"Türkçeyi savunmak, Türkiye'yi savunmaktır"

Perinçek, esas olarak 'devlet teorisi' üzerinde çalışan bir bilim adamı. Türkçeye ilgisi de tarihe olan ilgisine dayanır. Perinçek'in bu ilgisi, yeni bir buluşu da beraberinde getirdi.

-Kemal Ateş kitabınızla ilgili değerlendirme yaparken, diyor ki, “Ünlü Türkologların bile cesaret edemediği bir alanda çok etkin bir yapıt ortaya koymuş.” Bu kadar zor bir alana sizin ilginiz nereden geliyor?


Türkçeye ilgim aslında tarihe olan ilgimle başlıyor. Esas olarak “devlet teorisi” üzerinde çalışıyorum. Üniversitede de Devlet Teorisi Kürsüsü'ndeydim. Türklerin devlet kuruculuğu üzerine 1960’lardan beri çok emek verdim.


Tabii Türklerin devlet kuruculuğu üzerinde çalışırken, Türkçe ile de ilgilenmek durumunda kaldım. “Og’danOğur” kitabımın alt başlığı, “Türklerin Devlet Kuruluşu." Bunu Türkçedeki izlerini takip ederek ortaya koyuyorum. Türkçedeki “og”, “budun”, “boy” gibi çeşitli sözcüklerin zaman içerisinde kazandığı anlamlarla, Türklerin devlet kurması arasındaki bağlantıları incelemiştim bu kitapta.


Özellikle Silivri cezaevindeyken bu konuya iyice merak sardım. "Güzel Türkçe"miz diye yazılar yazmaya başladım. Türk diliyle ilgili önemli kitapları kütüphaneye getirttim. Maalesef bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş olan Türk ve Tatar dillerinin köken bilimiyle ilgili olan Radloff’un 4 ciltlik eseri veya Macar Türkolog’u Vambery’nin eserleri hiçbiri Türkçeye kazandırılmamış. Bu kitapları da inceledim.


'TARİHTEN TÜRKOLOJİYE GEÇTİM'


Daha sonra biraz da eğlenceli bir şekilde kökler üzerine çalışmalarıma devam ettim. Yalnız kökler değil, ekler, ön ekler üzerinde de çalışmalarım da var. Onları daha ileride kitaplaştıracağım. Sonuç itibariyle çok mutlu olduğum bir alan. Ama tarihten Türkolojiye geçtim diyebilirim. Türk dilini de çok seviyorum. Türk dilini ustaca kullanmak merakım çok kuvvetli. Bu sevgi beni Türkçeyi incelemeye itiyor.

-1980 yılından sonra Atlantik devletlerinin, "Türkçeyi bozma ve esir alma girişimleri" olduğunu söylüyorsunuz. Bu tespitten yola çıkarak, 1980 sonrasında Özal’la başlayan dönemle ilgisi olduğunu söyleyebilir miyiz?


Bağlantı çok açık. Dünya ekonomisiyle bütünleşme programıyla beraber, Türkiye Kemalist devrimle kazandığı kaleleri büyük ölçüde kaybetmeye başladı. 1980 sonrasında, bir yıkım dönemi yaşandı. Bu noktada da hatırlarsanız, Karen Fogg’un e-postalarında; “Türkiye’yi kontrol altına almak için tarihlerini yok etmek gerekiyor” gibi ifadeler yer alıyordu. Tarihi yok etmek için dili de yok etmek gerekir.
Dışarı çıkıp etrafımızdaki dükkanların levhalarına baktığımızda bile bunu görebiliyoruz. Veya televizyondan izliyoruz. Çok güzel Türkçe karşılıkları olmasına rağmen “provoke etmek”, “revize etmek” gibi kelimeler kullanılıyor. Hepsinin Türkçemizde çeşitli karşılıkları var. Bu sözcükler dilimize özellikle 1980’den sonra girdi.


Ancak Atatürk döneminde, Türk Dil Devrimi’yle, (tam olarak bir devrim olmasa bile biz öyle analım), Türkçe’nin kendi köklerine sarılma ve kendi ayakları üzerinde yükselme süreci başlamıştı. Bu olağanüstü büyük bir kazanım oldu.


