Türk’sün, levent oğlusun, vira demir şan sizin!
Türk Donanması’nın ana subay kaynağı Deniz Harp Okulu, kuruluşunun 250’nci yıl dönümünü kutluyor...
Mavi Vatan’da büyük bir heyecan var. Benim de gönlümü kıpır kıpır eden bir heyecan. 1773 yılında kurulan Deniz Harp Okulu, 18 Kasım'da 250’inci yaşını kutlayacak. Tarihi şan ve şerefle dolu bu kutsal yuva, nice kahramanlar yetiştirmiş bir subay ocağı. Bahriyelilerimizin göz bebeği, Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın mirası. Türkiye’nin ilk üniversitesi burası. Tam 250 yıldır ilimden, fenden ayrılmayan kutup yıldızı. Türk denizcisinin ruhu, karakteri burada şekilleniyor. Donanmamızın meziyetleri burada yeşeriyor. Ne mutlu bahriyemize. Ne mutlu milletimize. Kutlu olsun!
MATEMATİK OKULU
Deniz Harp Okulu, 18 Kasım 1773’te Kasımpaşa Tersanesi’nde “hendesehane” olarak kuruldu. Kısa süre sonra Mühendishane-i Bahr-i Hûmayun adıyla teşkilatlandırıldı. Kurulma sebebi gayet açıktı: Denizcilere “matematik” öğretmek. Onun için “Riyaziye Mektebi” (Matematik Okulu) diye anıldı. Fransızca kaynaklarda “École de Mathématiques” adı kullanıldı. Çünkü burada cebir, geometri, trigonometri dersleri veriliyor, haritalar üzerinde çalışılıyordu. Artık denizciler koordinat belirliyor, mevki atıyor, arazi ölçümleri yapıyordu. Bahriyenin üçgenle tanıştığı yerdi burası.
Kuruluştan birkaç sene sonra okulu ziyaret eden Venedikli Başrahip Toderini, derslikte “seyrüsefer aletlerini, Avrupa baskısı deniz haritalarını, Atlas Minor'un Türkçe baskısını, bir muallimin imal ettiği gökküresini, usturlapları, Fransız ve Türk işi güneş saatlerini, İngiliz yapımı güzel bir sekstantı, tashihli muhtelif Türk pergellerini, İbrahim Müteferrika'nın tercüme ettiği ve ipek üzerine basılmış bir Asya haritasını, Delalande'ın astronomi çizelgelerinin Türkçe tercümesini ve yine Avrupa dillerinden tercüme balistik çizelgeler gördüğünü” kaydediyor.
Ünlü Macar mühendis Baron de Tott ise, kısa sürede gelinen noktayı şöyle anlatıyor: “Üç ay sonunda doğrusal trigonometrinin dört işlemini arazide uygulayacak düzeye vardılar. İşin amacı da buydu zaten. En nihayetinde, deniz seferlerinde yükseklik ölçüp gözlem yaparak rota hesaplayan mühendisler ile denizcilere ihtiyaç vardı.”
İşte tüm bu başarı, maalesef büyük bir felaketin mirasıydı. O nedenle üç yıl daha geriye gitmek, bu okulu daha iyi anlamamızı sağlayacak…
ÇEŞME BASKINI MİLAT OLDU
1770 senesi, Türk Donanması için dönüm noktası oldu. Osmanlı-Rus Savaşı devam ediyordu. Baltık’tan yola çıkan Rus filosu, Cebelitarık’tan Akdeniz’e girmişti. Osmanlı’nın müttefiki olan Fransız Hükümeti, İstanbul’daki bü̈yü̈kelçisi Saint-Priest aracılığıyla Rus Filosu’nun Osmanlı ü̈zerine gelmekte olduğunu bildirdi. Kimse ciddiye almadı. Cezayir Beylerbeyi de “27 gemiden oluşan bir Rus Filosu’nun Minorka Adası’na ulaştığını” iletti. Onu da umursayan olmadı. Osmanlı yönetiminde bir kişi bile Rus Donanması’nın Baltık’tan çıkıp Doğu Akdeniz’e gelebileceğine inanmıyordu. Ama geldiler. Bizimkiler ise savaşı açık denizde karşılamak yerine, limanda beklemeyi tercih ettiler. Bir gecede donanmamızın üçte biri yakıldı. 5 binden fazla denizcimiz katledildi. Artık böyle denizcilik yapılamayacağı belliydi. Cezayirli isyan etti, Padişah’a giderek “cehaleti bitirelim” dedi. Haklıydı.
