TRT Sanatçısı Recep Kaymak türkü serüvenini anlattı: İlk radyo kaydı teneke stüdyoda

'Balaban Müzik Evi, kapısı iple bağlı, içerde masa, teneke bidondan bir soba var. Bir süpürgenin sapına bağlamışlar teybin mikrofonunu. Sandalyeleri dizmişler. Orada söylenecekmiş. Her taraf teneke…'

TRT’nin değerli sanatçılarından Recep Kaymak üstadımızla söyleşimizin bu haftaki bölümünde, askerlik sırasında Ankara Hamamönü'ndeki sazcı dükkanında yapılan ilk radyo kaydının anısını dinliyoruz. Kaymak o günleri sanki ilk kez yaşıyormuş gibi heyecanlı. Heyecanına ortak oluyoruz. Ardından TRT Radyo sınavına nasıl girdiğini anlatıyor…

Askerdeyken sesiniz keşfedildikten sonra neler yaşadınız?

Sani̇ye Can’ın görüntüsünü bilmiyordum, radyodan ismini duyuyordum. O zaman televizyonda yoktu. Celal Ersöz diye çocuk yıldızı bir arkadaşım vardı. Çocuk 7-8 yaşlarındayken bayağı meşhurdu, yumurcak falan gibi. Ayhan Işık ile filmleri var.

Celal Ersöz meşhur bir adamdı, şöhretti o zaman. Sinemada filmini seyrediyorum, arkadaşlık yapıyorduk. Bir gün, “Kaymak, astsubayın çocuğunun sünneti var. Astsubay Orduevi'nde, gelirsin diye seni de söyledim. Beraber gidelim. Aslında izin alıp dışarıya çıkmak için seni de götüreyim bir tane türkü söylersin" dedi.

Amcası dediği de Nusret Ersöz. Olur dedim. Gittik Astsubay Orduevine, düğün başladı, Sahneye çıkanların hepsinin isimlerini biliyordum ama onları tanımıyordum. Emin Aldemir, Rıfat Balaban, Atilla Mayda… Huzurlarınızda Saniye Can. Tüylerim diken diken oldu. Ne güzel bir kadındı… Uzun boylu, abide gibi hoş, şahane bir kadın.

Saniye Can türküsünü okurken birden demez mi; “Aranızda bir asker kardeşimiz var. Rica etsek de bize bir iki türkü söylesin. Ben de kim diye bakarken Recep Kaymak demez mi? Yahu nasıl utanıyorum. Zar zor tuttular beni kolumdan sahneye çıkarttılar. Sahneye çıktığında her şey unutuyorsun. Bir türkü okudum, bıraktım mikrofonu gideceğim.

Alkışlar, alkışlar… Saniye Can dedi ki "Nereye gidiyorsun?" Onun üstüne bir tane daha, bir tane daha ayrıca çok da utanıyorum. Sani̇ye Can'dan utanıyorum, korkuyorum. Çok ayıp ediyorum gibi geliyor bana.

KAPISI İPLE BAĞLI BALABAN MÜZİK EVİ

Neyse bitirdik giderken, birisi geldi yanıma. Dedi ki kardeş sen izin alıp dışarı çıkabiliyor musun? "Alıyorum" dedim. Dedi ki "Sazcı dükkanım var, bana gelebilir misin?" "Gelirim" dedim. "Bekliyorum mutlaka" dedi.

Birkaç gün geçti aradan, çarşıya izine gittim, verdiği kart cebimdeydi. "Hamamönü'nde sazcı dükkanım var" demişti. Dükkanım var deyince büyük mağaza filan zannediyorum. O zaman Ankara daha gelişmemişti. Her taraf gecekondu gariban yerler. Bir baktım, Balaban Müzik Evi, kapısı iple bağlı, içerde masa, teneke bidondan bir soba var. Gözüm ısırıyordu bir yerden, meğer düğünde saz çalan Rıfat Balaban’mış.

