Türkiye’nin sorunları ve belediye seçimleri

Yerel seçimler, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunların çözümünde belirleyici değil. Ama yerel seçimlerde tercihimizi, kamu imkânlarını Türkiye-ABD savaşında direnme ve taarruz merkezleri haline getirecek olan milli ve devrimci seçenekten yana kullanmak, Türkiye’yi güçlendirecek olan hamledir.

Yerel seçim maratonu başladı. Aday adayları belediye köşelerini, gazeteciler kulis köşelerini, reklamcılar ilan köşelerini kapmak için yarışıyor. Fikrimce en ilgi çekeni “kulis köşeciliği.” 30 yıllık gazetecilerin 30 farklı kişiden kulağına üflenen dedikodular saatlerce tartışılıyor. Üzerine analizler yapılıyor, terler dökülüyor. Hele bir de kulisler arasında farklılıklar varsa doyma reytingin keyfine! Bu keyfe bir de genel seçimlerde rüştsüzlüğü ispatlanan anketlerle cila yapılıyor. Kimileri için heyecanlı da oluyor tabiî. Gizemin, sırrın, kulaktan kulağa dolaşan bilgilerin verdiği bir merak var ortada. Bir önceki seçimde yüzde 70 ile alınan ilçe belediyesinin kaymağını yemek için sıraya giren 40 kişiden hangisi oturtturulacak acaba koltuğa? Ya da daha önce hiçbir siyasi mücadelede görmediğimiz hangi “jön” seçmenleri tavlamak için öne atılacak? Önceki dönemde elden giden belediye polemikçi adayla mı yoksa ağırbaşlı bir adayla mı geri alınacak?

Hiç kuşkusuz bir sanat icra ediliyor. Herkesin harcı değil. Bu köşe kapmacılık sanatını izleyince insanın, Ölümlü Dünya filmindeki Serbest karakteri gibi isyan edesi geliyor: “Aynı ülkede değil miyiz? Ben başka bir yerde miyim? Uzaklarda mıyım?”

Şu sebeple soruyoruz bu soruları; Türkiye’nin içine girdiği süreci, Türkiye’ye ve tümüyle yükselen Asya’ya karşı kurulan cepheyi, bölgemizde yaşanan hesaplaşmaları, yığılan silahları, yapılan hazırlıkları, tatbikatlarla beyan edilen planları görmüyor musunuz? Her şeyi bir kenara bırakalım, şehitlerimizin tabutlarını da mı görmüyorsunuz? Türkiye ve ABD/NATO’nun, artık uçları birbirine değecek kadar yaklaşan süngülerini görmeniz için ne olması gerek? Türkiye ile ABD/NATO’nun uzun yıllardır savaşta olduğu bir gerçek kuşkusuz. Fakat artık yeni bir sürecin başladığından, ABD’nin fiilen savaşın içine dâhil olma hamlelerinden söz ediyoruz. Türkiye’nin güvenliği için görev icra eden, ordumuzun SİHA’sının, ABD tarafından düşürülmesinden söz ediyoruz.

Kuşatma var diyoruz fakat kuşatmadan çıkış da var. Kuşatmaya karşı iki tavır vardır. Birincisi kabullenilmiş sınır; kuşatmanın kabullenilmesi ve her anlamda sınırlar dâhilinde yaşamak. İkincisi ise kuşatmayı, yarılacak alan olarak görmek ve yarıp geçmek.

KUŞATMADAN ÇIKIŞ

Türkiye’nin etrafı kuşatılmış durumda. ABD’nin, sınırımızın hemen yanı başındaki Yunanistan’a yaptığı silah yığınağı kuşatmanın çeperinin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. Türkiye sınırları içindeki ABD/NATO üslerinin, Türkiye-ABD savaşında fiili rol oynamaları aslında bir çeperin de olmadığını; kuşatmanın kalbimize kadar ulaştığını haykırıyor. İncirlik Üssü’nün 15 Temmuz başarısız darbesinin karargâhı, yakıt ve plan ikmal merkezi olması, Kürecik Radar Üssü’nün mazlum Filistinlilere zulmeden İsrail Siyonizminin gözü kulağı olması kuşatmanın en yakıcı ispatları.

Rusya, İran, Suriye, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de Türkiye gibi kuşatılmaya çalışılıyor. NATO yöneticileri, Ukrayna halkını perişan ettikleri yetmezmiş gibi NATO üyelerine “Büyük savaşa hazırlanın” çağrıları yapıyor. NATO merkezlerinde Dostoyevski’nin kitapları, Çaykovski’nin besteleri yakılıyor. İran’a uygulanan ekonomik ambargonun yanında her geçen gün başka bir turuncu ayaklanma deneniyor. İran’ın emperyalizme karşı savaşan komutanları bombalarla katlediliyor. 13 senedir bölemedikleri Suriye’de saldırılar devam ediyor. Kafkasların Ukrayna’sı Ermenistan üzerinden Azerbaycan’ın hedef alınmasının üzerinden daha kaç ay geçti? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni “birleşmiş Kıbrıs” potasında eritme planları yapıyor. Akdeniz’de yapılan ABD ve İsrail menşeili tatbikatlarda alenen Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin bağımsızlıkları hedef alınıyor. ABD destekli İsrail Siyonizminin Filistin’de yaptıkları bunlardan ayrı düşünülebilir mi? Bu yığınak, saldırı, tatbikat ve planlar bir hattı temsil ediyor.

