Türkçe’nin gerçek anayurdu neresi?

Türkler, Orta Asya’ya Altayların doğusundan gelerek, Hint-Avrupalı kavimleri asimile mi ettiler? Türkçe, Avrasya’yı doğudan batıya kat eden 17 milyon kilometrekarelik madencilik, metalürji, hayvancılık ve ticaret ağının bir ürünü müdür? Yoksa bir göçebe dilimidir?

Bir ucu Avrupa’da, diğeri Uzakdoğu’da, milyonlarca kilometre karelik bir alana yayılmış, kökleri tarihin derinliklerinde olan Türklerin, ne zaman, nerede, nasıl ortaya çıktıkları, geçirdikleri evreler, tarihte oynadıkları roller, üzerinde uzlaşılamayan, karşıt tezlerin çarpıştığı çok bilinmezli bir mesele. Murat Karamüftüoğlu ve Ercan Orhan, Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı kitabı, Kaynak Yayınları tarafından yayımlandı. Türkçenin gerçek anayurdu neresi konusunu Murat Karamüftüoğlu ile konuştuk.

- Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı üzerine kitabınız yayımlandı. Bu çalışma hangi amaçla kaleme alındı?

Geleneksel Batı merkezli tarih yazımı, Türklerin tarih sahnesine çıkışını yaklaşık 2000 yıl öncesine dayandırır. Bu görüşe göre, ilk yazılı Türkçe metinler en erken 7. yüzyıla tarihlenir. Türklerin etnik kimlik oluşumu da bundan birkaç yüzyıl öncesiyle sınırlandırılır. Buna göre, Türkler Orta Asya yerlileri değil, bölgeye Altayların doğusundan gelerek buraların kadim Hint-Avrupalı kavimlerini asimile etmiş yabancılardır.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Atatürk'ün önderliğinde ortaya konan Türk Tarih Tezi, Batılı görüşlere karşı bir sav olarak ortaya atıldı. Ancak 1938'in hemen ardından, Cumhuriyet'in bu temel tezini bir kenara bırakarak Batılı görüşleri benimsedik.

Kitabın yazılmasındaki amaçlardan biri bu eksikliği gidermek; bilimsel yönteme uygun, güncel bilimsel bilgiler ışığında tutarlı ve bütüncül bir karşı sav ortaya koymak. Bu kitap ile Türk tarihinin yorumlanmasında sağlam ve kapsamlı bir bakış açısı sunmayı amaçladık.

7 BİN YIL ÖNCESİNE DAYANIYOR

- Sizce Türklerin ve Türkçenin ilk ortaya çıktığı yer neresidir? Türkçe ne zamandan beri konuşuluyor?

Türkçe, ayrıntılarını kitapta okuyacağınız, Avrasya’yı doğudan batıya kat eden 17 milyon kilometre karelik madencilik, metalürji, hayvancılık ve ticaret ağının bir ürünüdür. Bu ticaret ve madencilik ağının en erken kalıntıları günümüzden 7 bin yıl öncesine kadar gidiyor. MÖ 5 binlerde izleri Karpatlarda saptanan maden ocağı işletmeciliği ve metal araç gereç yapım ve ticaretine dayanan bu ağ, ilerleyen binyıllarda doğudaki madencilik ve metalürji merkezleriyle birleşerek tümleşik bir ağ oluşturmuştur. En eski kurgan örneklerine de Doğu Avrupa ve Kafkasya’da rastlanılıyor.

Dil yeteneği yalnızca Homo sapiens’e özgü değil. Taş alet yapma ve kullanma yeteneği olan Homo habilis, yaklaşık 2.4 milyon yıl önce evrimleşmiştir. Alet yapımı ile dil arasındaki ilişki kanıtlanmıştır. Dilin ortaya çıkışının yüzbinlerce yıl önceye gidiyor olması, ilk dil hangisiydi, ne zaman konuşuldu gibi soruları anlamsızlaştırıyor. Bizim savımız, Türkçenin, günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce oluşmaya başlayan Avrasya metalürji ve ticaret ağının gelişimine paralel bir süreç içinde olgunlaşarak günümüzdeki biçimini aldığıdır.

ARKEOLOJİK KANITLAR

- Hint-Avrupa diye adlandırılan dillerin Türkçenin bugün konuşulduğu topraklarda doğduğu ve tüm Avrasya’ya yayıldığı öne sürülüyor. Bu savı savunanların dayanakları konusunda neler söylersiniz?

19. yüzyılda Avrupalı dilbilimciler ideolojik motiflerle, Sanskrit (Hindistan’ın dini metinleri olan Vedaların dili) Latince ve Grekçe arasındaki benzerlikleri açıklamak için Hint-Avrupalı ya da Aryan denen bir kavim olduğunu, bunların ilk yurdunun (Urheimat) Anadolu ya da Kafkasya’nın kuzeyindeki Karadeniz bozkırları olabileceğini, Hint-Avrupalıların buradan dağılarak dillerini Hindistan’a ve Avrupa’ya yaydıklarını varsaydılar. Ancak, Hindistan ve yakın çevresinde Batı’dan gelen bir kültürün maddi izlerine rastlanmaz. Hindistan’da konuşulan dillerin Aryan göçü sonucu değiştiği arkeolojik belgelerin desteklemediği bir savdır.