'TÜRKÇENİN ÖZÜMLEDİĞİ KELİMELERE KARŞI DEĞİLİM'


Türkçe özümlediği, kendinden yaptığı sürece yabancı dilden gelen sözcüklere de karşı değilim. O sözcükler artık bizim sözcüklerimiz. Fakat bir de “mütebaki” gibi Arapça köklerden türetilen sözcükler de var. Bu sözcüklerin de çok güzel Türkçe karşılıkları var.
Türk Dil Devrimi’nde bir tarama yapıldı Anadolu’da. 1930’larda tarama sözlükleri basıldı. Anadolu’nun en ücra köşelerinden sözcükler bu sözlüklere kondu. Türkçe tekrar kendi benliğine kavuşturuldu ve gelişme olanağına sahip oldu.


Türkçe bir kök olduğu zaman oradan Türkçeyi geliştirebilirsiniz. Yabancı bir sözcük olduğu zaman ise o yabancı dilin kurallarına göre çoğalttığınız için yabancılaşıyorsunuz. Bu yüzden Atatürk’ün yaptığı iş çok doğruydu. Şimdi muhafazakâr kesim de Türk Devrimi’nin kazandırdığı Türkçeyi konuşuyor artık.


YENİ BULUŞ: -MEK -MAK EKİ


-“Og’dan Oğur’a” eseriniz dünyada bir ilk. O kitabınızda da “Türkçenin Kökleri” kitabınızda da -mek -mak ekleriyle ilgili bir buluşunuz var. İşin uzmanları tarafından da tespit edilmiş bir buluş. Bu buluşa nasıl ulaştınız?


Şöyle ki, Türkçedeki -mek -mak eylem ekleri ile makine, mekanik, “yapmak” anlamına gelen İngilizce’deki “make”, Almanca’daki “machen” sözcükleri buluşuyorlar.
İlk önce, biraz da Türk olmaktan dolayı önyargılı olarak bizim -mek -mak eklerimiz oralara gitmiş fikri doğuyor. Ancak görüyoruz ki yabancı dillerde mekanik, makine sözcüklerinden oluşan bir sözcük sülalesi var. Türkçede ise -mek -mak’tan oluşan bir sözcük sülalesi yok. Bu noktada bir “Acaba?” sorusu akıllara geliyor. Sonra araştırırken gördüm ki, Orhun Yazıtları’nda -mek -mak eki yok. Kazakça, Kırgızca, Kıpçakça, Oğuz Türkçesi ve diğer Türk dillerinde de eylem ekleri -ş ile yapılıyor. -mek -mak ekleri 9. yüzyıldan sonra Uygurca ve Türkçeye giriyor. Bunu keşfettim.

-Daha önce bu eklerle ilgili daha önce araştırma var mı?


Tahsin Banguoğlu, bizim büyük dilcimiz, kendisiyle Deniz Baykal’ın doçentlik tezi sırasında söyleşi yapma onuruna da kavuşmuştum, -mek -mak eklerinin Türkçenin köklerinden beri var olduğunu söylüyor, ancak görüyoruz ki yok.
Hint Avrupa dillerinde ise “makine” ve benzeri sözcükler köklü olarak mevcut. Bu yolla şöyle bir varsayımda bulundum: Bizdeki -mek -mak ekleri o dillerden 9. yüzyılda dilimize geçmiş olabilir. Peki, o zaman kim bizimle bir dil ilişkisi içindeydi? Bazı Doğu İran dilleri var. Bir de Soğd’lar, tüccar oldukları için Türkçe’yi çok etkilemiş. Ancak, Soğdça’yı incelediğimde de bu dilde -mek -mak eklerinin olmadığını gördüm. Dolayısıyla -mek -mak’ın Türkçeye nereden girdiği sorusu hâlâ cevaplanmış değil. 9. yüzyıldan önce Türkçe’de “amranmak” sözcüğü var, bu sözcük günümüzde “imrenmek” olarak hâlâ yaşayan bir sözcük. Ama başka -mak’la biten sözcük yok.


