Teşvik edilen şiddet önlenemez

Türkiye’de çocuklar haftada en az 25 saati televizyon karşısında geçiriyor. 18 yaşına gelinceye kadar toplam en az 15 bin saat (yani üç yıl) televizyon izlemiş oluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden doksanların ilk yarısına kadar uzanan bir suç dalgası olduğunu söyleyebiliriz.

Bu sürede milyon reklam, haftada iki yüzden fazla cinayet, bir o kadar cinayet girişimi, toplam on binlerce cinayet ve şiddet tanığı oluyor.

Günümüz “modern” hayatının en önemli sorunlarından biri şiddet. Aslında geniş bir kavram. Şimdilerde bu gündeme dönüştü çünkü ülkemizde kadın cinayetleri ve hayvanlara yönelik eziyetler toplumsal bir sorun halini aldı. Cinsel şiddet, kadına şiddet, aile içinde şiddet, sokakta şiddet, iş yerinde şiddet, hayvana şiddet, doğaya şiddet vb bunların hepsi gündemde. Ülkemizde durum böyle, üstelik son on yıllarda durumun artış gösterdiği ortada, ama bunun ülkemize özgü olduğu sanılmamalıdır. Şiddetin burada ele aldığımız yönleri, evrensel, küresel bir özellik gösteriyor. Kaynağının, “modern” dünyanın yaratıcısı ve “modern” hayatın temsilcisi olan Batı dünyası olduğunu düşünmeden konuyu ele almak pek doğru olmayacak.

“Modern” dünyanın özü olan anlayışlar, alışkanlıklar, yapılar, mekanizmalar zaman içinde çeşitlenmiş, yerleşmiş ve yayılmıştır. Ve bugün en son noktada modernlik, küreselleşmenin kapsamı içindedir ve koçbaşı olmuştur (bunun yerine “truva atı” da diyebilirsiniz).

Modernite, aslında bugün algılandığı şekilde bir olgu değil.

Modernlik, dünyayı en fazla etkilemiş siyasal, toplumsal olaylar olarak üç büyük devrimin (Fransız, Rus ve Çin devrimlerinin) getirdiği değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin en iyi özeti, –Büyük Fransız Devriminin temelleri olan– “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”tir.(1) Modernleşmenin maddi temeli de sanayileşme ve üretimde verimlileşmedir. Dolayısıyla dünyada 19. yüzyıldan sonra olumlu anlamda ortaya çıkan bütün ekonomik, siyasal değişiklikler ve değişmeler modernleşmedir.(2) Bu değişiklik ve değişmeler, modern çağ denilen milletler çağının, son birkaç yüzyılın içindedir.

Oysa modernlik bugün, şu şekillerde görülmekte ve düşünülmektedir.

Modernlik, evrenselleştirilmiş ve baskın bir kültür olan Batı kültürünün biçimsel özelliklerinin algılanış şeklidir. Batı hayat tarzının, yaşama biçiminin ve kültürünün, anlayışının taklit edilmesi Batıcılık olmaktadır. Böylece modernlik Batıcılığın en basit ve ilkel görüntüsü olmaktadır.

Bunun daha sığ bir şekli olarak teknoloji ve tüketim üzerine kurulu yaşama da modernlik denmektedir. Hayat tarzımız ne kadar teknoloji ile donatılmışsa o ölçüde modern olmaktayız. “Modern insan”da ve “modern kentler”de olduğu gibi. Teknoloji ve tüketim yoksunu olmak, modern olmamak ve ilkel olmaktır!

Ve bu iki modernlik algılanışının değerler sistemine göre, “modernlik” uygarlıktır, uygarlığa eşittir! Başka toplumların kültürleri varsa da Avrupa kültürü onlardan üstündür. Başka toplumların kültürleri olduğuna göre bir uygarlıkları da vardır, ancak onlar da geri uygarlıklardır! Ne yazık ki yaygın algılanan anlamlar bunlardır ve bunlar modernliğin gerçek anlamının karşıtı, tersidir. Bu algılanışların anlamları, düzey olarak da oldukça altlardadır.

