Tunca Arslan, Pamuk'un 'Veba Geceleri' romanını değerlendirdi: Sadece Atatürk değil Asya da küçümseniyor

Pamuk'un daha önceki romanlarında da Atatürk'e ve Kemalizm'e Batı'nın argümanlarıyla tavır aldığını hatırlatan Arslan, kitapta Batı’nın Kovid-19 tezlerine gönderme yapıldığını vurguladı.

Orhan Pamuk’un son çıkardığı “Veba geceleri” isimli romanı “Mustafa Kemal Atatürk ile alay edildiği” iddialarıyla gündemde. Romanı Aydınlık Tv’ye değerlendiren yayıncı, eleştirmen Tunca Arslan, romanda Batı’nın Kovid-19 tezlerine hitap eden vurgular olduğunu, “Bu belayı başımıza Çinliler sardı” temasının işlendiğini, Doğuluların küçümsendiğini söyledi.

‘BATI’YA MESAJ VERİYOR’

Sayın Arslan, Pamuk’un yeni romanında hangi vurgular dikkatinizi çekti?

Orhan Pamuk daha önceki röportajlarının birinde 30 yıldır kafasında taşıdığı bir proje olduğunu, karantina koşullarında geçen bir roman yazmak istediğini söylemişti. Son beş yıldır fiili olarak çalıştığını belirtti. Romanı okurken ilk dikkatimi çeken şey, sanki son beş yıl değil de son bir yıl içinde önemli eklemeler, müdahaleler yapılmış. Böyle bir duygu edindim.

Hayali bir adada geçiyor, Minger adası. Osmanlı’nın bir eyaleti. Bir veba salgını başlıyor adada. Anlatılan bu. Fakat, güncele doğru çekme eğilimi çok güçlü, özellike romanın girişinde. Veba Çin’den geliyor.

Şunu da vurgulamak lazım. Postmodern romanlarda gerçek ile hayali olanın karışmasına alışığız. Okurun tabi kafası ister istemez karışabiliyor pek çok yerde. Çünkü Orhan Pamuk bu romanında tarihi olaylara ilişkin çok belirgin vurgularda da bulunuyor. Örneğin 1901 yılında Çin’de çıkan ünlü Boxer İsyanını anlatıyor. Gerçekten o dönemde Çin’de böyle bir isyan yaşanıyor ve Çinli Müslümanlar da bu isyanın içinde önemli rol oynuyorlar. Bu isyanı, tarihi gerçeklere bağlı kalarak, hatta çoğu yerde ansiklopedik bilgi vererek anlatıyor. Anlattığı şeylerin çoğu, hayali bir ada olsa bile gerçek. Fakat aynı yıl Çin’de bir de veba salgını başlıyor ve Batı’ya doğru geliyor.

Orhan Pamuk, daha önceki romanlarında da sık sık okurlarla diyaloğa girer, dikkatli okurlara seslenir bir anlatıcı olarak. Dikkatli okuduğunuz zaman da gerçekten içinden çıkılamayan şeyler oluyor. Çünkü o dönem evet, dünyanın pek çok yerinde salgınlar var. Kolera var, çok daha öncesinde çiçek var, veba başlıyor. Ancak Orhan Pamuk’un çok ayrıntılı yazdığı dönemde, 1901’de, Çin’den gelen bir salgın yok. Tam tersi o yıl ABD’den gelen bir salgın var. Bütün insanlık, hepimiz salgın sürecindeyken ve burada Kovid-19’un nereden geldiği konusunda önemli yanıltmalar yapılmışken, siz romanınızda Çin’i adres gösterirseniz, dikkatli okurların kafasında Batı’ya bir mesaj var duygusu uyanıyor.

Kolağası Kamil meselesi de öyle. Bunlar bilinçli yapılan şeyler. Çok rahatlıkla denilebilir ki ‘ben bunu alay etmek için söylemedim, kargaları kovalayan bir yüzbaşı koymak istedim’. Batılı okurlar onu bilmez zaten, Mustafa Kemal’in çocukluğunda kargaları kovalaması Batılı okuru çok ilgilendirmez. Ben iddiaları da okudum. Bir alay değil ama bıyık altından gülümsenerek yapılan vurgular var.

Orhan Pamuk tavırları bilinen biri. Siyasi göndermeleri, siyasi vurguları ya da yapıtların içine eklediği göndermeler bilindiği için ister istemez o gözle de okuyorsunuz. Örneğin Kar romanını hatırlıyorum. Ana teması, ‘Türkiye’de laikler, Kemalistler, İslamcıları ve Kürtleri kesiyor’ idi. Nobel almadan kısa bir süre önce yayınladığı roman. E, şimdi başka bir söyleme gidiyor. O dönemde iktidarı destekleyen, Batı’nın argümanları ile laikliğe, Kemalizme tavır alan bir yazar, bugünlerde tam tersini söylüyor. Bu tür numaraları edebiyat dışına çıkarak yapıyor, alışığız. Bu romanda da Batı’nın özellikle Kovid salgını ile ilgili tezlerine hitap eden, onların ruhunu okşayan pek çok gönderme var.

Birkaçını örnek vereyim: “Padişahın Asya’dan ve Çin’den Batı’ya yeni salgın hastalıkların geldiğinden haberdar olduğuna ve bu konuda telaşlandığına tanık olmuştu Doktor Nuri.” Salgının Çin’den geldiğini defalarca vurguluyor. “Hindistan’da, Çin’de binlerce kişiyi öldüren de aynı mikrop, aynı salgındır, İzmir’e gelen de odur”. Bu vurgular sayfalar boyunca devam ediyor.