Arkeolojik kanıtların yokluğunda soyut dilbilimsel çıkarımlarla söz konusu diller arasında kökteşlik (akrabalık) gösterilmeye çalışılıyor. Kitabın önemli bir bölümünü dil kökteşliğini kanıtlamak ve dil aileleri kurmak için kullanılan yöntemlerin eleştirisine ayırdık. Kitapta okuyacağınız gibi karşılaştırmalı dilbilim yöntembilimsel yanlışlar barındırmaktadır. Kullanılan yöntemler doğaları gereği o kadar esnektirler ki neredeyse her yeni bulguya uyacak biçimde genişletilebilirler. Bu yolla her dili bir başkası ile kökteş göstermek olanaklıdır.

200 yıldan beri hiçbir arkeolog, dilbilimci ya da tarihçi Aryanların nerede yaşadıklarını, ilk anayurtlarının neresi olduğunu bilimsel olarak ortaya koyamamıştır. Bize göre, Hint-Avrupa dil ailesi, Doğu Avrupa ve Batı Avrasya'da 6-7 bin yıl önce konuşulan dillerle Hindistan ve çevresinde konuşulan dillerin ticaret, dini ve kültürel etkileşimler yoluyla karşılıklı sözcük ve gramer öğeleri alıp vermeleri sonucu ortaya çıkmıştır.

KAFKASYA, ANADOLU, SİBİRYA

- Türkler mi, Hint-Avrupalılar mı, Avrasya’nın yerlileridir?

Türkçe, bizim savunduğumuz görüşe göre, en az 7 bin yıldır Avrasya’da var olan madeni araç gereç üretimi ve ticareti ile göçebe hayvancılığa dayanan bir uygarlığın ortak dilidir. Türkleri, hayvancılık, ticaret ve metalürji ile uğraşmış, kurgan tipi gömütlerde izleri okunan bir inanç sistemi yaratmış, atı evcilleştirerek devingen yaşam biçimini en üste düzeye çıkarmış, tüm Avrasya’ya yayılarak çevre kültürleri etkilemiş insanlar olarak tanımlıyoruz.

Bu coğrafya, kuşkusuz Türkler dışında çeşitli halklara da ev sahipliği yapmıştır. Konargöçer, yaşam biçiminden zaman içinde kopan ya da bu tip iktisadi düzene hiç geçmeden, avcı-toplayıcı olarak yaşayan ve sonradan yerleşik düzene geçen toplulukların bugün Hint-Avrupa dilleri denen dilleri konuşanların atalarının bir bölümünü oluşturduğu anlaşılıyor. Günümüz Avrupa halklarının, Avrupa’nın eski halklarıyla Karadeniz bozkırları, Kafkasya, Anadolu, Sibirya kökenli toplulukların karışımından doğduğunu söyleyebiliriz.

TÜRKÇE YÜKSEK BİR UYGARLIK DİLİ

- Geçmişte Türkçe, geri kalmış bir topluluğun konuştuğu bir dil miydi?

Kısaca değindiğimiz gibi, Türkçe, metalürji, göçebe hayvan besiciliği ve ticarete dayanan bir uygarlığın ortak dilidir ve bu uygarlığın en yüksek düzeyini temsil eder. Yüzeysel bir tarama ile bugün Tuva dilinde yaşayan “bil” kökünden türemiş 17 kavram saptamıştık; büyük olasılıkla bu sayı daha yüksektir. Türkçenin tek bir lehçesinden bu örnek bile Türkçenin yüksek bir uygarlık dili olduğunu göstermeye yeter. Dîvânu Lugâti’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık’da bulunan bilmek, bilgi, bilgelik ile ilgili sayısız deyim de bu görüşü destekler.

Türkçe, köke dayanan kavram üretme gücü ve kökü her zaman koruma özelliği ile analitik düşünceye çok yatkındır. Bu nedenle, bilimin her dalında, mühendislik ve her türlü teknik alanda Türkçe düşünmek yalnızca olanaklı değil, aynı zamanda imgelem gücünü artıran bir unsurdur.

Türkçe analitik gücünün yanında edebiyata, özelikle de şiire çok yatkın bir dildir. Bu yanıyla felsefe yapmak için de çok uygundur. Farsçada, “Lafz, Lafzeh Arab ast, Torki honar ast, Fars shekar ast, Baghiyash maleh khar ast” diye bir deyiş var. Anlamı şöyle: “Arapça gerçek dil, Türkçe hüner/zanaat, Farsça şeker, diğerleri har (eşek)”.