‘FENNİNDE MAHİR EHLİYETİ ZAHİR’
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, hezimetin sebebini hızla kavramıştı. Yazın Anadolu’dan toplanan çiftçilerle muharebe kazanılmazdı. 700 yıllık Türk Donanması, 70 yıllık Rus Donanması’na yenilmişti. Onların gemilerinde kuzine vardı, bizde kuru kumanya. Onlarda gabyar sınıfı (yelkenci) vardı, bizimki çobanlar matinesi. İki dakikada bir mezeborda ateşi açıyorlardı, biz 6 dakikada topu hazırlayamıyorduk. Rus kaynakları, filoda bir orkestranın varlığından bile söz ediyor. Osmanlı denizcileri ise rota bulmak için yabancı gemileri takip ediyordu.
Karşımızda 70 yılda 7 okul açmış, Donanma Talimatları’nı oluşturmuş, hastanesini kurmuş, hatta bir Arşiv ile Deniz Müzesi bile açmış tam teşekküllü bir kuvvet vardı.
Osmanlı Donanması’nın halini ise Fransız Kaptan Bonneval hatıratına şöyle yazmıştı: “Osmanlı gemilerinde hiçbir düzen ve disiplin yoktur. Her şey karmakarışıktır. Gıda dağıtımında eşitlik yoktur. Her fert ayrı olarak ve işine geldiği şekilde yemek yer. Bir kaptan için mevcut yiyecek ile denizde ne kadar kalabileceğini kestirmek mümkün değildir. Deniz harbine dair talim ve top egzersizleri bilinmeyen şeylerdir. Osmanlı gemisini savaş durumuna getirmek ve harp yapacak hale koymak kadar güç bir şey yoktur. Bataryalarda her çaptan top bulunur. Dolayısıyla mermileri kullanmak gerektiğinde, gerekli olanları seçmek ve onlara uygun hartuçları bulmak için meydana gelen karışıklığı hayal etmek kolaydır.”
İşte Cezayirli Gazi Hasa Paşa bu gidişata dur diyecek, Türk denizciliğine yeni bir rota çizecekti. Denize kafa tutmak akıl işi değildi. Ona uyum sağlamak gerekirdi. Anlamanın yolu ise bilimdi. Bunun için hesap kitap yapılacak, ilim irfan öğrenilecekti. Bize “fenninde mahir, ehliyeti zahir” denizciler gerekirdi. Tam olarak bu maksatla kuruldu Deniz Harp Okulu.
ABD'DEN DAHA ESKİ BİR OKUL
Denizcilik; her şeyden önce bir örf ve adet meselesidir. Yaşam burada üç boyutludur ve insanın insanla mücadelesine benzememektedir. En üst düzeyde teknolojinin kullanıldığı harp gemileri, hata kabul etmeyecek bir disiplinin yanında, yüksek mühendislik eğitimi ile kusursuz bir iş paylaşımını gerektirir. Bugün Türkiye'de kendisine 1 milyar dolarlık platform teslim edilen başka bir memur yoktur. Öyleyse denizciliği yaşam şekli haline getirmiş, iyi matematik ve fen eğitimi almış, ahlaklı, entelektüel, çağın gelişim ve değişimini takip edebilecek nitelikte subaylar yetiştirmek gayedir.
