Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve S-400 sorunu ile imtihanı
Yıllarca NATO’nun jandarması olarak görülen Türkiye’nin, artık eski Türkiye olmadığı, köprünün altından çok sular geçtiği, Batı tarafından halen yeterince idrak edilmiş değildir. Milli ve reformist cephe 2023 hedeflerine ulaşmak için, kararlı ve dik durmalıdır.
Ülkemiz gerçekten zorlu imtihanlardan geçmektedir. Bir süre önce, Merkez Bankası tarafından yapılan faiz indirimi durgunluktan çıkış için iç piyasalarda olumlu karşılanırken, özel bankaların daha fazla sorumluluk alması ile faizlerdeki düşüşün kademeli olarak devam edeceği belirtiliyor. Şüphesiz ki ekonomi mikro ve makro düzeyde ele alınmalı ve dış konjonktür iyi tahlil edilmelidir. Türkiye, dışarıdan gelen ekonomik veya politik manipülasyonlar ile mücadele etmektedir. Bu ahvalde, Türkiye açısından önem arz eden dış politika problemlerini anlamaya çalışmakta fayda görüyoruz. Türkiye için Suriye konusu dışında S-400, F-35 ve Doğu Akdeniz problemleri güncelliğini ve önemini arttırmaktadır. Aslında bu üç problem de bizce, aynı nedenden kaynaklanıyorlar.
Malumunuz, biri opsiyonlu olmak üzere iki adet S-400 Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sisteminin birinci grup malzemelerinin Ankara askeri Mürted (Akıncı) Hava Meydanı'na intikali 12 Temmuz 2019 tarihinde başlamıştı. Rusya ile varılan anlaşma uyarınca, karşıtlarca iddia edilenin aksine sistemin kontrolü tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri'nde olacak ve anlaşmanın yaklaşık maliyeti 2.5 milyar ABD doları civarında olduğu belirtiliyor.
F-35'lerin uçtuğu yerde
S-400'ler bulunuyor
Rusya tarafından, S-400'ün geliştirilmesine 1993 yılında başlandı. Bu proje tamamen yeni bir teknoloji olarak değil, eski sistemin devamı olarak geliştirildi. Eski sistem füzeler ise ise S-300’lerdi. Bu nedenle mevcut sistemde kullanılan teknolojinin yüzde 70 ile 80'i bir önceki model olan S-300 sisteminden alındı. Örneğin, füze depolama sandıkları, fırlatma rampaları ve radarlar S-300 sisteminden alınmıştır. Karadan havaya fırlatılan SSCB döneminde geliştirilen, S-300 sistemi pek çok ülke tarafından 1978 yılından itibaren kullanıldı. S-300 sistemine sahip ülkelerden üçü aynı zamanda NATO üyesi olan Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya’dır. NATO sistemlerine her hangi bir zarar verilmeden uzun süredir gayet uyumlu bir şekilde S 300 kullanımları devam etmiştir. Ayrıca, Suriye'de Rusların kontrolünde S-400'ler bulunuyor. Aynı bölgede Amerikan uçakları, İsrail F-35'leri uçmaya devam ediyorlar. Rusya’nın Norveç sınırında ise S-400'ler konuşlandırılmıştır. Sınır boyunca Norveç F-35'leri her hangi teknik ve sistemsel sorun yaşamadan uçmaktadırlar. Bu nedenle S-400 sistemi ile ilgili, NATO savunma yazılımları ve sistemlerine zarar verecek yönündeki iddialar pek de inandırıcı değildir. Kaldı ki, geçtiğimiz yıl Hindistan ve ABD’nin pek sevgili evladı Suudi Arabistan da Moskova ile S-400 alımı için anlaşma yaptılar. S-400, insanlı ya da insansız her türlü hava aracının yanı sıra hem cruise hem de balistik füzeleri imha edebilen bir sistem. Azami menzili 400 kilometre, ulaşabildiği, en yüksek irtifa da 30 kilometre. Ayrıca, her hedefe iki füze kilitleyerek, 80 hedefi eşzamanlı olarak vurabiliyor. Bunun yanında, S-400 füzeleri 3 bin 500 kilometre uzaklıktan fırlatılan orta menzilli balistik füzeleri imha etme kapasitesine haiz. Sistemin içinde yer alan bir füzenin ağırlığı 1,8 ton, uzunluğu sekiz metre ve çapı da yaklaşık 50 santimetre. Ayrıca 145 kilograma kadar savaş başlığı taşıyabiliyor.
