TDK’nin dildeki yenileşme çalışmasına ne yazık ki bazı siyasal kesimler karşı çıktı. Bunu, ekinimize ve tarihimize karşı yapılan bir saldırı olarak göstermeye çalıştılar. Özleşmeyle tarihsel köklerimizden kopacağımızı öne sürdüler. Oysa halktan, köklerinden kopan Türkçe, yeniden köklerine kavuşmaktaydı. Dede Korkut, Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal’la buluşmaktaydı” diyor.

BAŞKA DİLLERİN ETKİSİ

“Neden yabancı dillerin etkisinden kurtulmuş bir Türkçe gerekli?” sorusuna yalın bir örnekle yanıt vermek istediğini söyleyen Hacıömeroğlu şöyle devam etti: “Öğretmenliğim sırasında öğrencilerin yazım ve söyleyiş yanlışları hep ilgimi çekti. Öğrencilerin yanı sıra toplumun her kesiminden insanların, üniversite bitirmiş kişilerin birçok yazım ve söyleyiş yanlışları yaptıklarını gördüm. Örneğin; imtihan, inkılâp, muvaffakiyet, sohbet, tedbir gibi birçok yabancı sözcüğün hem yanlış yazılıp hem de yanlış söylendiğini belirledim. Bu sözcükleri: imtaan, inkilap, muafafakiyet, sohpet, tetpir biçiminde yazılıp söylendiğine tanık oldum.

“Özellikle her genel seçim sonrası milletvekillerinin çoğu ant içerken ‘inkılâp’ sözcüğünü önlerindeki metinden yanlış okumaları, yurttaşlarımızın çoğunun alay konusu oluyordu. Bazı yurttaşlarımız, eleştirilerinin düzeyini yükseltip milletvekillerinin doğru düzgün okuma yazma bilmediklerini bile söylüyorlardı. Oysa buradaki yanlışlığın nedeni, yabancı kökenli sözcüklerin ses özelliklerinin Türk insanının gırtlağına (hançeresine) uygun olmaması. Oysa bu yabanıl sözcükler yerine, Türkçeleri olan sınav, devrim, başarı, söyleşi, önlem sözcükleri kullanılsa yazım ve söyleyiş yanlışları yapılmayacak. Böylece dilimiz doğru kullanılmış olacak. Bugüne dek Türkçe sözcüklerin yanlış yazılıp yanlış okunduğunu pek görmedim.”

TDK’nin dili özleştirme çalışmalarına,12 Eylül darbesi öncesi tutucu kesimlerin karşı çıktıklarını söylemiştim. Tutucular, yeni sözcüklere karşı çıksalar da bir süre sonra bu sözcükleri kullanmak zorun kalmaktaydılar. Çünkü yaşam, onlara analarından öğrendikleri arı duru Türkçeyi kullanmalarını dayatmaktaydı. Yaşamın mantığı, onların siyasal saplantılarının önüne geçmekteydi. Günümüzde “uçak, bilgisayar, yanıt, olanak, olasılık, eşgüdüm, seçenek, savcı, yargıç, kurul, koşul, konuk, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay…” gibi yüzlerce sözcük dilimizde kullanılmakta. Bunu da TDK’ye borçluyuz.  

Sonraki Haber