6’ncı Cumhurbaşkanımız ve 3’üncü Deniz Kuvvetleri Komutanımız Fahri Korutürk’ün 1983 yılında Deniz Harp Okulu'nun temelini atarken söylediği şu sözleri hatırlamakta fayda vardır:
“200’üncü yıl. Bu, şüphesiz büyük bir aşama.. Bugünün iki süper devletinden birisinin, ABD’nin birliğini o tarihten üç yıl sonra tamamlamış olduğunu düşünmek bile olayın inceliğini anlatmaya yetiyor. (...) Benim de feyz almış olduğum ve hatıralarını daima muhafaza ettiğim Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi'nin, devletimizle birlikte payidar olarak, Türk milletine, karakterli, milliyetçi ve çağdaş teknolojiye hakim elemanlar yetiştirme görevini sürdürmesini gönülden diliyorum.”
Nitekim bu şanlı yuva, 250 yıllık mazisinde çok sayıda kabiliyetli denizci ve komutan yetiştirdi. Bu okuldan mezun olanlar Milli Gemilerimizi hem tasarladı hem inşa etti. Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi gibi büyük edebiyatçılarımız, şairlerimiz bu sıralardan geçti. Bugün Türk deniz subayı, dünyanın en yetenekli bahriyelisidir.
KÖPRÜÜSTÜ DERSLİKLERE GİRMİŞ
Ben, Deniz Lisesi'ne 2004 yılında kaydoldum. 2010 yılında ayrıldığım harbiyeye yeniden gitmek ise 13 sene sonrasına nasip oldu. 250'nci yıl vesilesiyle girdiğim Deniz Harp Okulu'nu, bu kez basın mensubu olarak dolaşma fırsatı buldum. Mihmandarlarımızdan biri, sınıf arkadaşım idi. 13 yıl geçti okula gelmeyeli. Değişmiş mi diye sordu. Değişmiş dedim. Yatakhane, yemekhane, kayıkhane aynı… Süslenmiş, yenilenmiş belki. Ama asıl değişim dersliklerde. Simülatörler kurulmuş mesela. Burada bir geminin köprüüstündeki tüm monitörler önünüzde. Gemiyi sanal ortamda sevk ve idare ediyorsunuz. Mevki atıyor, muhabere yapıyorsunuz. Yetmedi mi? Dış limandaki eğitim botlarına çıkıp tüm öğrendiklerinizi tatbik ediyorsunuz. Bu botlarda Harp 2 öğrencileri er/erbaş, Harp 3’ler astsubay ve Harp 4’ler subay görevlerini icra ediyor. Yazın da iki okul gemisiyle açık denizlerde vardiya tutuyorlar. Bizi ağırlayan Öğrenci Alay Komutanı Kurmay Albay Emin Yılmaz, şöyle diyor: “Bu okuldan mezun olduktan sonra, ertesi gün geminize gidip 'köprüüstü müsaade' diyerek vardiya tutmaya başlayabilirsiniz.” Yani başka hiçbir sınıf eğitimine ihtiyacınız yok. Tam donanımlı yetişiyorsunuz. İşte bu mükemmel bir kabiliyet.
ÇİNCE VE RUSÇA EĞİTİMİ DE BAŞLADI
Çok mutlu olduğum başka gelişmeler de gördüm. Tabi yine akla ve bilime dair.
Birincisi, okulda İngilizcenin yanında Rusça ve Çince dersleri verilmeye başlanmış. Anlaşılan jeopolitik akıl ağır basmış.
İkincisi ise okulun Milli Teknoloji Hamlesi ile entegre olması. Örneğin Makine Teknolojileri Kulübü, TEKNOFEST 2023’te Jet Motor Tasarımı kategorisinde 225 takım arasında 1'inci olmuş. Dahası Amerikan Uzay ve Havacılık Enstitüsü'nün Jet Motor Tasarım Yarışması’ndan da dünya 1’incisi olarak dönmüş. Okuldaki 5 öğretim üyesi ise Milli Denizaltı Proje Ofisi'nde kavramsal tasarım çalışmalarına aktif katkı sunmaya başlamış.
