Tunceli ve Aleviler

'Halkın bir araya gelerek yaptıkları sohbetlerde, ortaya çıkan doğruları algılayarak günümüze taşıyanları kutsamalıyız. Yazılı, özellikle sözlü tarihe dayanan ve günümüze rehber olan değerlerimizi geleceğe, çarpıtmadan aktarmayı kendimize görev kılmalıyız.'

Tunceli halkını öz benliğinden ayrıştıranlar Anadolu’da yaşayan halkın ortak değerlerine dönerek baksınlar. Varlığını birlik üzerine sürdüren ve bu toprakların ortak kültürünü günümüze dek getiren bu yüce milletin tarihini değiştirmeye veya kendilerine göre yorumlamaya hiçbir kurumun ve kişilerin hakkı olmamalıdır. Geçmişten geleceğimize yansıyan kültürü doğru algılamayanlar gerçekleri çarpıtmaya yönelmemelidirler. Her türlü zorbalığa karşın yıllarca sürdürdükleri saf ve temiz yaşamlarını, hiçbir kimse incitme hakkını kendinde bulmamalıdır. Yalan söylemenin en büyük günah olduğunu kendilerine yol edinerek yaşamaya devam eden halkımızı yanlışlarına alet etmesinler. Yanlışa yönelmiş düşüncelerini bu yaşam içinde gizlemeye kalkışarak halkımızı yanıltmasınlar.

Halkın bir araya gelerek yaptıkları sohbetlerde, ortaya çıkan doğruları algılayarak günümüze taşıyanları kutsamalıyız. Yazılı, özellikle sözlü tarihe dayanan ve günümüze rehber olan değerlerimizi geleceğe, çarpıtmadan aktarmayı kendimize görev kılmalıyız. İnsanlığa rehber olan değerlerin günümüze yansıması şöyledir...

A) ANADOLU ERENLERİ

Anadolu erenleri ve yedi ulu büyük ozan Türkler tarafından kabul görmüş, her yörenin kendine özgü yatırları olduğunu görürüz. Bu gelenek milattan önceki yaşama uzanır. Göktürk ve diğer Türk devletlerinde görülmektedir. Oğuz destanları yazılmış, dağlar eritilmiş ve Deli Dumrul hikâyeleri anlatılır. 'Hızır'a inanma, ağaca çaput bağlama, yatırda bir geceliğine yatıp iyileşme ulu insanlara karşı işlenen suçların tanrıya karşı işlendiğini varsayma. İnsanı kutsama, tanrıyı orada görme, Toros eteklerinde, Orta Anadolu’da ve Munzur’un eteğinde ki milletin kültüründe insani kutsama aynıdır. Evin içinde oturan yaşlı amca, kendisinden yaşca küçük biri içeri girdiğinde oturduğu yerden kıçını kaldırarak saygı gösterir. Bu tanrı anlayışı Tunceli’nin Kacarlar köyü ile Antalya’nın Karaahmet köyünde ve cemaat kültürünün girmediği Anadolu köylerinde aynı anlayış sürdürülmektedir. Bu tanrı anlayışı insana verilen yüksek değerin yansımasıdır. “Aynaya baktım Ali göründü gözüme” felsefesi Toros ve Munzur dağları eteklerinde yaşam sürdüren halkta vücut bulmaktadır.

B) İBADET

İbadette Mürşit, Pir, Rehber ve Talibi esas alarak, günümüze dek sürdürmüşlerdir. Ağırlıklı olarak sözlü, gelecek kuşağa aktararak, Musahip ve Kırva gibi kutsal değerlere karşılıksız bağlı kalmak koşuluyla ayakta kalmayı başarmışlardır.

İnsanın keramet sahibi olduğuna inanılır. Kul hakkının kutsallığına önem verilmesinin nedeni de insana verilen değerdendir. Anadolu halkı, Anadolu erenlerinin keramet sahibi olduğuna inanır. Kureyş Baba’nın, eline yılanı kamçı olarak alıp aslanı sürmesi, Mansur Baba’nın duvara binip yürütmesi, Abdal Musa’nın atılan okun arkasından gelip Elmalı’da yer edinmesi. Fırına atıldıkları, oradan üşüyerek çıktıkları efsaneleri Anadolu’nun her yöresinde anlatılır ve kitaplara yazıt olmuştur. Elinde asası, sırtında urbası olan her gezgine yardım edilir ve ‘Hızır’ görünür gözüne. Türklerin yaşadığı her yörede Hızır orucu tutulur ve aşure dağıtılır Anadolu’da. Yaşı ilerlemiş tüm insanlar, sayın yazar Fikret Otyam gibi’ “Bozatlı Hızır yardımcımız olsun.” der.

