TÜSİAD başkanlığına Orhan Turan seçildi
TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski'nin görev süresi dolarken, başkanlığa Orhan Turan seçildi.
Türk Sanayi ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD)'nin 52. Olağan Genel Kurulu'nda yeni yönetim belirlendi. TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, başkanlığa Orhan Turan'ı önerdiklerini söyledi. Konuşmaların ardından, Turan TÜSİAD'ın yeni başkanı olarak seçildi.
ODE Yalıtım’ın Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan aynı zamanda Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Başkanlığı görevini sürdürüyor.
TÜSİAD Genel Kurulu'nun açış konuşmasını yapan Özilhan, ekonomideki gelişmelerin yanısıra hukukun üstünlüğü, çoğulcu ve katılımcı demokrasi ile kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesine vurgu yaptı.
Özilhan'ın konuşması özetle şöyle:
"Son on beş yıla bakıyorum: 2008 krizi, Covid-19 pandemisi, iklim krizi ve şimdi de Ukrayna krizi. Tam en kötüsünü geride bıraktık artık toparlanma dönemi dediğimizde yepyeni bir krizle karşı karşıya kalıyoruz. “yeni normal” kavramı ilk kez 2008 krizinden sonra gündemimize gelmişti. Adeta krizlerin sürekli hale gelmesi, belirsizlik ve öngörülemezlik yeni normalimiz oldu.
Peki, krizlerin süreğen hale geldiği koşullarda ne yapmak gerekiyor? Bunun hiç şüphesiz kesin ve tartışmasız bir yanıtı yok. Farklı birçok kriz görmüş herkesin aklına geleceği gibi cevap ihtiyatlı olmaktan ve değişen koşullara uyum yeteneğini artırmaktan geçiyor. “Yeni bir krizle karşılaşma ihtimali yok; yakında düzlüğe çıkarız” varsayımıyla hareket etme lüksümüz yok.
Elimizdeki imkanları tedbirli kullanmak ve en önemlisi de bünyemizi kuvvetlendirmek zorundayız. Her kriz uzun vadede içinde yaşadığımız düzen üzerinde dönüştürücü bir etki yaratıyor. Bu dönüştürücü etkilerin üst üste eklenmesinin sonucu ise topyekün bir değişim. Bu değişimin ikili boyutu artık belirginleşmiş durumda: Bir yandan dünyadaki jeopolitik dengeler, bir yandan da küresel ekonomi politik değişiyor.
Yakın geleceğe baktığımızda dünya ekonomisinin tam da pandeminin yol açtığı resesyondan çıkmaya hazırlandığı bir aşamada patlak veren Ukrayna krizinin etkisi ile sert bir darbe alması kaçınılmaz. Bu kez karşı karşıya kaldığımız sorun stagflasyon. Çünkü hem üretimin yavaşlaması hem de fiyatların artması kaçınılmaz. Enerji, gıda ve başka temel mallarda fiyat artışı ve tedarik sorunları en çok Avrupa’yı ve bizi olumsuz etkileyecek. Ukrayna krizinin yarattığı sorunlara Çin’de Covid-19 ölümlerinin yeniden başlaması ile tekrar gündeme gelen kısıtlamalar ekleniyor. Bu gelişmeler maalesef küresel üretim zincirlerinde yeniden aksamalara yol açacak. İlk tahminlere göre bu sene dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 1, Avrupa’da ise yüzde 1.5 puan aşağı inebileceğine dikkat çekildi. Üretim zincirlerindeki aksamaların boyutları, enerji sıkıntıları ve yükselen fiyatlar dikkate alındığında Ukrayna krizinin Avrupa ekonomisi üzerindeki etkilerinin pandeminin etkisini aşabileceğinden korkuluyor.