Batı Doğu meselesinde… Romanda Minger adasında bir Osmanlı vilayeti, fakat karışık, Rumlar, Ermeniler, Müslümanlar var. Fakat Müslümanlar hep cahil, karantinaya uymayan, karantinaya uymaktansa üfürükçülüğe, muskaya bel bağlayan insanlar. Hristiyanlar ise çok daha modern, bilimsel. Örneğin, “Çin’deki müslümanlara karantinaya ve diğer modern şartlara ve yasaklara itaat etmelerinin şart olduğunu vaaz etmek isterdim. Karantinayı kabul etmek garplaşmayı kabul etmektir. Ve doğuya gittikçe bu çetrefilleşir.”

Sıradan bir Avrupalı, ABD’li okur bunları okusa, hoşuna gider. Der ki, “Bir müslüman ülkeden, doğulu bir yazar, Nobelli de, bakın ne güzel anlatıyor. Bunlar geri halklar, Çin’i de Hindistan’ı da Osmanlısı da Arapları da… Biz iyiyiz.” Bu da beni rahatsız ediyor. Yaşadığımız karantina sürecinde, gördük Batı’nın halini. Bu romanda açık biçimde kötülenen Çin’in durumunu da gördük. Yani dünya bunu görüyor fakat romancımız ısrarla… Ve dediğim gibi bunlar 30 yılda, beş yılda tasarlanacak şeyler değil. Son bir yılda, altı ayda bunlar aralara serpiştirilmiş.

‘PAMUK SALGINI FIRSATA ÇEVİRDİ’

Türk okuru dikkatli bir okur. Bu konular ustaca kaleme alınıp gündeme geleceği bilinen konular. Özellikle de böyle bir süreçte. Orhan Pamuk’un buradaki amacı nedir?

Orhan Pamuk bu işleri iyi bilen biri. Başından beri böyle. Deyim yerindeyse PR çalışmalarını iyi yapıyor. Burada giderek reklamın iyisi kötüsü olmaza da gidiyor. Çok pozitif vurgularla değil de hep negatif tartışmalarla gündeme geliyor. Bu konularda kendisine kızılmasından, eleştirilmesinden hoşlanıyor anladığım kadarıyla. “Bunu yazarsam birilerinin damarına basarım bu da iyi olur”u iyi biliyor.

Örnekler vermeye devam edeyim. “Minger Adası’ndaki veba salgınının İzmir’deki, Çin ve Hindistan’daki salgının aynısı olduğunu söyleyebiliriz.” Veba Çin’den, Hindistan’dan ortalığı yakıp yıkarak geliyor, zavallı Batılılar da Minger Adası gibi bir yerde, karantina bilmeyen, uymayan, çeşitli numaralarla karantinadan kaçan, ilaçlanmaktan kaçan müslüman esnafla karşı karşıya…

“Veba Geceleri” açıkçası Orhan Pamuk’un hacimli çalışmalarından biri. Diyelim Masumiyet Müzesi’ne göre daha akıcı bir dili var. Çünkü daha güncel, daha popüler bir dil yakalamış. Fakat okurken sık sık durup, onun işaret ettiği bazı şeyleri de kafanızda tartışmak zorunda kalıyorsunuz. Türkçe açısından, dikkatli bir okursanız takılacağınız çok şey var. Hemen hemen bütün romanlarında geçen “hisli duygular”, “duygularını hissetti” gibi, gönlümüzün neresinde yer aldığını bilemediğimiz Türkçe kullanımları var.

Orhan Pamuk, son bir yıllık pandemi sürecini fırsata çevirmeye çalıştığını çok belli ediyor. “Bu belayı başımıza Çinliler sardı, bu Doğu’dan geldi, Batılılar da tıbbı biliyor, karantinayı biliyor, bizim zavallı padişahımız Abdülhamit de önlemler almaya çalışıyor ama n’apsın halk bu kadarını biliyor” türü bir genel tema olduğu söylenebilir.

‘İNSAN EDEBİ LEZZET DE ALAMIYOR’

Türkiye Avrasyacı bir rotaya girmişken, Pamuk aslında Türkiye’nin rotasını mı hedef alıyor?

Tabii. Yani, bu yorum yapıldığı zaman kimse haksızsınız diyemez. Benim biraz üzüntü ile okumama neden olan şey şu: Orhan Pamuk aslında kendi topraklarında yaşayan insanları, özellikle Anadolu’yu, taşrayı sevmiyor. Aynı şekilde dünyanın taşrası olarak gördüğü Çin’i, Hindistan’ı da sevmiyor. O duyguyu okurlarına hissettiriyor.

Burada Türk okurdan ziyade Batı’dan bir alkış alma isteği mi var?

O açık. Ortalama Batılı bir okur olsam ve bu romanı okusam kendimi çok iyi hissederdim ve Doğulu biri olmayı istemezdim. Çünkü öyle bir Doğulu tip, coğrafya çiziliyor ki ‘kırk tane salgın da gelse adam olmazlar, Allah’ın takdiri derler’ gibi bir durum çıkıyor. Bir kalıp var, ‘iddia ederim ama kanıtlayamam’ gibi, bunun son 2020 pandemi sürecinde bilinçli olarak bu romana yedirildiği çok açık. Bunları göz önüne alarak okuyunca insan edebi lezzet de alamıyor.

Sonraki Haber