Rıfat Balaban nasıl yetenekli bir adam. Bir makine uydurmuş torna gibi. Buradan bir düğmeye basıyor ve saz teli yapıp satıyor. İlkel bir tezgah kurmuştu. Bir tarafı iple bağlı öbür tarafı tenekelerle... Müthiş güzel, sırmalı tel satıyorlar.

Dedi ki "Sesin çok güzel. Seni niye çağırdım, izin alabilirsen buraya gel sana polis radyosu için bant yapalım." Polis Radyosu’na çalışıyormuş. Sanki Allah söyletti… Radyo müdürü de bana bant yap demişti. Fakat oradan çıktıktan sonra, adam rüya mı görüyor, nerede yapacak o bandı diye düşünmeye başladım. Buraya gelip ne yapacağım ne stüdyo ne saz tanırım. Bant ulaşılmaz gibi gelmişti bana.

SÜPÜRGENİN SAPINA BAĞLANAN MİKROFON

Jeton o an düştü. "Mamak Muhabere Okulu radyosu da bant yap radyoda çalalım demişti" dedim. “Bir kopya daha yaparız, oraya da verirsin" dedi. "Gün kararlaştırdığımızda gelir misin?” dedi. "Nerede yapacağız" dediğimde, "Sen karışma" dedi. "Gelirim" dedim ama içimden herhalde benimle dalga geçiyorlar diye düşündüm.

Belirlenen tarihte cuma günü gittim. Rıfat Abi "Merhaba, hoş geldin" dedi. İçeride oturan adamlar, kelli felli hepsinin isimlerini biliyorum. Kim olduklarını biliyorum. Bilal Demir, Adnan Şeker, Burhan Gökalp, Osman Duran… Hepsi rahmetlik oldu. Osman Duran çok tatlıdır, o da bizim devredendi.

Peki stüdyo neredeymiş?

Dükkan var ya işte orasıymış. Bir süpürgenin sapına bağlamışlar teybin mikrofonunu.

Sandalyeleri dizmişler. Orada söylenecekmiş. Her taraf teneke…

İ. Can: Allah’tan ses güzel…

Profesyoneliz okuyacağız tabi. Emin Abi nurlar içinde yatsın, iki dakika prova yaptı.

Ondan sonra sekiz tane parça okudum. Aldım bantları, Muhabere okulunun müdürünün önüne koydum. Aldı, "Çarşamba günü, saat 17:10’da program koyduk, yayınlıyoruz" dedi.

Bütün okula duyurmuşlar. Biz o saatte gazinoya geldik. Herkes orada, sanki konser verilecekmiş gibi hazır vaziyette. Saat 17:10 oldu. "Sayın dinleyiciler burası Mamak Muhabere Okulu radyosu. Şimdi türkü programına başlıyoruz. Recep Kaymak’tan türküler dinleyeceksiniz." Dizlerimin bağı çözüldü. Heyecandan başladım türküye. Bütün gazino ayakta. O nasıl güzel bir duygu. Benim o gün göğsüm dışarıya fırlayacakmış gibi oldu. O gururdan, özgüven patlaması oldu.

Vakit buldukça gündüz Mızıka Okulu'na giderdim. Bir hocayı tanıştırdılar, Allah rahmet etsin Muammer Sun. O da orada asker. Onunla da tanıştık nur içinde yatsın. Bundan sonra bir kere daha gittim, çay içtik sohbet ettik.

Sınava girişiniz nasıl olmuştu?

Askerlik bittikten sonra Diyarbakır'a döndüm. İki sene askerlik yapmıştım. Diyarbakır’dan uzak kalmıştım. Çıktım çarşıya. Herkese “Ooo Kaymak hoş geldin canım! Ne zaman gidiyorsun” diyorlardı. "Hayırlısıyla askerlik bitti nereye gidiyorum" dedim.

“Askerlik bitti de radyoda sınav açıyormuş. Ben Radyo Maliye'de dinledim” dediler. Ne sınavı derken işin aslını öğrendim. Ankara, İstanbul, İzmir Radyosu'ndan anons ediliyor. Türkiye genelinde stajyer sanatçı alınacaktı.

