Toplumsal olan tarihtir

Hatipoğlu; gençlerin tarihimiz hakkında kulaktan dolma ve yüzeysel bilgilere sahip olduğunu, milli kültür bilincinin bireylerin kişilik bütünlüğüne ve dengeli gelişimine olumlu katkı yapması amacıyla bu kitabı yazdığını belirtiyor

Prof. Dr. Atakan Hatipoğlu, Türklerin Uygarlık Serüveni kitabında, Türklerin köklü bir uygarlık birikimi olduğunu ve her dönemde uygarlık merkezine yüzlerini dönerek tarih içinde anlamlı roller oynadıklarını anlatıyor. Uzak ve yakın geçmişten günümüze uzanan kitapta, uygarlık sahnesine çıkıştan Orhun Yazıtları’na, Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e, “Küçük Amerika” sürecinden AKP politikalarına ve 2023 Türkiye’sine açılan yelpazede ayrıntılı bilgiler veriyor, doyurucu yorumlarda bulunuyor. Nitekim kitabın kapağındaki görsel de bize bu mesajı vererek, Pazırık kurganında bulunan 2300 yıllık Hun halısının temsil ettiği uygarlık mirasını, Türk yapımı uçak gemisinin izleyeceği rotayı çizen büyük tarihsel birikimin varlığını ortaya koyuyor.

TÜRK UYGARLIK TARİH

İ Tarih, olayların arka arkaya sıralanması değildir. Olan bitenin karmaşasını anlamlı hale getirebilmek teorinin varlığını gerektiriyor. Teori olmadan hiçbir bilim yapılamaz. İşte bu anlayışla kaleme alınan Türklerin Uygarlık Serüveni kitabı, Türklerin tarih sahnesine çıkmasından günümüze kadar uygarlıkla olan ilişkilerini ele alıyor. Kitaba bir çeşit Türk uygarlık tarihi de diyebiliriz.

Atatürk; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözlerini düstur aldığını hakikati eğip bükmeden ona olabildiğince sadık kalmaya çalışarak kitabı kaleme aldığını belirtiyor. Hangilerini öne çıkaracağını, aralarındaki ilişkileri nasıl kuracağını saptarken de belirli bir bakış açısından hareket etmiş.

Hatipoğlu; “Türk gençlerinin Türk tarihi hakkındaki bilgileri kulaktan dolma ve yüzeysel olmanın ötesine varamıyor. Oysa tarih bilincinin milli kimliğin oluşumunu etkileyen en önemli faktörlerden biri olduğu bilinir. Bu nedenle kitapta, etnosantrizm tuzağına düşmeyen demokratik bir milli kültür bilincinin bireylerin kişilik bütünlüğüne ve dengeli gelişimine olumlu katkı yapacağı anlayışından hareket ettim.”

DEVLETLEŞME SÜRECİ

Türk tarihi göçebe kabilelerin devletleşme süreci, özünde insanlığın Mezopotamya’da Sümerlerden başlayan uygarlığa sıçrama aşamasına tekabül ediyor. Devletli toplum haline gelmeye yani uygarlığa geçmeye başladıklarında Türkler, ulaştıkları yeni toplumsal aşamaya uygun din, hukuk ve siyaset kurumlarını benimsemeye başladıklarını okuyoruz kitaptan. 18. yüzyılda Batı’dan başlayan modern uygarlığa geçiş aşaması da kısa bir süre içinde Türkleri etkileyerek demokratik devrim sürecini başlattı. Tarım toplumu olmaktan sanayi toplumu olmaya doğru dönüşüm zorunluluğu, bütün kurumlarımızı değiştirerek toplumu yeniden örgütlemeyi gerektirdi. Şüphesiz büyük toplumsal değişme dönemleri onlarca, bazen yüzlerce yıla yayılarak gerçekleşti. Düşünce akımlarının siyasal güçlerin ve bilimsel teorilerin, hep büyük değişimin gerçek anlamını açıklama iddiasıyla ortaya çıktığını ve rekabet ettiklerini de anlatıyor Hatipoğlu.

Yayınevi yazara teşekkür notunda şunları söylüyor; "Prof. Dr. Atakan Hatipoğlu'nun, Cumhuriyetimizin 100. yılına bir armağan olarak hazırladığı elinizdeki kitap, uzun yıllar önce filizlenen bu bilincin yeni ve çok doyurucu bir örneği. Yazar, Türklerin yüzyıllardan taşan serüvenini, tümüyle bilimsel verilerin ışığında ve herkesin anlayabileceği bir dille aktarıyor, tarih biliminin ciddiyetini akıcı bir üslupla birleştiriyor, ortaya bütünlüklü bir eser koyuyor. Türk ve Türkiye tarihi nitelikli bu çalışma, Türklerin köklü bir uygarlık birikimi olduğunu ve yüzlerini her dönemde uygarlık merkezine dönerek dünya tarihi içinde anlamlı roller oynadıklarını gösteriyor.”