DUYAN ŞAŞIRIYOR


Kızım Kiraz Perinçek Karavit, İpek Yolu üzerine çalışıyor. Aynı zamanda Soğdça’yla ilgili olarak da çalışıyor. Onun, Uygurcanın babası olarak bilinen bilim adamlarıyla iletişimi var. Onlara da sorduk. Onlar da bu soru karşısında şaşırdılar. Onların kafasında da soru işaretleri oluşturduk. Onlar da araştırıyorlar, bakalım sonuca ne zaman ulaşacağız.


- İsveççe ve Türkçe’nin bağlantısı nedir?


Abdullah Görgün arkadaşımız, bu konuda çalışan ve bizi ilk aydınlatan kişi oldu.
İsveçlilerin, Norveçlilerin, Danimarkalıların ortak destanları var. Bu destanlara “Saga” diyorlar. Bizim “Sagu” gibi. Bu sagalarda Odin’in Turkland’dan, yani Türk ülkesinden, 24 boy halinde geldiği veriliyor. Çocuklarını ise Fransa, Almanya, İsveç ve Norveç’e kral olarak diktiği yazılıyor.


TÜRKÇE İSKANDİNAV DİLLERİNİ ETKİLEMİŞ


18. yüzyılda bir İsveç tarihçisi var, Sven Lagerbring. Bu kişi İsveç tarihçiliğinin babası. Lagerbring’e göre İsveççede çok sayıda Türkçe sözcük var. Sagalardan ve Odin’den yola çıkarak atalarının Türk olduğunu iddia ediyor. Odin aynı zamanda bütün Avrupalıların tanrısı oluyor. İsmi Avrupa’da birçok ırmağa, dağa veriliyor. İngilizce’deki “Wednesday”, yani Çarşamba da “Odin” isminden geliyor.
Türkçe İskandinav dillerini etkilemiş. Örneğin “Yer” kelimesi onlarda da “Yer”. Odin’in tanrı ailesi var ve bu tanrıların da ismi Türkçe. Oğlu Tor’un ismi Türk kelimesinin kökeni. “Törük” kelimesi Tor’dan geliyor. “Yort”, “Yurt” anlamına geliyor. Odin ise ateş anlamına gelen “Od”dan geliyor. Bu sözcüklerin tümünün kökenleri Türkçe’den başka bir dille açıklanamıyor. Bunun dışında İsveççeye giren Türkçe sözcükler var.
Abdullah Görgün önce Prof. Sven Lagerbring’in kendi kralına bu bağlantılarla ilgili verdiği sunumu yayınladı. Daha sonra bu konularda derinleşti.

-Hint Avrupa dilleriyle Türkçe arasında bir alışveriş var mı?


Yalnızca İsveççe değil, Almanca, İngilizce gibi Hint Avrupa dilleri ve Türkçe arasında da alışverişler var. Bu alışverişlerin kökeni ise ön Türkler ve ön Hint-Germenlerin Asya’da komşu olması. Her iki kültür de atlı çoban kültürü. Kültür alışverişleri ve dil alışverişleri oluyor. Daha sonra Göktürkler ve Kıpçaklar ile Hint-Germenler arasında alışverişler oluyor.
Bir de bazı ilkel sözcükler var. Mesela “bir” sözcüğü. Bu sözcük bir dilin oluşumunda ortaya çıkan bir sözcük. İngilizce’de “First” fir ile başlar. Ön, ilk anlamına gelen “pre”de p ve r harflerini içeriyor. Farsça’da da “pir” var. Bir sözcüğü hangi dilden hangisine geçmiş olabilir sorusuna da şöyle cevap verebiliriz: Türkçede sayılar bir, iki, üç, dört, beş diye gidiyor ve bunlara göre “birinci”, “ikinci”, “üçüncü” diye ilerliyor. Yani kurallı. Ancak, örneğin İngilizce’de sayılar “one”, “two”, “three”, “four” diye giderken sıralama “first”, “second”, “third”, “fourth” diye gidiyor. “Second” Latince’den geliyor ve üçten sonra kurallı ilerliyor,ama“one” ve “first” arasında hiçbir alaka yok. Bu da bir sözcüğünün Türkçe’den Hint-Avrupa dillerine geçmiş olabileceğini gösteriyor. Türkçedeki “ön” sözcüğü de Almancadaki “ein” sözcüğüne benzer.