Geldim Ankara'ya. İki, üç gün dolaştım, tam döneceğim, nasılsa yarın gideceğim Hamamönü'ne gideyim de Rıfat abime bir uğrayıp hal hatır sorayım, ne yapıyor acaba? dedim. Geldim, Rıfat abi içeride çalışıyordu. Beni gördü, “Neredesin kardeşim” dedi. Bir an ödüm koptu. "Ne oldu" dedim. "Yahu kaç gün önce sana mektup gönderdim, almadın mı?" "Yok, mektup almadım" dedim. Mektubun geldiği gün ben yola çıkmışım.

KÜLÜSTÜR ARABAYLA RADYO SINAVINA

Benimle konuşmayı kesti, elimdeki şeyi bıraktı. Eskiden büyük limuzine benzeyen tosbağa gibi dolmuşlar vardı. Osmanbey-Taksim-Osmanbey yapan dolmuşlar... Onun gibi bir arabası vardı. Motoru açtık, çalışmaz. Gır gır, gır gır… Belki on dakika sürdü arabanın çalışması. Hiç konuşmuyor, üzerinden ter attı. Allah'tan araba çalıştı, hemen direksiyona geçti. O külüstür arabayla bir de hız yapmak istiyor. Nurlar içinde yatsın. Heyecanı çok fazla. Ben de ne oluyor, başına bir şey mi geldi diye hareketlerine bir anlam veremiyorum, anlamaya çalışıyordum. Geldik bir binanın önüne. Ankara Radyosu, nasıl bir kalabalık… Belki on bin kişi vardı. Kalabalığın içinde plak şöhretleri de vardı. Mesela Yeşim Salkım’ın babası Dursun Salkım vardı.

Kaldırıma koydu arabayı, koşa koşa o kalabalığı yararak içeriye girdi. Ben arabada bekliyorum. Bu arada anlamaya çalışıyorum. Bekle bekle, yarım saat geçti aradan. Bir baktım karşıdan tebessümle geliyor. Herhalde işi görüldü diyorum. Geldi “Of be az kalsın kaçırıyorduk” dedi. "Rıfat abi neyi kaçırıyorduk" dedim. Bugün son gündü. Saat beşe kadar müracaat ettin, ettin. Bu numarayı aldın, aldın. Baktım sıra numaram bir. 15 günlük süre vermişler ve o gün de son günmüş. Rıfat abi dükkandan çıktığında saat 16:50’ydi. Düşünün hızımızı…

Sizin yaşamınızı tamamen değiştiren bir rol oynamış.

Evet hem de nasıl rol oynadı.

İ.Can: Sana yaptığı iyilik var. Bir de kendi mesleğine olan saygısı da var.

Esas mesleğine olan saygısı, beni de onun için sevmesiydi. İkisini birleştiriyor. Sonrasında "Rıfat abi sen boşuna yormuşsun kendini. Mektubunu alsaydım da sınava girmezdim" dedim. "İstanbullu, Ankaralı dururken kim Diyarbakır'dan gelen bir garibana alır?" Dedi ki “Ya sen manyak mısın? Sen bu işi bilmiyorsun. Sen sınava girmelisin.”

İstediği kadar konuşsun, benim bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyor. Teşekkür ettim. Ama ertesi gün sınav var, numarayı almış, Ankara’da mecburi kaldım. Ertesi gün sınava gireceğim. Orada da bir kuyruk, çok kalabalık.

Sıraya girdik bekliyoruz. Çıkan şen şakrak… Her çıkan "İki tane, üç tane, beş tane okuttular bana, kazandım" diyor. Daha sınava girmeden benim moralim çöktü. Girmek istemiyorum ama Rıfat abiden korkuyorum. Bu kadar eziyet çekti, sınava girmeden kaçmayayım dedim.