Dizilerin tiplemeleri, şiddet kavramının ayaklanmış ve dipdiri halleri olarak görev başında. Tehlike, korku, tehdit, bağırma, kovalama, kaçma, yakalama, cezalandırma vb.

MODERNLİK OLARAK ŞİDDET!

Modern toplum, özgür medyası, özgür tüketicisi olan toplum demek, böyle biliyoruz, böyle anlıyoruz. Özgür medya, modern olmayan toplumlarda yok, ya özgür olmayarak yok ya da medyanın kendisi yok. Gene modernitenin tanımındaki yaygın ve yanlış algıyla karşılaşıyoruz.

Şiddet ve saldırganlık artıyor, arttıkça artıyor, bunun nedeni belirli ölçüde bir düzen sorunuysa da, düzenin insanları bunalıma sürüklüyor olmasıysa da, esas nedeni, şiddetin teşvik edilmesi, saldırganlığın sürekli teşvik ediliyor olması. Bu da elbette bir düzen sorunu, ama ekonomide teşvikleri kaldırdığınızda nasıl yatırımlar azalıyorsa, bu alanda da öyle, teşvik edilmezse şiddetin böylesine artması söz konusu olmayacaktır, hatta azalması da mümkün hale gelebilir.

Evet, nedir teşvikler?

Şiddet haberleri: Sağolsun medya dediğimiz afet, medya olalıberi bu konuda başrolü oynuyor. İçine, yazılı basını, televizyonu ve başta “sosyal medya” denilen sorumsuz haberleşme ağlarını alan “medya”, büyük bir teşvik saldırısının sahibi.

Şiddet senaryoları: Her türlü fiction şiddete bulaşmış durumda. Edebiyattan sinemaya, duvar yazılarından televizyon dizilerine, hayallerden projelere kadar içine her şey giriyor. İnsanların hayatlarında bunlarla bu kadar yüksek ölçülerde karşılaşması doğal olarak teşvikten başka bir şey olmuyor.

Şiddet dizileri: Ayrıca üzerinde durulması lazım. Silahsız ve öldürümsüz diziler pek anlamlı ve izleyiciyi davet edici olmuyor. Dizilerin tiplemeleri, şiddet kavramının ayaklanmış ve dipdiri halleri olarak görev başında. Tehlike, korku, tehdit, bağırma, kovalama, kaçma, yakalama, cezalandırma vb. olmaksızın üretilmiş diziler varsa da, şiddet dizilerinin bir sınırı ve önlemleri yok. Cinayet, katletme, işkence, dayak vb. öylesine yoğun ki, birçok dizide, bölüm başına onlarca (bazılarında daha da fazla) insan mağdur ve telef oluyor.

Şiddetçilerin toplumsal itibarları: Her alanda şiddetçi, korkulduğu ve çekinildiği ölçüde itibar sahibi. Şiddetin derecesi itibar artırıcı demek ki. Buna, canilerin “iyi halleri”nin de yaygın bir tepki gördüğüne bakarak, adli mekanizmada da onların “itibarlı” görüldüklerini kabul etmek gerek.

Şiddetçilerin kazanımları: Senaryolar şiddetçilerin başarılarını, “kahramanlaştırılmalarını” içerdiğinde, senaryolar başrollere şiddetçileri yerleştirdiğinde, bunun şiddetin “şiddetli teşvik” olmadığını düşünmemek mümkün mü? Böylece birçok şiddetçi, şiddeti meşrulaştırmış da oluyor.

Bunlar çoğaltılabilir. Şimdi bu saydıklarımızı modern olmayan toplumlar açısından gözden geçirelim, ya yasak vardır, “merkez” (elbette devlet) teşvikleri önce kaldırır, sonra önler; ya da bu kültürel tüketim yolları açık değildir (çeşitli nedenlerle, örneğin, kültürel üretim yoktur, tüketicinin alım gücü yoktur, toplumsal anlayış ve alışkanlıklar önleyicidir vb.).