Geçtiğimiz günlerde, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 savunma sistemini satın almasından dolayı ortak F-35 savaş jeti programına katılımını askıya aldığını açıklamıştı. Lockheed Martin şirketi ise, Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasının ardından Türkiye'de üretilen parçaların ABD'de üretilmeye başlayacağını açıkladı. Şirketin CEO'su Marillyn Hewson, Mart 2020 itibarıyla Türkiye'nin üretim zincirinden çıkarılmasının planlandığını duyurdu. Reuters haber ajansının aktardığı gelişmeye göre Türkiye'de F-35'lere parça üreten Türk şirketleri Mart 2020'den itibaren bu üretimlerini sonlandırmış olacaklar. İsrail ise hemen bir açıklama yaparak, Türkiye’de üretilen uçakların kokpit göstergelerinden iniş takımlarına kadar yüzlerce parçayı üretmeye hazır olduğunu açıkladı. Kısaca Başkan Trump iyi polisi oynayıp sürekli Türkiye’yi S-400 sorununda haklı gören açıklamalar yaparken, ABD Senatosu, Pentagon ve Lockheed Martin yaptırımlar konusunda çoktan harekete geçtiler bile.
DOĞU AKDENİZ'DE TÜRKİYE'Yİ DIŞLAMAK
Bir başka güncel konu ise, aslında S 400 ve F 35 problemlerinden ayrı düşünülemeyecek olan Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon bazlı enerji kaynakları üzerindeki anlaşmazlık. Bu konunun odak noktasında ise Kıbrıs denizleri yer almaktadır. Doğu Akdeniz sularını Türkiye ve KKTC’nin itirazlarına rağmen, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak kiraya veren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), ilk doğalgaz gelir paylaşımı anlaşmasını geçtiğimiz Haziran ayında, Amerikan Noble Enerji ve İsrailli ortakları ile yapmıştı. Rumlar, bu yatakta üretimin süreceği 18 yılda yaklaşık 9 milyar ABD Doları gelir elde etmeyi planlıyorlar. Kıbrıs Adası'nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe sayan GKRY, metropol (emperyalist) ülkelerin desteği ile Doğu Akdeniz'de yürüttüğü tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerini giderek geliştirmektedir. Diğer yandan, bu kanunsuzluğa meşruiyet kazandırma ve ahvali kurumsallaştırma çabaları da gözden kaçmamaktadır. Böylelikle temel amacı Türkiye ve KKTC’yi hidrokarbon zenginliğinden dışlamak olan ve yedi ülke tarafından geçtiğimiz ocak ayında kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumunun (DAGF) ikinci Enerji Bakanları Toplantısı İsrail, İtalya, Yunanistan, Mısır, GKRY ve Filistin yönetiminin Enerji Bakanlarının yanı sıra Ürdün Enerji Bakanı temsilcisinin iştirakiyle kısa süre önce Kahire'de gerçekleştirildi. Toplantıya ABD, Fransa ve AB temsilcileri de iştirak ettiler. Kahire'deki toplantıdan sonra, İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, Mısır Cumhurbaşkanı General Sisi’yi ziyaret ederek, İsrail’in Doğu Akdeniz programına uyumları ve foruma verdiği destek için teşekkürlerini sundu. Sanıyoruz ki bu gelişmeler sonrasında, Cemal Abdül Nasır bir kez daha mezarında ters dönmüştür. Kahire toplantısından çıkan sonuç ise, OPEC benzeri bir teşkilatlanma iradesinin açıklanması oldu. Şüphesiz ki, kurulacak bu teşkilatın içinde kamuoyuna yapılan diplomatik açıklamaların aksine, Türkiye, KKTC, Suriye ve Lübnan düşünülmemektedir.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye bu gelişmeler karşısında ne yapmaktadır ve ne yapmalıdır? Önce New York Times, Gazetesinde yayınlanan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın izlediği diplomasiye ilişkin Carlotta Gall imzalı makaleyi özetleyelim:
"Erdoğan, 17 yıllık iktidarı boyunca Türkiye'yi, kendine göre, Çin, Rusya, Avrupa Birliği ve ABD ile rekabete edebilecek kadar, daha güçlü, uluslararası arenada da daha bağımsız bir aktör haline getirmeye çalıştı. Bunu yaparken de, müttefiklerini yabancılaştırma pahasına, çıkarları için tarafları manipüle etmekten çekinmedi. Çift taraflı kurduğu ilişkiler ile kimin tarafını tuttuğu konusunda Avrupa ile Amerika'yı afallatıyor. Bunun yanıtı kısa, kendi tarafını tutuyor.”
