Türk Dil Kurumu’nun görevi
Bir ulusun dili, yabancı dillerin boyunduruğu altındaysa o ulusun varlığı da tehlikeye girer. Bu nedenle şu anki TDK yöneticilerinin en büyük görevi, Kurum’un kuruluş amaçlarına uygun olarak çalışmaları
Türk Dil Kurumu, 12 Temmuz 1932’de Atatürk tarafından kuruldu. Amaç, Türk dilini gelişen bilim sanat, ekin ve teknoloji alanlarına koşut olarak varsıllaştırmaktı. Uygarlığın ve yaşamın gelişmesiyle her gün yeni bir sözcük ortaya çıkmakta. Bu sözcüklerin birçoğu da yabancı kökenli. İşte, dilimizi yabancı dillerin etkisinden korumak için bu yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılık bulmak ulusumuzun varlığı için yaşamsal önemde. Çünkü dil olmasa ulus olmaz.
Türk Dil Kurumu, Türkçeyi varsıllaştırma ve yabancı dillerin etkisinden kurtarma görevini üç yolla yapmakta: Derleme, tarama, yeni sözcükler oluşturma (sözcük türetme ve bileşik sözcükler üretme). Bu yolla Türkçemiz, yabancı dillerin etkisinden önemli derecede kurtarılıp varsıllaştı. Dilimizin Türkçeleşmesi, özellikle yazının gelişmesi, öğrenimin yaygınlaşması ve günlük konuşma dilinin anlaşılır olmasını sağladı.
KÖKLERİMİZLE BULUŞTUK
Türk Dil Kurumu’nun dildeki yenileşme çalışmasına ne yazık ki bazı siyasal kesimler karşı çıktı. Bunu, ekinimize ve tarihimize karşı yapılan bir saldırı olarak göstermeye çalıştılar. Özleşmeyle tarihsel köklerimizden kopacağımızı öne sürdüler. Oysa halktan, köklerinden kopan Türkçe, yeniden köklerine kavuşmaktaydı. Dede Korkut, Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal’la buluşmaktaydı.
Neden yabancı dillerin etkisinden kurtulmuş bir Türkçe gerekli? Bu soruyu yalın bir örnekle yanıtlayalım. Öğretmenliğim sırasında öğrencilerin yazım ve söyleyiş yanlışları hep ilgimi çekti. Öğrencilerin yanı sıra toplumun her kesiminden insanların, üniversite bitirmiş kişilerin birçok yazım ve söyleyiş yanlışları yaptıklarını gördüm. Örneğin; “imtihan, inkılap, muvaffakiyet, sohbet, tedbir, teşbih” gibi birçok yabancı sözcüğün hem yanlış yazılıp hem de yanlış söylendiğini belirledim. Bu sözcükleri: “imtaan, inkilap, muafafakiyet, sohpet, tetpir, teşpih” biçiminde yazılıp söylendiğine tanık oldum. Özellikle her genel seçim sonrası milletvekillerinin çoğu ant içerken “inkılap” sözcüğünü önlerindeki metinden yanlış okumaları, yurttaşlarımızın çoğunun alay konusu olmakta. Bazı yurttaşlarımız, eleştirilerinin düzeyini yükseltip milletvekillerinin doğru düzgün okuma yazma bilmediklerini bile söylemekteler. Oysa buradaki yanlışlığın nedeni, yabancı kökenli sözcüklerin ses özelliklerinin Türk insanının gırtlağına (hançeresine) uygun olmaması. Oysa bu yabanıl sözcükler yerine, Türkçeleri olan “sınav, devrim, başarı, söyleşi, önlem, benzetme” sözcükleri kullanılsa yazım ve söyleyiş yanlışları yapılmayacak. Böylece dilimiz, doğru kullanılmış olacak. Bugüne dek Türkçe sözcüklerin yanlış yazılıp yanlış okunduğunu pek görmedim.
Günümüzde “uçak, bilgisayar, yanıt, olanak, olasılık, eşgüdüm, seçenek, savcı, yargıç, kurul, koşul, konuk, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay…” gibi yüzlerce sözcük dilimizde kullanılmakta. Bunu da TDK’ye borçluyuz.
TÜRK DİLİ'NİN ÖNEMİ
Ülkemizde sanat, dil, yazın alanının öncülerinden biri TDK’nin çıkardığı Türk Dili dergisi idi İlk yayın tarihi 1951). Bu dergi, ülkemizin en kuytu köşelerine dek ulaşmaktaydı. Köy, kasaba ve kent öğretmenlerinin büyük çoğunluğu bu yayın organına sürdürümcüydü. Postayla ellerine ulaşırdı. Ayrıca gazeteciler, doktorlar, mühendisler, avukatlar, yazarlar, sanatçılar, bilimadamları, halktan kişiler, devlet görevlileri ve kurumları da bu derginin sürdürümcüsü olurlardı. Bu yolla toplumun birçok kesimi dil kurallarını benimserdi. Ayrıca yazın ve sanat alanlarındaki gelişmeleri bu yolla izlerlerdi. Türk Dili, halkla Kurum arasında karşılıklı akışkan bir köprüydü. Bu yolla TDK halktan beslenirdi. Derlenen sözcükler, deyimler, atasözleri, birçok sözlü yazın ürünü dergi aracılığıyla TDK’ye ulaşırdı. Bu da toplumun ekinsel gelişimini sağlar, dili varsıllaştırırdı. Zaten toplumun tüm katmanlarından beslenmeyen kurumlar, ayakta kalamaz.
Türk Dili dergisi, sayfalarını genç yazar ve ozanlara açardı. Birçok yazar ve ozanımız bu yolla yazın dünyamızda yerini aldı. Bu yolla ekinsel varsıllık sağlanırdı.
Türk Dili’nin toplumun farklı kesimlerine ulaşmasıyla yazım kuralları konusunda ayrılık olmazdı. TDK’ye muhalefet eden tutucular bile onun kurallarına uyardı. Bunu sağlayan da bilime, ulusallığa, özgürlüğe dayalı bir kurumsal sistemin işlerliğiydi.
ULUS BİLİNCİ YÖNLENDİRİCİ OLMALI
TDK, Atatürk’ün ulusu birleştirme anlayışıyla çalışırdı. Ulus olma bilinci, çalışmalarda yönlendiriciydi. Ulus olmak için de ortak bir dil, tarih, ekin ve ülkünün olması. Etkin bir dilin yoksa tarihini öğrenemez, ekinini geliştiremez, ülkünü anlatamazsın. Kısacası, ulus olamazsın.
12 Eylül 1980’deki Amerikancı darbenin TDK ve TTK’yı hedef alıp özgünlük, özgürlüklerini yok etmesindeki neden; uluslaşma sürecimize büyük bir emperyalist saldırı. Amaç, ulusal birliğimizi bu yolla yok etmekti. Üstelik ulusumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu, devrimlerimizin öncüsü Atatürk’ün vasiyetini yok sayarak yasal bir suç da işledi darbeciler. Eğer 12 Eylül darbesinin izlerinin ülkemizden silinmesi isteniyorsa ilk iş olarak TDK ve TTK’yı (Türk Tarih Kurumu’nu) Atatürk’ün vasiyetine uygun duruma getirilmesi gerekmekte.
Bir ulusun dili, yabancı dillerin boyunduruğu altındaysa o ulusun varlığı da tehlikeye girer. Bu nedenle şu anki TDK yöneticilerinin en büyük görevi, Kurum’un kuruluş amaçlarına uygun olarak çalışmaları. Bu, ulusal bir görev ve ödünsüz olarak yerine getirilmeli.