Teori’deki modernizm tartışmasına katkı 2: İki yol

Tarihin bu anında Türkiye kritik bir yol ayrımında. Emperyalist Batı’nın çürümesini ve çöküşünü mü paylaşacağız? Yoksa üretici güçlerini geliştirerek Atatürk Devrimleri temelinde milli devletini yeniden yapılandıran kamucu ve halkçı uygarlığının güçlü ve saygın bir parçası mı olacağız?

Modernizmin büyüsü; 20. yüzyıldaki iki dünya savaşıyla, Nazilerin Auschwitz'deki kitlesel ölüm kamplarıyla ve Hiroşima ile Nagazaki'ye atılan nükleer bombalarla paramparça olmuştur.

Önceki yazıda modernizm kavramının ortaya çıkışını ve gelişimini incelemiştik. Dikkat edilirse, demokratik devrimler döneminden 70’li yıllara dek kapitalizmin üretimden beslendiğini görüyoruz. Bu süreçte yaşanan krizlere çözüm olarak ise devletin piyasaya müdahalesi gündemdeydi. 30’lu yıllarda Roosevelt, devlet müdahaleciliğiyle ABD ekonomisini kurtarmaya çalışırken, Türkiye SSCB ile işbirliği halinde, devletçi planlamayla sanayileşme atılımları yapıyordu. Kapitalizm, özellikle 80’li yıllardan itibaren üretimden kopmaya başladı. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte küreselleşme adını verdikleri süreç, finans kapitalin egemenliğinin pekişmesi anlamına geliyordu. ABD, bunu silahlı gücüne dayanarak tüm dünyaya kabul ettirdi.

MODERNİZMİN POSTMODERNİZME EVRİMİ

Modernizmin büyüsü; 20. yüzyıldaki iki dünya savaşıyla, Nazilerin Auschwitz'deki kitlesel ölüm kamplarıyla ve Hiroşima ile Nagazaki'ye atılan nükleer bombalarla paramparça olmuştur. 73'teki petrol krizi ve 75’te ABD’nin Vietnam’da kesin bir yenilgiye uğraması sonucunda kapitalist sistemin bir kez daha krize girmesi, modernizmin yeniden üretimi sorununu ortaya çıkarmıştır.

Finansallaşmayla (parasallaşma) birlikte ortaya çıkan aklın tutkuların kölesi haline gelme durumu, postmodernizmin Aydınlanmanın akılcılığını reddetmesiyle açıklanabilir. Rousseauların, Hegellerin, Marxların ortaya koydukları ‘‘büyük anlatı’’ların ters yüz edilmesiyle modernizm(postmodernizm), kendi Aydınlanmacı temellerini yadsımaktadır.

Bir Batı icadı olan modernizm kavramının, öznelci oryantalist yanları en başından beri ağır basmıştır. Max Weber'in kapitalizmin ortaya çıkışını dinsel-kültürel indirgemecilikle açıklaması ve Asya tipi üretim tarzı (ATÜT) türünden yapay teoriler, Fukuyama ve Huntington gibi küreselleşmeci yazarların fikirlerine temel oluşturmuştur. Bütün bu teorik çabalar modernizmin Avrupa-merkezcilik üzerinden yeniden tahkim edilmesinden başka bir şey değildir.

Bir bütün olarak modernizm tartışmasının kilitlendiği soru kanımızca şudur. Postmodernizm, modernizmden köklü bir kopuşu mu temsil etmektedir? Yoksa modernizmin yeniden kalıba dökülmüş hali midir?

Modernizmin doğaya hâkim olma arzusu; toplumsal bir sınıfın diğeri üstünde hakim olan dürtüsünü çoktan aşmış ve emperyalistlerin dünyanın geri kalanı üzerinde tahakküm kurma arzusuna dönüşmüştür. Bu yüzden Batı'nın modernizm yorumu, kendi tahakkümünün devam etmesini sağlayacak şekilde yeniden yorumlanmalıydı.

Postmodernizm, modernizmin bütüncüllüğüne zıt olarak etnik-dinsel-cinsel her türden parçalanmışlığı, ademi merkeziyetçiliği, anarşi ve kaosu öne çıkarsa da modernizmin karşıtı değil onun devamıdır.

Postmodernizm, modernizmin bütüncüllüğüne zıt olarak etnik-dinsel-cinsel her türden parçalanmışlığı, ademi merkeziyetçiliği, anarşi ve kaosu öne çıkarsa da modernizmin karşıtı değil onun devamıdır. Modernizme muhalefet, yine sistemin içinden fakat zıt kavramlar gündeme getirilerek biçimlendirilmiştir. Postmodernizm insanlığa çoğulculuğu öğütlerken, küreselleşmenin tektipleştirici etkisi, bu anlayışın kendi içinde dahi tutarlı olmadığını göstermektedir. Eş bir deyişle, küreselleşme ile yerelleşme –birbirine zıt gözükseler de- kardeş kavramlardır. Çünkü, küreselleşmenin nihai hedefi Amerikan emperyalizminin önünde hiçbir engel kalmamasıdır. Bu nedenle milli devletleri küçük parçalara ayırmak, Atlantik sisteminin devamı için hayatidir. Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde, modernizmin günümüzdeki postmodern anlayıştan bağımsız kavranamayacağı anlaşılacaktır.