BAŞKA DİLLERE ÇOK SÖZCÜK VERMİŞİZ


-Biz toplum olarak Türkçe’nin yabancı dillerden çok sözcük aldığını biliyoruz, ama sözcük verdiğimizi pek bilmiyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Bu çok doğru değil. Prof. Günay Karaağaç’ın Verintiler Sözlüğü var. Çok kıymetli bir eser. Bu eserde Sırpçaya, Yunancaya, Rusçaya, Farsçaya binlerce Türkçe sözcüğün geçtiğini görüyoruz.
Mesela Farsça ve Türkçede 7-8 bin ortak sözcük var. Bunların önemli bir kısmı da Türkçeden Farsçaya geçmiş. Çünkü Türkler hem Farslarla komşu olmuşlar hem de Persler’den sonra İran’daki hükümdarlar Türk Hanedanlarıyla. Kaçar Hanedanı, Safevi Hanedanı, Selçuklular gibi.


Farsların medeniyet ve devlet dilindeki gelişmişliği nedeniyle birçok sözcük Türkçeye girmiş, ama birçok tarihçi de iki halk bir arada yaşadıkça günlük kullanılan ortak dilin Türkçe olduğunu tespit ediyor.
Anne tarafından Türk olan büyük Rus tarihçisi Gumilyov’un da çok önemli bir tespiti var bu konuda. 6. yüzyıl’dan itibaren Türkler ticaret yollarına hâkim oldukları için, buralarda ticaretin Türkçe yapıldığını tespit ediyor. Dolayısıyla Türkçe komşularının dillerini kuvvetli bir biçimde etkilemiş. Mesela, “ov”, bu Rusların isimlerinin sonlarında da var. Memedov, Kerimov gibi. Bizde de oğlum sözcüğünü bazen “ovlum” gibi okuruz. Ov’un Oğ’a dönüşmesi çokça var.


Kıpçaklar Rus steplerindeki hakimiyet dönemlerinde “ov” diyorlar. Bu “ov” Rusça’ya “Oğul” anlamında geçmiş. Çince de Türkçe sözcükler var ancak çok fazla değil.
Türkçe çok büyük bir dil, herkesin hayran kaldığı bir dil. Müller isimli dilbilimci, dünyanın büyük dilbilimcilerini toplayıp bütün insanlığın konuşacağı mükemmel bir dil oluşturmak istense bu dilin Türkçe olacağını söyler. Ayrıca böyle bir dili köklerinin yapısı, dilbilgisi ve kısa ifadeleri sebebiyle ancak tanrıların oluşturabileceğini de ifade eder.


-Soyadınız olan "Perinçek" sözcüğü ne anlama geliyor?


Perinçek sözcüğü Kutadgu Bilig’de var. “Ber” kökünden geliyor. “Ber” eski Türkçe’de “ver” olarak kullanılıyor. Türkçede daha sonra “b” “v”ye dönüşüyor ve “ber”, “ver” oluyor.
“Çek” eki de Türkçede sözcüğü kuvvetlendiren bir ek. Perinçek çok veren, “terinçek” çok terleyen, “gelinçek” çok gelip giden gibi.
Perinçek Kırgızcada, Kazakçada biraz farklı olarak hâlâ yaşayan bir kelime. “Çok veren” ve “sadık” anlamlarına geliyor. Bizim ailemizin adı da soyadı kanunundan önce Hacı Sadıkgil. Babam da soyadı almak için çıkarılan listede sadık kelimesinin Türkçe karşılığı olan “Perinçek”i seçiyor. Bu kelimeyi 1934’de Atatürk tarafından basılan tarama sözlüklerinde de görüyoruz.


-55. kitabınız bu kitap. Bir siyaset adamı olarak, bu yoğunluk içinde verimli bir yazar olmaya nasıl vakit ayırabiliyorsunuz?