Dolayısıyla sistemli bir teşvik olduğundan dolayı, “modern” toplum şiddeti içselleştirmiş bir toplumdur.

Hemen akla modern olmayan toplumlardaki şiddet gelecektir; feodal şiddetçilik, ilkel yıkıcılık, cehaletin amansızlığı, geriliğin saldırganlığı vb. İyi de, modern olmayan toplumların yanlışlığı, kötülüğü, olumsuzluğu yayma, onların propagandalarını yapma mekanizmaları yoktu ki, en azından modern toplumlardaki gibi değildi.

Sonuçta, yaygın algılanıştaki modernizm sorumlu olmaktadır ve şiddet konusunda “modern” toplumla yarışılamaz!

Çocuk saldırgan davranışları da taklit eder. Türkiye’de çocuklar haftada en az 25 saati televizyon karşısında geçiriyor.

TOPLUMDAKİ ETKİSİYLE ŞİDDET

Şiddetçi, toplumumuzda “kudretli kişilik” karşılığı gibi oldu. Çünkü şiddet, boyun eğdirmeyi amaçladığı ve başardığı için güç göstergesi ve kanıtı gibi görülmektedir.

Şimdi gelelim bunlar neden teşvik? Şiddetin üretimi, şiddetin özendirilmesi, şiddetin taklidi, şiddetin tekrarlanması, şiddetin bulaşıcılığı, şiddetle üstünleşme, şiddetle güçlü ve kazançlı olma, şiddeti meşrulaştırma; bunların hepsi birer teşvik ve teşvik nedeni.

Böylece şiddetin “kahramanları” özendirilmekte, alıcılar tarafından da model alınmaktadır.

Özellikle televizyonlarda şiddetin cezalandırılmaması, caydırılık zaafiyeti eksikliğini göstermektedir. Dolayısıyla şiddetin örgütlenmesinin günlük hayatta, edebiyat ve medyada, sözel, yazınsal ve görsel araçlarla propagandası yapılmaktadır. Şiddetin yeniden üretimi, günümüzün “özgürlük” ortamında verimli bir şekilde yaygınlaşmakta ve geliştirilmektedir.

Sinemada şiddet esas yönelimdir. Günümüzün insanı, beyazperdede şiddetin en aşırı uçlarını izlemeye alışmış görünmektedir. Şiddetin en sapkın ve en açık şekilleri kanıksanmış gibidir.

Öldürüm yöntemlerinin öğrenilmesi kolaylaşmıştır. Kendiliğinden öğrenme değil, adeta görsel eğitimi yapılıyor. Herkesin şiddet mesleğinin mensubu olması isteniyor, amaçlanıyor. Gazete ve medya haberlerini dikkate alan herkes, bütün vatandaşların en az bir adet pompalı tüfek sahibi olduğunu sanabilir, öyle düşünülmüyorsa, herkesin edinmesi gerektiği sonucu çıkartılır.

Silahseverlik, silah düşkünlüğü dışında, sıradan insanlar silaha mecbur olduğunu sanmaktadır.

Silah satan dükkanların, işyerlerinin, internetten alışveriş yapılabilen ticari odakların önlenmesi gerekir.

Çocuk saldırgan davranışları da taklit eder.(3) Ve çocukların ve gençlerin medyatik kirlenmeden uzak tutulabilmesi çok zordur. Türkiye’de çocuklar haftada en az 25 saati televizyon karşısında geçiriyor. 18 yaşına gelinceye kadar toplam en az 15 bin saat (yani üç yıl) televizyon izlemiş oluyor. Bu sürede milyon reklam, haftada iki yüzden fazla cinayet, bir o kadar cinayet girişimi, ellinin üstünde haklı nedenlere dayandığı varsayılan öldürme girişimi, toplam on binlerce cinayet ve şiddet tanığı oluyor.