YAKIN TARİH

Yazar, uygarlık tarihini anlatırken yakın tarihimize kadar geliyor. Kitabın son bölümünde, Yüzyılın Çağdaş Uygarlığını Ararken başlığı altında, dünya ticaretinin merkezi Çin'e kaydı diyor ve ekliyor; “Çin'i dünyadan çıkardığınızda üretim duruyor. Yani dünya Çin'in büyümesi sayesinde büyümüş görünüyor. Bunun anlamı Çin'in sosyalist ekonomi ve toplum politikaları ile kazandığı başarıların dünyanın diğer ülkelerinin önüne yeni bir model koymasıdır.” Yani yazara göre, dünya ölçeğinde üretimin, refah yaratmanın merkezine dönüşen coğrafyalar, bir süre sonra askeri ve siyasal ağırlık da kazanır, toplumsal ilişkilerin, kültürel değerlerin, bilimsel üretimin ve teknolojik gelişmenin merkezine dönüşürler.

“ABD merkezli kapitalist uygarlığın son demlerini yaşıyor. Uygarlığın merkezi Asya coğrafyasına kaymaya başladı. Çin ve Rusya'nın önderlik ettiği Avrasya İşbirliği Örgütü ile BRICS türünden yeni uluslararası örgütlerin ABD dolarına karşı milli paralarla ticaret yapma veya ortak askeri tatbikatlar türünden uygulamalarına bakıldığında, yeni bir dünya düzenine ilerlemekte olduğumuz gözüküyor” saptamasını da okuyoruz kitaptan

PERİNÇEK’TEN ÖVGÜ

Doğu Perinçek, “Prof. Dr. Atakan Hatipoğlu, Türk ve Türkiye tarihi niteliğindeki bu çalışmasında, Türklerin köklü bir uygarlık birikimi olduğu ve her dönemde uygarlık merkezine yüzlerini dönerek dünya tarihi içinde anlamlı roller oynadıklarını gösteriyor.”

Perinçek kitabı, teorisi çok sağlam, dili çok akıcı, hakiki bir bilimsel kitap olarak değerlendirip hayran kaldığını belirtiyor. Hatipoğlu; “Tarih, olayların arka arkaya sıralanması değildir. Olan bitenin karmaşasını anlamlı hale getirebilmek teorinin varlığını gerektiriyor. Teori olmadan hiçbir bilim yapılamaz. Peki, tarihe nasıl bir teorik açıdan bakmak lazım?” diye soruyor. Ve şöyle cevap veriyor; “Birincisi, tarih, toplumsal olanın tarihidir. Siyasal olaylar ekonomik ve toplumsal süreçlerden kopuk şekilde cereyan etmezler.”

HATİPOĞLU KİMDİR

Prof. Dr. Atakan Hatipoğlu, 1974 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul'da tamamladı. Sosyoloji bilim dalında lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimi gördü. Türkiye'de siyasal partiler, ideolojiler, siyasal kültür ve yakın dönem Türk siyasi tarihi konularında çok sayıda makale ve kitap bölümü kaleme aldı. CHP'nin İdeolojik Dönüşümü (Kaynak Yayınları, 2012) kitabının yazarıdır. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 2016'dan bu yana Aydınlık'ta köşe yazıları yazıyor.

(KİTAPTAN) ANADOLU'NUN TÜRKLEŞMESİ

Büyük Selçuklu devleti kendi üzerine doğru gelen ve şehirlerde kargaşaya neden olan Türkmen göçlerinden rahatsızdı. Bunların hem çok kalabalık hem savaşçı hem de devlet denetimine karşı başı buyruk davranma eğiliminde olan güçler olduğunu önceki bölümde görmüştük. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, konar-göçer kitlelere yeni bir yurt alanı göstererek göçün kendi üzerine gelmesini engellemek için Kutalmışoğlu Süleyman'ı Batı Anadolu'ya gönderdi. Kutalmışoğlu Süleyman, fetihler yaparak batıda İznik'e kadar ilerledi, güneyde Antakya'yı aldı ve Türkmen boyları için bir göç alanı yarattı. Fethettiği bölgelerde yurtluklarda ve tarlalarda çalışan köleleri özgür bıraktırdı. Özgürlüklerine kavuşan insanlar kitleler halinde İslam'a geçmeye başladılar. Bu arada Süleyman Şah'ın fethettiği topraklara yoğun şekilde Oğuz boyları göçüyordu. Anadolu hızla İslamlaşmaya ve Türkleşmeye başlamıştı. Bir süre sonra Türk nüfus yoğunluğu Bizans'ı bunaltmaya başlayınca Bizans ve Selçuklu arasında kesin bir hesaplaşma kaçınılmaz hale geldi. 1071'de Alpaslan ve Romen Diyojen Malazgirt'te karşı karşıya geldiler. Bizans'ın bozguna uğramasıyla sonuçlanan Malazgirt zaferi, Anadolu'nun Türkleşmesinin önünde hiçbir gücün kalmaması anlamına geliyordu.

Sonraki Haber