KÜRESEL KARŞI DEVRİM SÜRECİ VE DİRENÇLER

80 sonrası Reagan'ın yönetimindeki ABD'de toplumsal-ekonomik eşitsizlikler arttı. İşsizlik ve barınma sorunları ortaya çıktı. Finansal spekülasyonlarla ve reel üretimden daha büyük hayali sermaye oluşumlarıyla, kumarhane ekonomisi boy gösterdi. Kapitalist dünyada Fordist tarzda üretim yerine, Tam Zamanında Üretim (Just in Time) tarzı yaygınlaşmaya başladı. Bu dönemin stratejisi, aşırı biriken sermayeyi özelleştirmeler yoluyla tüm dünyada dolaşıma sokmak ve bu sayede milli devletlerin pazarlarını ele geçirmektir. ABD’nin araçları olan IMF, DTÖ ve Dünya Bankası’nın milli devletler üzerinde oluşturduğu baskılar bu yönde gelişmiştir. İşgallerin, askeri darbelerin ve turuncu hareketlerin tezgahlanmasında ise ABD’nin stratejik aparatı NATO, baş rolü oynamıştır.

NATO’nun ürünü olan 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Özal’ın üreticiyi kambur ilan etmesi ve özelleştirmelere girişmesi, Atlantik’in ilan ettiği müesses nizam üzerinden okunmalıdır. Öte yandan Batı’daki özelleştirme uygulamaları, emperyalist ülkelerin yoksul kesimlerinin de hızla mülksüzleşmesine neden olmuştur. Bu da ABD ve Avrupa ülkelerinin kendi içinde yaşadığı çelişmeleri artırmıştır. Bugün ABD ve Avrupa ülkelerindeki iç kaynamalar, yeni dünya düzeninin çatırdadığına dair ciddi emarelerdir. Son 50 yılın kısa bir özetini yapacak olursak, aşırı birikim krizleri özelleştirmeler yoluyla aşılmaya çalışılılmıştır. Avrupa ve Amerika’daki ücret artışları, sermayenin verimlilik düzeyini aşınca, üretim sermayesi Asya’da yatırıma yönelmiştir. Batı, finansal gücüyle Doğu’da üretilen artı değere el koymak isterken, Doğulu ülkeler (başta Çin) iç piyasalarını genişleterek Batı’nın sömürüsünü telafi etmeye çalışmıştır. Batı rantiyeci olmuştur. Doğu, üretkenliğin verdiği motivasyonla geriden gelip Batı’yı yakalamıştır. Bu sonuç, önümüzdeki yıllarda çok daha gözle görülür hale gelecektir ve dünyada büyük devrimler yaşanacaktır. Özü itibariyle neoliberal sistem, emperyalist sermeyenin bütün dünyada sınırsız dolaşımını içerir ve önündeki engelleri kaldırmaya odaklanmıştır. Küreselleşme denilen bu sürecin önündeki en büyük güç ise milli devletlerdir. Samir Amin’in, kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin çevre ülkelerde devrime yol açacağı öngörüsü doğrulanmaktadır. Türkiye, üretken sermaye ile finans kapital arasında bir tercih yapmak zorundadır.

Amerikan rüyası bitti. BRICS’in güçlü bir uluslararası aktör olarak sahneye çıkması ve milli paralarla ticaret, ABD’nin senyoraj gücüne ciddi darbe vuruyor.

Marx'ın dediği gibi ''katı olan her şeyin buharlaştığı'' bir dönemi yaşıyoruz. Emperyalist-kapitalist sistemin bir kez daha ve bu kez öncekilerden çok daha ağır bir şekilde girdiği derin bunalım, köklü değişikliklere kapı aralıyor. Amerikan rüyası bitti. BRICS’in güçlü bir uluslararası aktör olarak sahneye çıkması ve milli paralarla ticaret, ABD’nin senyoraj gücüne ciddi darbe vuruyor. Dünya üretimindeki payı hızla düşen Batı'nın artık sömürüden pay dahi veremediği kendi halkları gün geçtikçe yoksullaşıyor ve evsiz barksız sayısı her geçen yıl artıyor.

Türkiye’nin bir yandan Atlantik’le savaşması, diğer yandan da ekonomik ve kültürel bakımdan yaşadığı saldırılara cevap verememesi ağır kayıplara sebep olmaktadır. Atlantik sisteminin içinde debelenmekle, Asya’da gelişen uygarlığa katılma konusundaki tereddüt, ülkenin ekonomik gerilemesine sebep olurken kültürel yozlaşmayı da artırmaktadır. Meşruluğun kârlılıkla, insanlar arasındaki ilişkilerin kuralsızlıkla betimlendiği postmodern kültürde ‘‘yenidoğan çeteleri’’ de türer, ‘‘iki yetişkin kardeşin birbirini dudaktan öpmesi’’ gibi hayasızlıklar da… Tarihin bu anında Türkiye kritik bir yol ayrımında. Batıcılık hülyasıyla Türk milletinin beynini uyuşturan sistemin, şimdilerde şakağımıza dayanan silahtan başka bir anlama gelmeyen kimlik politikalarını damarlarımıza zerk etmesine müsaade mi edeceğiz? Emperyalist Batı’nın çürümesini ve çöküşünü mü paylaşacağız? Yoksa üretici güçlerini geliştirerek Atatürk Devrimleri temelinde milli devletini yeniden yapılandıran, Asya'nın gelişen kamucu ve halkçı uygarlığının güçlü ve saygın bir parçası mı olacağız? -BİTTİ-

Kaynaklar

-Harvey, D. (2014). Postmodernliğin Durumu (Çev: Savran, S). İstanbul: Metis Yayınları.

-Harvey, D. (2021). Yeni Emperyalizm (Çev: Bingöl, N). İstanbul: Sel Yayıncılık.

-Teori Dergisi. (Eylül 2024). Modernleşme, Tarihsel Konumu ve İçeriği. Sayı 416.

-Bilim ve Ütopya Dergisi. (Temmuz 2012). Postmodern Hurafeler. Sayı 217.

Sonraki Haber