C) DAĞ, SU, ATEŞ, AY VE GÜNEŞ

Dağ, su ve ateş, Ay ve Güneş kültü saygınlığı üzerine yaşamını sürdürmüş. Bu yaşam tarzı Türklerin bulunduğu tüm coğrafyada vardır. Türk aşiretleri, dağlarına ve ırmaklarına çok bağlı oldukları için başka ülkelere göç ettikleri zaman kendi dağı ve ırmağının ismini yeni yurduna götürmüştür. Bunun örnekleri Anadolu’da oldukça fazladır. Batı Göktürkler, dört unsur olan ateş, su ve havayı takdis edip toprağa büyük önem vermişlerdir. Bu bazen Toprak, su, ateş, ağaç şeklinde dörtlü, bazen de toprak, su, ağaç, ateş ve demir veya toprak, su, ateş, ağaç ve rüzgâr şeklinde beşli unsur olarak telakki edilmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli, Makalat’ında, “Allah’ın insanları dört unsurdan yarattığını ve bunların özelliklerini taşıdığını” belirtmektedir.

Anadolu halkının yaşamında su kutsaldır. Su başında kurban kesmek ve tanrıya yalvarmak bir Türk geleneğidir. Munzur gözelerine çevrenin ileri gelenleri, kadın erkek ayrımı yapmadan gelinir,12 imamlar adına yemin edilir, barışa ve savaşa burada karar verilirmiş. Aşiretler ile devlet ya da aşiretler kendi arasındaki çıkmazları Munzur suyu başında çözerlermiş. Bu gelenek günümüzde de sürdürülmektedir. Özellikle yaz aylarında yurt dışından gelenler, Munzur suyuna girer yıkanırlar ve kurbanlarını keserler. Suya giremeyenler ise avuçlarına aldıkları suyu ağrıyan yerlerine sürerler. Nazimiye ilçesinde, Düzgün Baba çeşmesi, Sultan Hıdır çeşmesi, Sarı Saltık çeşmesi gibi su kaynaklarını kutsal kabul eder ve o sularda şifa ararlar.

D) MEZAR TAŞLARI

Araştırmacı Ertuğrul Danık, “Yörede koyun biçimindeki mezar taşları, Akkoyunlular dönemindeki Türkmen geleneğine tanıklık etmektedir.” der. Tunceli yöresinde mezar taşları ile ilgili yaptığı alan araştırmasında şu bilgileri bizlere sunmaktadır: “Tunceli yöresindeki eski mezarlar ya bir tepe üzerinde ya da köyün ya da mezranın üst tarafında yüksekçe bir yerde bulunmakta olup, mezar taşlarında geleneksel örf ve adetlerin yanı sıra dini ve mitolojik unsurları da görmek mümkündür. Tunceli ilinde bulunan koç-koyun mezar taşları genellikle ayakta olmakla birlikte çoğunluğu tahrip edilmiştir. Mevcut mezar taşlarının sade bir şekilde işlenmiş heykellerin bir kısmının üzerinde kılıç, bıçak, sadak, çevgen, kalkan, hançer, dokuma tezgâhı, şiş, herek, çatal gibi eşyalara ait kabartma figürlerin yanı sıra çeşitli hayvan ve bitki figürleri de yaygın olarak kullanılmıştır. Bu figürler yalnız bezek olarak değil, orada yatan kişinin cinsiyeti, toplumsal konumu ve mesleğini de belirten figürlerdir. Kılıç, kalkan, at, ok, koç, tüfek, tabanca, bıçak gibi şekiller mezar sahibinin erkek olduğuna ve yiğitliğine işarettir.”

Anadolu topraklarındaki mezar taşları geçmişimizin belleğidir. Tarihi değerlerle birlikte mezar taşları bir milletin kökenini de yansıtır. Tunceli halkının özünü öğrenme bağlamında mezar taşlarına bakmak yeterli. Şimdiki şatafatlı yapıya değil. Erkeklerin at, kadınların koçbaşlı mezar taşlarıyla belirlendiği yaşam, Türklerin yaşam tarzıdır. Hiçbir millette veya kabilede bu tür mezar taşlarına denk gelinmez. Türkler yaşam boyunca koça ve ata değer verir. Yaşamlarında koçun ve atın yeri büyük değer taşır. Bu mezar taşlarına Anadolu, Horasan, Azerbaycan, İran ve Balkanlarda Türklerin olduğu her yörede görülmektedir. Koç ve at başlı mezar taşları ülkemizde korunamadı, yok edildi. Kıymeti bilinmedi. Çocukluğumuzda mezar yerlerinde koç ve at başlı taşlarla oynaşırdık. Mezarları görünemez hale getirirdik. Öğretmenimizin uyarmasına karşın, bizler oyuncaklarla oynar gibi bu mezar taşlarıyla oynaşırdık. Kasıtlı olarak Ermeni kabirleri denilerek parçalanmıştık.

Bir yaşamın mezar taşları okunmuyorsa orada bilim yoktur. Tarihin yazımı eksik ve bozuktur. Türklerin geleneklerinde mezarlıklar kutsaldır. Mezarlarda var olan ağaçlar kesilmez. Hastalanan çocuklar ve hayvanlar mezarlıklar çevresinde üç kez dolaştırılır. Tunceli’nin çeşitli kesimlerindeki eski mezarlıklarda, günümüze kadar kalan tarihi mezar taşlarında kültürel geleneklerin sürdürüldüğü görülmektedir.