'SINAVDAN ÇIKINCA HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIM'

Neyse sıra bana geldi. Girdim ama hep içim kan ağlıyor, “Böyle niye girersin, ne işin var buralarda” diye. Jüri üyeleriyle hiçbirini tanımıyorum ama müziğin en büyük otoriteleri. Nida Tüfekçi, Osman Özdeyiş, Emin Aldеmіr… edebiyat hocalarının haricinde Muammer Sun. “Hoş geldin evladım. Nerelisin?” dediler. "Diyarbakırlıyım" dedim. "Bize ne söyleyeceksin?"

“Mavi yelek mor düğmeli” dedim ve başladım okumaya. Birinci satırda "Tamam evlat çıkabilirsin" dediler. Hayda moral sıfır. Celal Güzelses’ten okumuşum.

Çıkarken işte gördün değil mi? Çıktım radyonun arkasında tadilat yapıyorlar. İskeleler kurmuşlar. Kendimi oraya zor attım hüngür, hüngür ağlamaya başladım. Ben kendi kendime savaş içindeyken omzuma bir el dokundu. “Sen ne ağlıyorsun?” dedi. Döndüm, baktım çirkin bir adam. Saçlar kabarık, incecik bir surat. Kızılderili suratı gibi gözümün önünden hiç gitmez. Şive de Erzurum olunca ben de içimi dökmek isteğiyle anlatmaya başladım. Konuşmam bitince "Ben seni tebrik etmeye geldim, sen neler diyorsun" dedi.

“Ne tebriki” dedim, “Çok çok güzel sesin var. Birinci sınavı kazandın” dedi.

“Dalga mı geçiyorsun amca” dedim.

“Dalga geçiyor olur muyum” dedi.

“Sen nereden biliyorsun” dedim.

“Ben de jüri̇ üyesiydim. Evladım ben Seyfeddin Sığmaz” dedi. İsmini biliyordum, heyecandan yere düşecektim.

ÇOBANLIKTAN RADYOYA

Ben çıkınca arkadan beni takip etmiş. Türk Sanat Müziği klarnet üstadı Şükrü Tunar kadar büyük ismi vardı. O zamanın en büyük klarnetçisi. Benim otantik sesimi en çok anlayacak oydu. Eskiden çobanmış radyoya getirmişler, eğitmişler, yeteneğinden dolayı olmuş müzisyen.

Hala inanamıyordum. "Bu sınav yarışmacıların sesi var mı yok mu diye ilk eleme" dedi. "Saat beşte sonuçlar belli olacak" dedi. Saat beşi zor ettik. Geldim listelere bakayım derken Kenan Temiz’de oradaydı, rahmetli onunla aynı mahallenin çocuklarıydık. Çok güzel bir sesi var. Otantik, müthiş bir sesti ama eğitimsizdi. Onun ismini görünce bana bir güven geldi.

İkinci sınava girerken bu sefer daha bilinçli ve kendime güvenliydim.

Sınav sonrası "fevkalade" dediler, teşekkür ettiler. Jürinin davranışları da değişmişti. İkinci sınavı da kazanınca staja başlama tarihini bekledik.

BU HANDAN KERVAN İŞLER BU HANDAN

Bu handan

Kervan işler bu handan

Kes siyah zülfünü haraç

eyle zalım yar

Kurtar beni bu haldan (vay vay)

Güzel elinden yar şirin elinden

yar zalım yar

Figan eyle

Aç göğsünü figan eyle

Bülbül hep dala mı konarsın

Güle kon şivan eyle (yar yar)

Güzel elinden yar şirin

elinden yar zalım yar

Şivan: Feryat etmek

Figan: Haykırış, bağırış, ağlayış,

çığlık, inilti

Yöresi: Şanlıurfa

Kaynak Kişi: Seyfettin Sucu

Derleyen:

TRT Müzik DAİ. BŞK. THM. MD.

Notaya alan: Mehmet Özbek

Makamsal Dizi: Hicaz

Konusu-Türü : Hoyrat

Önümüzdeki hafta türkümüz: Evlerinin Önü Kavak

Sonraki Haber