Kuşatma var diyoruz fakat kuşatmadan çıkış da var. Kuşatmaya karşı iki tavır vardır. Birincisi kabullenilmiş sınır; kuşatmanın kabullenilmesi ve her anlamda sınırlar dâhilinde yaşamak. İkincisi ise kuşatmayı, yarılacak alan olarak görmek ve yarıp geçmek. Hiç kuşkusuz Asya’nın yükselişi ve Atlantik sisteminin adım adım çöküşü ile Türkiye’nin de içinde bulunduğu Asya için ikinci seçenek uygun düşüyor.

Türkiye’nin ABD’yle fiili olarak çatışma noktasına gelmesi, Rusya’nın, ABD’nin Ukrayna planlarını bozguna uğratması, Suriye’nin ayakta durması, Filistin’in İsrail’e karşı savaşı, İran’ın MOSSAD merkezlerini vurması, Yemen’in ABD kuvvetlerini bombalaması, Suudi Arabistan’ın BRICS’e katılması, bu ülkelerin adım adım birbirine yaklaşması ve artık silahlı işbirliğinin zorunlu hale gelmesi ikinci seçeneğin uygunluğunu ispatlayan gelişmelerdir.

Yazının başında belirttiğimiz köşe kapmacılık bu konulara girmiyor. Köşe kapmacılığın odaklandığı yer tümüyle belediye seçimleri.

YEREL SEÇİMLER TÜRKİYE’NİN SORUNLARINI ÇÖZEBİLİR Mİ?

Yukarıda Türkiye’nin ve gerçek dostlarının bağımsızlık ve bütünlük mücadelesinde karşı karşıya kaldığı tehditleri özetledik. Bu tehditlerin yanında Türkiye çok ciddi bir ekonomik bunalımın da içinde. Özellikle 2023 genel seçimlerinden sonra Erdoğan hükümetinin ekonomide reçeteyi Mehmet Şimşeklere yazdırması bunalımın boyutunu artırdı. Üretimden kopuş yaşanıyor. Sıcak paraya ve dolayısıyla faize bağımlı ekonomi yönetimi vergileri tabana yayarken Türk ekonomisini uluslararası para babalarının ve döviz rantçılarının top koşturacağı bir alana çeviriyor. Kamuculuk ve korumacılık öcüleştiriliyor.

Böyle bir ortamda yerel seçimlerle Türkiye’nin hangi sorunu çözülebilir? Terör örgütü mensuplarının ve emperyalizm destekli tarikatçıların belediyelere yerleştirilmesiyle Türkiye’ye karşı tehditler mi bertaraf edilir yoksa çorba dağıtarak ekonomik bunalım mı giderilir?

Kuşkusuz “yerel seçimlerde oy kullanmayalım” gibi ne idiği belirsiz bir çağrı yapmıyoruz. Sadece yerel seçimlerden çıkacak sonuçların Türkiye’nin hiçbir sorununu çözmeyeceği gibi bu sürecin ülkemizin gündeminde bu denli merkezde ve sıcak tutulmasının sorunların çözümünü ertelediğini söylüyoruz.

Köşe kapmacıların başında bulunan siyasi önderler de yerel seçimleri, kendi sorun, kaygı ve beklentileri doğrultusunda bir zemin yaratmak olarak görüyorlar. Ne demek istediğimizi kısa örneklerle açıklayalım. Yukarıda anlattığımız cepheleşmede, ABD’nin desteklediği İmamoğlu’nun, Türkiye’nin yönünü Atlantik’e çevirmek için görevli olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul seçimlerini kazanmak istemesi, belediye başkanlığını siyasi zıplama aracı olarak görmesinden ayrı düşünülebilir mi? İmamoğlu seçimlere park yapmak için mi yoksa ABD planlarındaki rolünü pekiştirmek adına zıplamak için mi giriyor? PKK’nın kolu Dem Parti’nin (HDP) belediye yarışına girmesi, PKK’lı teröristlerin Türkiye’ye saldırılarından ayrı düşünülebilir mi? Dem Parti, Türkiye-ABD savaşında belediyeleri her anlamda bir yığınak merkezi yapmak için seçimlere giriyor. Yalnızca Türkiye’ye yönelen silahlı tehditler konusunda değil ekonomik bunalım konusunda da yerel seçime bakış aynı. AK Parti’nin seçimlerin yalnızca İstanbul’da yapılıyormuş gibi hareket etmesi, kaynak arayışının dışında düşünülebilir mi?

31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler değil fakat “Kuşatmadan Çıkış” başlığı altında yazdığımız gelişmeler önümüzdeki sürecin belirleyicileridir. Belirleyici olmamasının dışında yerel seçimlerde tercihimizi, kamu imkânlarını Türkiye-ABD savaşında direnme ve taarruz merkezleri haline getirecek olan milli ve devrimci seçenekten yana kullanacağız.

Sonraki Haber