Tüfek icat olunca mertlik mi bozuldu?

Maddi güçleri geliştirenlerin gerçek ilericiler olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ilerici olan, tüfeğin icadını namertlikle suçlayan değil, Devlet Ana'da hayatını barutlu silah yapmaya adayan, bu amaçla da gözünü Çin'e diken Kaptan Çavuş’tur

“Notre Dame’ın Kamburu”nun girişine üniversitenin yeminli kitapçısı Üstat Andry Musnier’in, Kral’ın kürkçübaşısı Üstat Gilles Lecorno’ya söylediği şu cümleleri yerleştirmiştir:

“Sözümü oraya yazın efendim, dünyanın sonu gelmiş. Talebe taşkınlığının böylesi şimdiye kadar görülmedi. Her şeyi mahveden, devrin o lanet olası icatlarıdır. Gülle atan silahlar, yılancık topları, humbara topları ve özellikle Almanya’dan gelen şu musibet; yani matbaa…”

Alphonse Daudet’in Değirmenimden Mektuplar’ında da yel değirmeninin sahibi yaşlı Cornille usta un fabrikalarının kurulduğunu ve tüm buğdayın oraya gittiğini duyduğunda deliye döner ve köydekilere şöyle bağırır: “Oraya gitmeyin… Bu eşkıyalar ekmek yapmak için şeytan icadı buharı kullanıyorlar, oysa ben değirmenimin kanatlarını yalnızca Tanrı’nın soluğu olan karayel ve yıldız yeliyle dolduruyorum.” 

Üretici güçler maddi temeldir; toplumsal olan yani üretim ilişkileri maddi temelin üzerinde şekillenir. Maddi temel değiştiğinde ilişkiler de değişiyor.

Üstat Musiner de, Cornille usta da aynı şeyden şikayet ediyorlar. Maddi güçler değişiyor ve onlar tarihin dışına iteleniyorlar. Buhar gücü, Tanrı'nın rüzgarının elinden ayrıcalıklarını aldığı için lanet olası bu icat şeytana ait. Her şeyi mahvediyor!

Üstat Musnier haklıdır; matbaa ve barutlu silahlar ortak bir işleve sahip. Bu iki şeytan icadı devleti de güçlendirdi. Modern devlet başka bir çok şeyle birlikte da bu iki icada da dayandı. 

KİMİN SİLAHI

Üretici güçler, yani maddi olan, üretim ilişkilerinin yani toplumsal olanın temelini oluşturuyor. Üstyapı da (devlet, hukuk ve ideoloji) ekonomiyi oluşturan üretim ilişkilerine uygun olarak şekilleniyor. Toplum, maddi/doğal güçlerin çizdiği sınırlar içindedir.

Maddi güçlerin (üretici güçlerin) ilişkilerin (üretim ilişkilerinin) temelini oluşturduğunu söylemek, aynı zamanda gücün nasıl ve ne kadar örgütlenebileceğini söylemek anlamına da geliyor. Üretim kavramını geçim araçlarının üretiminden güvenlik ve şiddetin üretimine doğru genişletmemizde sakınca yok.

Kılıç toplumunun ilişkileri ile barutlu silah toplumunun ilişkilerinin aynı olmasını bekleyemeyiz. Buhar makinesinin ortaya çıkışıyla, feodal dönemde kendi üretim aracına sahip emekçinin üretim araçlarına yabancılaşmasıyla bir sınıfın araçların üzerinde tekel oluşturabilmesi gibi, barutlu silahlar da silah tekelini hem güçlendirdiler hem de etkinleştirdiler.

Kılıç toplumunun ortadan kalkması, daha geri aşamadaki devletin bıraktığı boşluklarda yaşayanların yaşam alanlarını tamamen ortadan kaldırmasa da, daralttı. Köroğlu’na atfedilen önermedeki mertlik, o yaşam biçiminin ve ilişkilerin ihtiyaçlarıdır. Cümleyi şöyle de kurabiliriz: Tüfeğin icadı, daha geri devlet örgütlenmelerinde kendilerine iktidar alanları yaratanlar için namertliktir; barutlu silah ise kamunun kurumsallaşmasının kozu.