Türkçe konuşmayı resim yapmaya benzetebiliriz. Kökün ardına dizilen ekler bir İzlenimci (Empresyonist) tablodaki fırça darbeleri gibi hem tek tek seçilebiliyor hem de birbirlerinden ayrılamaz bir bütünü oluşturuyor. Parçalanamaz bir bütünü anlatan, psikoloji ve felsefe kökenli “Gestalt” terimi Türkçeyi tanımlamaya çok uygun. Bir Monet veya Renoir tablosunda tek tek fırça vuruşlarının seçilebilmesinde olduğu gibi, Türkçede de tek tek seçilebilen son ekler, parçalanamaz bir bütünlük ve bundan kaynaklanan incelmiş bir estetik duygu uyandırır.

ANADOLU’DA KONUŞULAN HİTİTÇE, LİKÇE, PALACA

- Hint-Avrupa savının ileri sürdüğü gibi Anadolu’da en azından Hititlerden, Hindistan’da, ünlü dinsel betikler Vedaların ilk dile getirildiği tarih öncesi çağlardan beri Hint-Avrupa’ca mı konuşulmuştur?

Anadolu’da konuşulan Hititçe, Likçe, Palaca gibi dillerin Hint-Avrupa dil ailesine sokulabileceği tartışmalıdır. Kitapta bunu dilbilimsel kanıtlarla tartışıyoruz. Hitit sanat ve kültürünü Hatti sanat ve kültüründen ayırmak neredeyse olanaksız. Hattice, Hint-Avrupa dil ailesinden olmayan sondan eklemeli bir dil. Bizim savımız, Hititçenin, Hatti dilinin Asur, Fenike ve Mısır etkisiyle Hint-Avrupa dillerine benzeyen özelikler kazanmasıyla ortaya çıktığıdır. Bize göre Hititçe, çevre kültürlerin etkisiyle ortaya çıkmış melez (hibrit) bir dildir.

Hititlerin Anadolu’ya dışardan geldikleri çok tartışmalı bir sav. Fahri Işık, Mehmet Özdoğan gibi arkeologlarımız Anadolu’nun Neolitikten (MÖ 10 binler) beri kültürel sürekliliğini koruduğunu kanıtlarıyla ortaya koyuyorlar. Bizi heyecanlandıran bir başka gelişme ise “Taş Tepeler” diye adlandırılan Göbeklitepe, Karahantepe, Domuztepe ve diğerlerini kazan arkeologlarımızın saptamaları. Yeni arkeolojik bulgulara göre Sümer uygarlığının kökeninin Anadolu olduğu anlaşılıyor. Arkeolog Halil Tekin’in bu konudaki konferans ve söyleşilerini sağlık veriyoruz.

Hindistan’da, Vedaların ortaya çıktığı çağlarda, dışardan önemli bir kültürel etki saptanmadığından söz ettik. İndus Vadisi Uygarlığı'ndan Vedik döneme geçişte ani bir kültürel kopuş gözlemlenmemiştir. Bu dönemde dışarıdan gelen bir kültürel etkinin olmaması, Hindistan kültürünün özgünlüğünü ortaya koyar. Dış kültürel etkiyi gösteren kanıtlar olmadan, Hindistan’da konuşulan dillerin Avrupa veya Aryan kökenli olduğunu söylemek bilimsel değildir.

- Sizce, Hint-Avrupa savı Türk tarihi için neden bir problem?

Hint-Avrupa savına göre Avrasya’nın yerlileri Hint-Avrupalılar veya Aryanlardır. Türkler ise, Altay dağlarının doğusundan gelmişlerdir. Hint-Avrupa savının bilimsel temellerinin çürük olduğu kanıtlanmadan, Türklerin kurduğu her devlet, yarattıkları her kültürel yapıt, ya Bizans’ın (doğrusu Doğu Roma) ya Hint-Avrupalı Anadolu uygarlıklarının, ya da İranlıların (Farsların) yaratımlarının bir kopyası olarak algılanmaya devam edecektir. Hint-Avrupa savı bilimsel bir kurammışçasına üniversitelerde öğretildiği sürece, Türkçenin ve Türklerin uygarlık dışı olduğu yargısını değiştirmek güçtür.

“Türkçe, bizim savunduğumuz görüşe göre, en az 7 bin yıldır Avrasya’da var olan madeni araç gereç üretimi ve ticareti ile göçebe hayvancılığa dayanan bir uygarlığın ortak dilidir. Türkleri, hayvancılık, ticaret ve metalürji ile uğraşmış, kurgan tipi gömütlerde izleri okunan bir inanç sistemi yaratmış, atı evcilleştirerek devingen yaşam biçimini en üste düzeye çıkarmış, tüm Avrasya’ya yayılarak çevre kültürleri etkilemiş insanlar olarak tanımlıyoruz.”

Sonraki Haber