Carlotta Gay makalesinde “Erdogan Goes His Own Way-Erdoğan Kendi Yolunda gidiyor” başlığını kullanmıştı. Evet, Türkiye Erdoğan liderliğinde kendi yolunda ilerliyor. Carlotta Gay, Başkan Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yıl dönümünde söylemiş olduğu şu sözüne de yer vermiş: “Bir millet olarak vatanımızı, bayrağımızı, ezanı, demokrasiyi ve devleti koruduğumuz sürece, İnşallah, hiçbir gücün eli onlara dokunamaz”
ABD, AB ve İsrail gibi ülkelerin rahatsız oldukları husus, yukarıdaki açıklamaların lafta kalmaması ve Erdoğan liderliğinde icraatının yapılmasıdır. Bu nedenle Erdoğan yani onların deyimi ile RTE kötü adamdır. Erdoğan’ın suçu Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını korumak ve antiemperyalist politikalar izleyerek her bakımdan güçlü bir Türkiye amacı gütmektir. Öte yandan, Türkiye bulunduğu konjonktür gereği güçlü bir savunma sistemine sahip olmak zorundadır. ABD tarafından öne sürülen anlaşmazlık kalemleri sadece bahanelerden ibarettir. Ne yapmıştır Türkiye, ABD'den Patriot sistemini almak istemiş, Obama’nın Kürt politikasına takılmış, sonra Çin'den hava savunma sistemi almayı planlamıştır. Ancak Çin şirketi ABD yaptırımları listesine girince, Rusya'dan S-400 almak durumunda kalmıştır. Bu nedenle, F-35 programının ana ortaklarından olan Türkiye'nin programın dışında bırakılması adil olmadığı gibi, S-400 hava savunma sisteminin F-35'leri zaafa uğratacağı iddiası da belirtiğimiz üzere geçersizdir. Bu konuda Türkiye tarafından gündeme getirilen, NATO'nun da katılacağı bir çalışma grubu kurulması önerisinin karşılıksız bırakılarak yaptırımlar için derhal harekete geçilmesi, ABD tarafındaki problemi iyi niyetle çözme iradesinin eksikliğinin en bariz göstergesidir. Çünkü ABD ve beraberindeki metropol güçlerin amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
ESKİ TÜRKİYE YOK!
ABD Türkiye'nin dostluğuna verdiği önemi sadece resmi söylemlerinde belirtmektedir. Oysa terör örgütleri DEAŞ, PKK/PYD/YPG ve FETÖ ile mücadelede ABD, Türkiye ile aynı tarafta değildir. Türkiye’nin izlediği bağımsız politikalar ve bölgede istikrar için Moskova, Pekin ve Tahran ile kurduğu iyi ilişkiler gerçekten dost ve müttefik bir ülkeyi memnun etmesi gerekirken Washington nedense bu gelişmelerden oldukça rahatsız olmaktadır. AB ülkeleri de halen FETÖ ve PKK gibi Türkiye karşıtı eli kanlı örgütleri koruyup, kollamaktadırlar. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs hidrokarbon kaynakları ise şimdiden ABD, AB, İsrail ve iş birlikçileri tarafından yağmalanmakta, bölgede Türkiye karşıtı bir cepheleşme teşvik edilmektedir. NATO bu gelişmeler karşısında, etkisiz ve yetkisiz bir teşkilat konumundadır. Türkiye’nin dik duruşu Carlotta Gay’in belirttiği gibi Avrupa ve ABD yönetimlerini afallatmıştır. Yıllarca NATO’nun jandarması olarak görülen Türkiye’nin, artık eski Türkiye olmadığı, köprünün altından çok sular geçtiği, Batı tarafından halen yeterince idrak edilmiş değildir.
Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye olmuştur. Ancak her kritik dönemeçte yol arkadaşı bildiklerinin ihanetine uğramıştır. ABD ve NATO hiçbir zaman güçlü ve tam bağımsız bir Türkiye istememiştir. Mısır’da seçilmiş Başkan Mursi’yi iktadardan uzaklaştıran darbeyi destekleyenler, 15 Temmuz’u teşvik edip tertipleyenler kimdir, kimlerdir veya hangi ülkelerdi. Yıllarca bize dost görünenler değil miydi? Türk halkı 15 Temmuz’da darbeye karşı dik durunca, darbeci güçler muvaffak olamamışlardı. 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan süreç bazıları tarafından halen sağlıklı bir şekilde tahlil edilebilmiş değildir. Doğu Perinçek geçen nisan ayında şu tespiti yapmıştı:
“Bugünün gerçeği ortada: Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi ve Devlet Bahçeli’nin MHP’si ABD’ye karşı Türkiye cephesindeler. Bu partiler, HDP/PKK ve FETÖ’ye karşı kesin bir tutum içindeler.”
2023 için dik durmalıyız.
Bu cepheye şüphesiz ki Vatan Partisi de etkin bir şekilde dâhildir. Tarih bize göstermiştir ki, devletlerarası ilişkiler yoktur, devletler kendi ulusal menfaatleri için mücadele ederler. Türkiye için işbirliği yapılacak Dünya ve Avrasya coğrafyasında Rusya, Çin, İran, Malezya, Katar, Azerbaycan ve Venezuela gibi pek çok alternatif mevcuttur. Atlantik imgesi, Dünya ve özellikle mazlum milletler için kan ve gözyaşının simgesidir. Olay ve olguları bu çerçevede değerlendirip güçlü milli bir mutabakat halinde kendi yolumuzda ilerlemek zorundayız. Bu gün için Erdoğan’ın yolu Türkiye’nin yoludur. Şüphesiz ki bu yolda, karşımıza dış güçler ve yerli işbirlikçileri çıkacaktır. Milli ve reformist cephe 2023 hedeflerine ulaşmak için, kararlı ve dik durmalıdır. Türkiye’ye S-400 ve Doğu Akdeniz sorunu ile ilgili olarak ABD ve AB tarafından bazı yaptırımlar uygulanabilir. Mütekabiliyet ilkesi ve karşı politika olarak, Maraş’ın yerleşime açılması önemli ancak yetersiz bir adım olur. Kaldı ki son gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, GKRY her şeyi kendine istemekte ve Kıbrıs Türkünü adanın asli bir unsuru olarak değil, adeta parya olarak görmektedir. Bu kadar kritik bir süreçte, Türkiye hava savunması zafiyet yaşamamak için, F 35 uçaklarına alternatif aramalıdır. Örneğin, Rus/Su-35 çok fonksiyonlu avcı uçağı iyi bir alternatif olabilir. Yine Çin/FC-31 veya AB/Euro-Fighter Typhoon avcı uçakları F-35 yerine düşünülebilir. Ancak AB ile yaşanılan Doğu Akdeniz’deki belirsizlik ortamı ve menfaat çatışmaları Euro-Fighter Typhoon alternatifinin bağımsız bir savunma politikası için bazı sakıncaları da barındırabileceğini gösteriyor. Ayrıca, yerli ve milli savaş uçağı üretimi konusundaki çalışmalar hızlandırılmalıdır. NATO üstleri Türkiye’nin hava savunma sistemi ve Doğu Akdeniz hidrokarbon yatakları ile ilgili sorunlar çözülene kadar kapatılmalı ve milli menfaatlerimiz için aşağıdaki radikal adım atılmalıdır:
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti-Beş Parmak Dağlarındaki Radar İstasyonunda konuşlanacak S 400 savunma sistemi, hem bölgede Türkiye aleyhinde kuş uçurmaz, hem de bölgenin hidrokarbon zenginliklerini parselleyen metropol ülkelere karşı şah demek olur.”