Dolayısıyla teşvikler ortadan kalkmalı, hayatın her alanı şiddet ve terörü dışlayabilmelidir.

Modernlik, üç büyük devrimin getirdiği değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin en iyi özeti, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”tir.

BATI’DAKİ ŞİDDETİN AVRUPA’DAKİ KÖKENİ

Şiddetin Avrupa’daki tarihsel geçmişi:

Şiddet her zaman vardı, her yerde vardı. Ancak Avrupa’nın şiddet mirası, biricikliği ve ölçüsüzlüğüyle her yerde yoktur.(4) Şiddetin çeşitleri arasında savaş en yıkıcı ve tahrip edici olan şiddettir, bir numaradır.

Üstün bir uygarlık olarak baktığımızda Avrupa’nın bir savaş kıtası olduğunu görürüz. Ve bu yüzden neredeyse her toplum, her ülke, her millet kıtadaki diğerleriyle veya bulduğu başkalarıyla savaşmıştır. Son iki bin yıldır herhalde hiç bir kıta üzerinde Avrupa’da savaşıldığı kadar savaşılmamıştır. En uzun süren savaşlar, en büyük savaşlar, en kapsamlı savaşlar ve en sonunda “dünya savaşları” hep Avrupa’dan çıktı. Hiç bir kıtada toplumlar, ülkeler, inanışlar, mezhepler, milletler birbirleriyle Avrupa’daki kadar savaşmadı. Hiç bir kıtadan başka kıtalara Avrupa’dan yapıldığı gibi veya yapıldığı kadar saldırı yapılmadı.

Batılıların kendi yaptıkları araştırmaları, “Avrupalıların beş yüz yıl önce, şimdiki mirasçılarına kıyasla çok daha fazla şiddet içeren bir toplum oluşturduğunu ortaya çıkarıyor”. Yani şiddet içeren suçların oranı, o zamanlar, 20. yüzyıl Avrupa’sından daha yüksekmiş. Çünkü, “o dönemde Avrupa toplumunun tüm katmanları şiddete meyilliydi” ve “neredeyse devamlı savaş vardı”(5) deniyor. “Ölüm gibi, köyün tam ortasında yatan mezarlık gibi, şiddet de 15., 16. ve 17. yüzyıl yaşantısının merkezindeydi.”(6)

Bu dönemin arkasındaki ortam, şövalye düzeninin etkisizleşmesiyle oluşan iktidar boşluğunun devletle doldurulmasıydı. Otorite, “önce soylulardan başlayıp sonra tüm topluma yayılan kısıtlamaların içselleştirme sürecini” değerlendirdi.(7) Birçok ülkede “küfretmeye, müstehcen davranışlara, kumara ve genelevlere karşı savaş”açıldı. Ancak gene de şiddet, “erken modern dönemde Avrupalıların zihninden hiç de uzak değildi”.(8)

Ritüelleştirilmiş şiddet geleneği vardı.

Zaten Avrupa bir arada yaşama kültürüne sahip olmayan bir uygarlık olarak biçimlenmişti. Bundan dolayı çok kültürlü Doğu’nun dini olan Hıristiyanlık Avrupa’ya getirildiğinde Avrupa tek-dinli yapılmak istemişti. Ve arkasından din de bir şiddet dinine dönüştürüldü.

ŞİDDET VE BATI KÜLTÜRÜ

“1960’tan bu yana pek çok Batılı ülkede kayıtlı suçlarda etkileyici bir yükseliş olduğu”nu gösteren veriler var. “...Dolayısıyla birçok Batı devletinde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden doksanların ilk yarısına kadar uzanan bir suç dalgası olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda... istatistikler, insanlar arasında şiddet içeren anlaşmazlıkların 20. yüzyılın ikinci yarısında arttığını göstermenin yanı sıra, özellikle ABD’de, modern ateşli silahların halk arasında yaygınlaşmasının bir sonucu olarak bu çatışmaların daha öldürücü hale geldiğine işaret etmektedir.”(9)

Bugün bize şiddet Batı’dan geliyor. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre suçlu çocukların çoğu filmlerden etkilenerek suç işlemişlerdir.