E) KADINA SAYGINLIK

Türk toplumunda kadın-erkek ayrımcılığı yapılmaz. Tüm türk devletlerinde kadının yeri yücedir. Hakan ve Hatun birbirilerini tamamlayan unsurlardır. Savaşta ve barışta kadının karar verme hakkı vardır. Hatun karar vermeden savaşa çıkılmaz. Meclislerde kadın-erkek ayrımı yoktur. İnsan vardır. Can vardır. "Can", "canlar", "erenler" ifadesi sadece kadın veya erkek için kullanılmaz. Her iki cins için ortak olarak kullanılan bir deyimdir. Ailede, toplumda, dinsel hayatta kadın-erkek ayrımı yapılmaz. Kadın ve erkek, toplumun her alanında eşittir. Hacı Bektaş-i Veli aşağıdaki dörtlükte Alevilerin kadın-erkek anlayışını şöyle ifade etmiştir:

“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde / Hakk'ın yarattığı her şey yerli yerinde / Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok / Noksanlıkla eksiklik senin görüşlerinde.”

Kadın ikinci sınıf bir insan değildir. Bakın Pir Sultan Abdal bir dörtlüğünde Alevilerdeki kadın sevgisini nasıl anlatıyor:

“Gel benim ey güzel selvi çınarım / Yüreğime ateş düştü yanarım / Kıblem sensin, yüzüm sana dönerim / Mihrabımdır kaşlarının arası.”

Oba çadırında, ana gelmeden sofraya oturulmaz. Ana kesin kararını vermeden sonuç alınamaz. Köylülerin yaptıkları kavgalarda, kadının, başındaki yazmayı kavga yapan iki grubun arasına girip yere koyması sonucu kavga durdurulurdu. Kadının başında ki yazma Hz. Fatma’nın başına taktığı yazma kabul edilir. Bu gelenek eski Türk boylarında görülmekte kadının yeri kutsanmaktadır. Tunceli yöresinde bu gelenek aslına uygun şekilde yerine getirilir. Kavga edenlerin barışı köyün saygın insanları tarafında yapılırdı. Son süreçte bu gelenek uygulanmamaya başlanıldı mahkemelere başvuruldu. Kadını şikâyet etmeme geleneği devam etmektedir. Tarihi süreçte Türklerde kadın ve erkeğin tarlada savaşta yan yana durdukları, hayatın her alanında birlikte oldukları izlenilmektedir.

F) MİLLET OLMA

72 millette aynı güzle bakma, bir, iri ve diri olma bağlamında yol sürmüş,ayrı-gayrı yaşamdan gönlünü uzak tutmuştur.Yaşamını sürdürdüğü topraklara kem gözle bakmamış. Toprağına yönelik saldırılara karşı durmuş ve bedel ödemiştir. Kurtuluş Savaşımızda topraklarımızı işgal eden devletlere karşı direnmede korkusuz, vatan ile namusu eş değer tutan anlayışı yüce tutmuştur. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, yedi düvele karşı bedel ödenerek kazanılan bu toprakların parçalanmasına 72 buçuk milleti bir gören felsefenin evlatları hoşgörü gösteremez. Osmanlı döneminde mağdur olan ve kabileler halinde yaşamlarını sürdüren, zaman zaman başkaldırarak bedel ödeyen, ibadetlerini gizlilik içinde yapan toplum, kurtuluşunun Cumhuriyet devrimiyle sağlanacağını görmüş ve maddi ve manevi destek vermekten çekinmemiştir. Öz dilini sahiplenmiştir. Dili için zindanlarda kalmayı göze almıştır. Kurtuluş Savaşı sürecinde “bir olalım,iri olalım ve diri olalım” emrine denk olma kararlılığını sürdürmüş ve millet olmamıza katkı sağlamıştır. Yer yer savaşa öncülük ederek, Kurtuluş Savaşı önderlerinin canını koruma görevini üstlenmiştir. İlk Meclis'te Meclis Başkanlığını yapmış ve Meclis'in Ankara’dan Konya’ya taşınmasına şiddetle karşı durmuş ve “Biz buraya ölmeye geldik, kaçmaya değil” diyerek Ankara’da Meclis'in kalmasını sağlamıştır. Bu yüce fikre sahip ve Türk milletinin yurttaşı olanlar, yeniden kabile toplumuna dönüşmeyi ve ayaklar altında ezilmeyi kendilerine zulüm kabul ederler.

G) YOLUN KURALLARI

1-Komşu hakkı

2-Kadın hakkı

3-Eşit bölüşmek

4-Mal-mülk sahibi olmamak

5-Yalan söylememek

6-İnsana zarar vermemek

7-Musahip olmak

8- Mürşit, Pir, Rehber, Talip olmak

9-Kirve sahibi olmak

10-Allah-Muhammet-ya Ali'ye çağrışımda bulunmak

11-Kötülüklerden arınmak

12-Hak(dara) divanında durmak

13-Bilime inanmak

14-Eline-beline-diline sahip olmak

15-Kız-erkek ayrımı yapmadan eğitim ve öğretim yapmak

16-Cem törenlerini sürdürmek ve katılmak

17-Vatanını sevmek,kutsal değerleri anmak

18-Cana kıymamak

Sonraki Haber