Öğrenci Alay Komutanımız bu durumu da çok güzel ifade ediyor: “Dünyada pek çok Deniz Harp Okulu mühendislik diploması vermiyor. Çünkü böyle bir eğitim yükünün altına girmek istemiyorlar. Biz ise 'mühendishane' olarak kurulduk. Bundan vazgeçmek istemiyoruz. O nedenle öğrencilerimizi hem mühendis hem de deniz subayı olarak yetiştiriyoruz.”
13 ÜLKEYE DENİZ SUBAYI YETİŞTİRİYORUZ
Şu an Deniz Harp Okulu bünyesinde eğitim gören 1366 subay adayımız var. Hazırlık sınıfları, Kuleli yerleşkesinde eğitim alıyormuş. Bu sayede karacılar, havacılar ve denizciler birbirlerini çok daha iyi tanıyor. Bu uygulama, çağımızda giderek vazgeçilmez olan müşterek harekat konsepti için oldukça önemli.
Deniz Harp Okulu'ndan geçen yıl 466 öğrenci mezun olmuş. Bu da bir rekor. Türk Donanması büyüdükçe, subay ihtiyacımız da büyüyor.
Okulda bir de misafir askeri öğrenciler var. Tam 13 farklı dost ve müttefik ülkeden gelmişler. Bu ülkelerin yalnızca 1 tanesi (Arnavutluk) NATO üyesi. Bizim de bir öğrencimiz Güney Kore’de okuyormuş. İkincisi ise yakında gidiyor. Bu değişim programları önemli. Türkiye'deki Kara Harp Okulu'ndan mezun olan Kaddafi'nin, yıllar sonra ülkesinin başındayken Kıbrıs Barış Harekatı için sırtında mühimmat taşıdığı görüntüleri hatırlayın. Burada kurulan kardeşlik bağı asla unutulmuyor.
TÜRK DONANMASI'NIN KUDRETİ
Harbiyeliler, denizciliğimizin örf ve adetlerini de olduğu gibi yaşatıyor. Her akşam tabura geçiliyor, en güzel marşlarımız söyleniyor. Yemekhanede günün gemicilik terimi, sözü, marşı okunuyor. Yelken, yat, kano gibi sporlarda başarılar gelmeye devam ediyor. Geleceğin Barbarosları, dört dörtlük yetişiyor.
Atatürk’ün şu sözü iyi bilinir: “Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanması'na malik olmak gayedir.” Ancak 20 Eylül 1924'te Hamidiye Kruvazörü'nün Hatıra Defteri'ne yazılan bu satırların devamı, belki de çok daha önemlidir. Şöyle diyor Atatürk: “Bunun ilk azimet noktası, sefain-i harbiye tedarikinden evvel, onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir.”
İşte Türk Donanması’nın kudreti, bu esasta yatıyor.
Fotoğraflar: AA
ATATÜRK'ÜN MİRASI HARBİYELİLERE EMANET
Atatürk’ün manevi mirası olan Savarona yatı, 17 Ağustos 2023 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığının kullanımına sunuldu. Yeniden hizmete alınma kapsamında da bakım-tutum faaliyetleri için 19 Eylül'de İstanbul Tersanesi Komutanlığı’nda havuz onarımına başlandı. Deniz Harp Okulu öğrencileri şimdi Savarona'ya kavuşacakları günü bekliyorlar. “En büyük temennimiz, Savarona ile seyir icra etmek.” diyorlar. Yatın 2024 yazında faaliyete girmesi planlanıyor. Atatürk'ün mirası emin ellerde.
HEYBELİADA YERLEŞKESİ YENİDEN KULLANIMA AÇILDI
15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından askeri liselerin kapatılmasıyla birlikte Deniz Lisesi'nin Heybeliada'daki tarihi yerleşkesi de boş kalmıştı. Bir süre meslek içi kurslara ev sahipliği yapan yerleşkeye yeniden öğrenciler döndü. Artık Harp-1'inci sınıf Heybeliada'da, Harp 2-3-4'üncü sınıflar ise Tuzla'da okuyorlar. Böylece mezun teğmenlerimiz, her iki okulun da ruhunu tanımış oluyorlar.