Danimarka’da yapılmış bir araştırma televizyonda izlenen saatlerin yüzde ellisinden fazlasında şiddet içerikli konular olduğunu göstermiştir. Bu, o saatlerde en az 200 milyondan fazla çocuğun, ki çoğu 12 yaş altındadır, şiddet konusuna maruz kaldığını göstermektedir.

Bir ABD araştırmasına göre şiddet unsuru içeren filmleri izlemeyi seçen çocuklar otuz yaşına geldiklerinde “potansiyel suçlu” gibi suç işleme eğilimi taşımaktadırlar.(10)

Çizgi filmlerdeki şiddet krimi filmlerdekinden altı kat daha fazladır. Saldırganlık, normalleşmiş, adeta kaçınılmazlaşmış. Türkiye’de çizgi film endüstrisinin Batı çizgi film tekellleri ve yüksek üretimi karşısında varlık gösteremediğini aklımıza getirdiğimizde karşımıza gene Batı çıkıyor.

Ve bunlara ek olarak emperyalizmin savaşla ilişkisi çok somuttur. Biliniyor, emperyalizm savaş demektir, emperyalizm, savaşın sistemin özü olması demektir.

SONSÖZ

Şiddetin teşviklerinin önlenmesi, en azından olduğu kadar, birincil sorundur.

Teşvikleri kaldırabilirseniz şiddeti önleme konusunda işiniz basitleşir ve kolaylaşır. Ancak sadece o zaman yapabileceğiniz şeyler vardır. Bataklığı sulamak nasıl sivrisinekle mücadele konusunda yanlış bir yolsa, teşviklerin sürmesiyle şiddete karşı mücadele aynı yanlıştır. Teşvikler, hastalık aşılarken iyileşmek için dua etmeye benzer.

Teşvikler, kurutulması gereken bataklığı yaratmaktır.

DİPNOTLAR:

(1) Bağıntının kurulmuşu olarak bkz. Samir Amin, Avrupamerkezcilik / Bir İdeolojinin Eleştirisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1993, s. 18-19 ve 22-23.

(2) S. Amin başka bir yerde, modernite, “16. yüzyılda Avrupa’da uç veren evrensel tarihte bir kopuş demektir” diyerek bir tanım daha vermekte ve kavramı biraz daha eskiye götürmektedir. Fakat buradaki “laikliği mümkün ve gerekli kılan” modernite ifadesinin, diğeriyle aynı kapıya çıktığını, daha doğrusu onunla bütünleştiğini görüyoruz; bkz. Samir Amin, Modernite, Demokrasi ve Din / Kültüralizmlerin Eleştirisi, Yordam Kitap, İstanbul 2016, s. 92.

(3) Dr. Nalan Demirergi, Dr. Cüneyt İşcan, Mahmut T. Öngören, Figen Yanık, Bu Ne Şiddet!, Kitle Yayınları, Ankara 1994, s. 66 vd.

(4) Bazı toplumların tarihte korkunç şiddet uyguladıkları ve şiddetçi oldukları bilinmektedir, ancak miras bırakmak, mirası kalıcı kılmak yüksek uygarlıkların harcıdır.

(5) R Julius R. Ruff, Erken Modern Avrupa’da Şiddet (1500-1800), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011, s. 12-13.

(6) Robert Muchembled, İşkenceler Zamanı – Mutlak Krallar Devrinde İtaat (XV-XVIII. Yüzyıllar), tümzamanlaryayıncılık, İstanbul 1998, s. 201.

(7) Norbert Elias, Uygarlık Süreci, 2. cilt, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 133.

(8) Ruff, s. 20.

(9) Ruff, s. 12.

(10) Sözü edilen araştırmalar konusunda kaynak Demirergi, s. 15-19.

Sonraki Haber