Tarih, silahların tarihi üzerinden de yazılabilir ve yazılmıştır da. Napolyon Savaşlarının, barutlu silahlarla savaşın doruğunun kabul edilmesi anlamlı. Avrupa’da feodal kalıntıların bir bölümü, Napolyon savaşlarının barut kokularıyla temizlendi.

Maddi güçleri geliştirenlerin gerçek ilericiler olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ilerici olan, tüfeğin icadını namertlikle suçlayan değil, Devlet Ana'da hayatını barutlu silah yapmaya adayan, bu amaçla da gözünü Çin'e diken Kaptan Çavuş’tur. Kaptan Çavuş pastoral toplumu sürdürmek isteyenlerin karşısında, kurumsallaşan devletin ise yanındadır.

GERİDE KİMSE KALMASIN

Şu cümleler Emile Zola, Phasie Halaya trenler için söyletir: “Güzel icat, doğrusu diyecek yok: insan çabuk gidiyor; daha bilgili olunuyor. Ama yabani kalıyor. Daha iyi makineler de icat etseler boşuna, beride yabaniler bulunacak yine de.”

Geride kimseyi bırakmayacak maddi güçleri arıyoruz. O maddi güçlerin önünü açmak için, geri olanı idealleştirenin eleştirisine ihtiyacımız var. Toplumlar geri olanı ileri olana asimile ederek gelişiyor; geri olanı buzdolabında saklayarak ve buna da zenginlik diyerek değil.

Asimile edilerek ortadan kaldırılması gereken değerler, çoğu zaman romantikleştirilmeye daha uygun oluyor. Yaşar Kemal külliyatı, geri olanın romantikleştirilerek idealleştirilmesine dayanıyor. Yaşar Kemal feodal ilişkilerin sadakat ve davranış biçimlerini mertlik olarak anlatan destanların yazarıdır. Tolstoy’un romanlarında at hırsızlığı yaparak erkekliğini kanıtlayan Kazak da, Yaşar Kemal’in ağası için adam vuran ve vurulan yanaşma da belirli üretici güçler düzeyine denk düşen toplumsal ilişkilerin mertliğini gösteriyorlar.

Mertlik tarifleri de tarihseldir ve sınıfsaldır; ilişkilerin ürünüdür. Tolstoy o mertlik tanımının nasıl yaşandığını anlatıyor; Yaşar Kemal ise Tolstoy’dan farklı olarak idealleştiriyor. Yaşar Kemal, üstat Musnier ve yaşlı Cornille ustayla hemfikir; yazarlarıyla değil.

Her üretim ilişkisi artı ürüne el koyarak kendisini yeniden üretir. Ürününe el koyulan, el koyulabilsin diye zulme maruz kalan üretici sınıfların, daha geri üretim ilişkilerine yaslanan ama zulüm merkezinin karşısında yer alanı kendisine mal etmesi de diyalektiktir ve halk kültürünün parçasıdır. Geride kalan ilişkilerin unsurları, halkın bilincinde, artı değere el koyan ilişkilere karşı kahraman olarak ayağa kalkabilir. Bu bilinç, kahramanların gerçekte üretici güçlere ayak bağı olmasını engellemez.

Cüneyt Akalın’ın Yaşar Kemal’i tartıştığı 31 Mart günü Aydınlık’ta yayınlanan yazısında, “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” önermesini gündem getirmesi tartışmanın ilerletilmesine hizmet ettiği için faydalı oldu. O önerme Köroğlu’na ait olsun ya da olmasın, içinde 5 sözcükten daha fazlasını barındırıyor ve Köroğlu’ndan bağımsız olarak tartışmanın tarafı. Bu yüzden de makalede Köroğlu’nu değil, sadece önermenin kendisini tartıştık.

Bu tartışma, geride kalanı kolunda tutup çekecek bilincin gelişmesine katkı sağlamalı.

Sonraki Haber