'MİLLETİN KÜLTÜR DÜZEYİ BAHRİYELİDEN ANLAŞILIR'
Emekli Tümamiral Afif Büyüktuğrul, 105 yıl önce girdiği okuldaki eğitimi şöyle anlatıyor:
“Mekteb-i Bahriye-i Şahane'ye 1 Eylül 1918 günü Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın başkanlık ettiği büyük bir törenle girdik. Okul müdürleri Batılı hayata uygun nitelikte deniz subayı yetiştirmekle çalışmaya başladılar. Onlara göre sadece savunma hizmetlerinde başarılı olacak subay yetiştirmek yeterli olamazdı. Mademki savaş gemisi yabancı sularda da sancak gösteriyor ve ulusu temsil edecek temaslarda bulunuyor, o halde deniz subayı da çok yüksek bir genel kültür içinde yetiştirilmeli idi.
Müdürler istediği için Bahriye Nazırı, birinci sınıf edebiyatçıları (aralarında Yahya Kemal Beyatlı ve Hamdullah Suphi Tanrıöver vardı), değerli müzisyenleri (aralarında Sinaniyan vardı), tanınmış sporcuları (aralarında Ali Sami Yen ve aslan avcısı Sait vardı), en kudretli sanat tarihçilerini (aralarında Ali Sami Boyar da vardı) okulda toplamıştı.
Okula değerli oda müzisyenlerinden üç kişi getirtilmişti. Bunlar yemeklerde klasik müzik çalıyor, haftada bir gün de izahlı müzik konseri veriyorlardı.
Okulda çok büyük bir spor faaliyeti de vardı. Cemal Paşa Almanya'dan her öğrenciye birer tenis raketi, birer paten, sayısız spor malzemesi getirtmişti. Yat Kulübü'nün bütün kotra ve futalarına el konulmuştu. Her öğrenciye birer takım deniz sporu, birer takım da öbür sporlar için elbise yaptırılmıştı.
YABANCI DONANMALAR
“Bu yöntemli çalışmanın ruhunu kavrayamayanlar yeni eğitim düzenini eleştirmişlerdi. Halbuki eğitim, lüks için değil, uluslararası deniz eğitimine gerekli yöntemler uygulanarak yapılmakta idi.
Nitekim 1930 yılında İtalyan Donanması'na staja, 1950 yılında da Malta adasına denizaltı gemilerini onartmaya gittiğim zaman bu devletin denizcilerini de aynı çaba içinde bulmuştum. İtalyan savaş gemilerinde yemekler bir ziyafet sofrası gibi hazırlanıyor, denizcilere fraklı, smokinli garsonlar hizmet ediyorlardı. İngilizler daha da ileri gitmişlerdi. Gemiler, parası devletten olmak üzere birbirine aperatif partileri veriyor ve subaylar akşam yemeği sofrasına resmi smokinlerle oturuyorlardı. Bunun nedenini gemi ikinci komutanına sorduğum zaman aldığım cevap ilgi çekici oldu: 'Savaş gemisi, devletin en kudretli temsil aracıdır. Siz, yabancı devlete gemi yollamazsanız yabancı devletler size yollar. Bir milletin sosyal ve kültür düzeyi savaş gemileri personelinin tutumlarından anlaşılır. Bundan ötürü deniz subaylarını bu düzeye hazırlamak bir zorunluktur. Görmüyor musunuz, yabancı bir limana inmeden önce, subayları nasıl konuşmaları gerektiğine hazırlıyor; onlara o limanın tarihi, kültürü, ticareti hakkında bilgi veriyor ve hangi konuları ne şekilde konuşacaklarına ilişkin öğütler veriyoruz...' Müdürler, durumu bu şekilde düşünmüş olmalılar ki; yetişme programını da bu esaslara bağlamışlardı.”