Benim merakım bilim. Ben bir bilim adamıyım. Siyaseti de bilimin kılavuzluğunda yapıyorum. Çocukluğumda, annemin babası İbrahim Olcaytu bana bir öğrenme aşkı aşıladı. Tarih merakı aşıladı. İstanbul Altıntepe’de dedem bir gecekondu yapmıştı. Yazları orada kalırdım. Sabahları koşa koşa gider, dedeme Vatan Gazetesi’nden Feridun Fazıl Tülbentçi’nin tarih tefrikalarını okurdum. Burada müthiş bir tarih merakı edindim. Bu merak bilim merakına dönüştü. Bu ortamlarda büyüdüm. Hukuk fakültesine gittim ama hiç avukat olmayı düşünmedim, bilim yapmayı düşündüm. Benim mutluluğum bilimle uğraşmak, uğraşımın sonunda elde ettiğim verileri sistemli ve teorik bilgiye dönüştürmek.
Siyaseti de bu şekilde yapıyorum. Şimdi Doğu Perinçek’in dedikleri çıkıyor diyorlar. Fala baktığımız için değil tabii ki. Geçmişten geleceğe uzanan süreçlere bilimsel yaklaşıp gelecekle ilgili öngörülerde bulunuyoruz.

TÜRKÇENİN KURTULUŞU TÜRKİYE’NİN KURTULUŞUDUR

-“Türkçe’nin kurtuluşu Türkiye’nin kurtuluşudur.” diyorsunuz. Aradaki bağlantıyı nasıl kurabiliriz?


Türkiye’nin kurtuluşu bağımsızlıkla mümkün. Bağımsızlık da sadece ekonomi ve güvenlikle ilgili değil. Aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir olgu. Dil her gün kullandığımız bir araç. Birbirimizle anlaşma, fikir üretme, teori üretme ve edebiyat yapmak için dile ihtiyacımız var. İnsan olmakla konuşmak arasında çok kuvvetli bir bağ var.


Kavramlar oluşturmakta, bilim yapmakta kullandığınız bir aracı millî süreçlerle geliştirmediğinizde, yabancıların müdahalesi durumunda esir olmaya başlarsınız. Bu yüzden Türkçenin kurtuluşu aynı zamanda Türkiye’nin kurtuluşu demektir. Bu cümleyi rahmetli dostumuz Oktay Sinanoğlu kullanmıştır ve gerçekten çok doğrudur.

'ASENA TÜRKÇE BİR SÖZCÜK DEĞİL'

-Araştırmalarınız sırasında karşılaştığınız başka ilginç bir bilgiler oldu mu?


Herkes çocuklarına “Asena” gibi isimler koyuyor. Büyük tarihçilerimiz bu ismin Türkçe olduğunu ve dişi bozkurt anlamına geldiğini söylüyorlar. Fakat 8. yüzyıla kadar Orhun Yazıtları, Bilge Kağan ve Kül TiginYazıtları’nda “Asena” diye bir sözcük yok. Sonradan keşfettik ki, “Asena” Türkçe değil. “Asena” Doğu İran dillerinde “Gök” anlamına geliyor. Farsça’daki, Hintçe’deki “Asuman” gibi. Peki bu kelime literatüre nasıl girmiş? Çin tarih yazıcıları, Göktürk’lerin varlığından Soğd tüccarlar sayesinde haberdar oluyorlar. Soğd tüccarlar, kuzeyde bir Gök Hanlığı’ndan bahsediyorlar. Fakat “Gök” kelimesini kendi dillerinde söylüyorlar. Böylece Çin kayıtlarına Göktürk’ler “Asena Hanedanlığı” olarak giriyor.

Daha sonra Fransızlar, Almanlar ve Ruslar Türk tarihini Çin kayıtları üzerinden yazdığı için onlar da “Asena” sözcüğünü kullanıyorlar. Bizim tarihçilerimiz de Çince bilmediklerinden, Fransız, Alman ve Ruslardan Türk tarihini öğreniyorlar. Kimsenin aklına Orhun Yazıtları’na bakıp, “Asena” burada niye geçmiyor demek gelmemiş. Özetle bizim “Gök” “Asena” oluyor ve tarihimize de “Asena” olarak geçiyor. Bunlar tatlı hikayeler. Halk arasında bu gibi isimler Türkçe olarak bilinebilir, insanlar çocuklarına bu isimleri verebilir, bunun bir zararı yok tabii ki. Ancak tarihçilerimizin bunları araştırması gerekir.
Prof. Osman Karatay da benim gibi Orhun Yazıtları’nda “Asena” sözcüğünün geçmediğini tespit ediyor. Ancak o, sözcüğün nereden geldiğine dair bir bilgiye ulaşmamış.

KİTABA İNDİRİMLİ ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Sonraki Haber