Ülkemiz maalesef bu son krize ekonomisinin pek de güçlü olduğu bir ortamda yakalanmadı. Türkiye hem Ukrayna ve Rusya ile ilişkileri nedeniyle doğrudan hem de Avrupa ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle dolaylı olarak etkilenecek. Yüksek enflasyonun yol açtığı zararları zaten ekonomik ve toplumsal hayatta bir süredir yaşıyoruz. Enerji, buğday ve gübre fiyatlarındaki artışlar enflasyonist gidişatın toparlanmasını zorlaştıracak. İhracatta son dönemde sevindirici artışlar elde etmiştik. Ama Avrupa’daki yavaşlama durumunda ihracat artışını devam ettirmemiz mümkün olmayacak. Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerdeki azalma turizm gelirlerinde beklediğimiz rakama ulaşmamızı engelleyecek. Artan petrol ve doğalgaz fiyatları ithalat faturamızı kabartacak. Bütün bu kanallar cari açık üzerinde ilave yük oluşturacak ve TL’nin değeri üzerinde baskı yaratacak. TL’nin değer kaybı da ithal girdi fiyatları üzerinden enflasyonist baskıyı güçlendirecek. Enflasyonist baskının ortadan kaldırılması ve fiyat istikrarının sağlanması her şeyden önce para ve maliye politikalarının fiyat istikrarı doğrultusunda uygulanmasını gerektiriyor. Ekonomi konuşurken genelde hep makroekonomik istikrar konusuna odaklanıyoruz. Çünkü sağlıklı bir ekonominin üzerinde yükseleceği temel bu. Ancak makroekonomik istikrarı konuşmak bizi sonuçlarını ancak uzun vadede göreceğimiz üretim, yatırım, istihdam, teknoloji ve yenilik ortamı gibi alanlardaki dönüşüm ihtiyacını konuşmaktan alıkoymamalı. Çünkü makroekonomik istikrarı bir türlü sağlayamamamızın arkasında da bu sorunlar yatıyor.
Enflasyonun temel sebeplerinden biri üretimin hammadde, ara malı ve yatırım malında ithalat bağımlılığının yüksek olması. Bu nedenle TL değer kaybedince üretim maliyetleri hızla yükseliyor. Enerjide ve üretim için temel girdilerde ithalata bağımlılık yıllardan beri çözemediğimiz sorunlar. Dışa bağımlı olduğumuz sürece dışarıdan enflasyon ithal ediyoruz. Enerjide ve üretimde ithalata bağımlılığı azaltmak için doğru bir sanayi stratejisi izlemeli ve kıt kaynakları doğru alanlara yönlendirmeliyiz. Temel altyapı alanında geçtiğimiz dönemde önemli bir atılım yaptık. Böylece üretim ve ticaret için zemini sağlamlaştırdık. Şimdi sıra, bu zemini kullanarak istihdam yaratacak, döviz getirecek sanayi ve tarım tesislerinde. Ancak üretim derken, altyapı derken sadece geleneksel alanları kastetmiyoruz. Ekonomik büyümenin, verimlilik artışının, istihdam yaratmanın lokomotifi artık dijital teknolojilerin kullanıldığı iş kolları.
Üretim için yatırım, yatırım için de düşük faiz oranları gerekiyor. Ancak, yatırımları canlandırmak amacıyla faiz oranlarının çok düşük tutulması yüksek enflasyon ortamında tasarrufları cezalandırıyor. Negatif reel faizler çok yüksek olunca tasarrufların yatırıma dönüşme mekanizması çalışmıyor. Para tasarrufa yönelmek yerine dövize, altına, emlak yatırımına, ithal elektronik eşyaya ve ithal otomobile yöneliyor. Bu nedenle üretim yapısını değiştirmeden, ithal girdilere olan bağımlılığı ortadan kaldırmadan, yatırıma yönelecek tasarrufları artırmadan, tarım ve sanayi üretimini hızlandırmadan fiyat istikrarını kalıcı olarak sağlayabilmek mümkün değil. Bunun birincil koşulu da uzun vadeli politika geliştirmek. Uzun vadeli politika ihtiyacının en önemli olduğu alanlardan birisi de tarım. Önce pandemi, ardından Ukrayna krizi tarımda kendi kendine yeterli olmanın ne kadar önemli olduğunu, bunun asla taviz vermememiz gereken bir alan olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koydu.
Ne tarım ve hayvancılığın yem, gübre, tohum, mazot gibi temel girdilerinde dışa bağımlılık azaltılabildi, ne üretimde bilgi, teknoloji ve Ar-Ge seviyesi yükseltilebildi, ne verimlilik artırılabildi, ne de köylü ve çiftçilerin üretimden vazgeçerek kentlere göç etmesi önlenebildi. Tarımsal üretim düşüyor, tarımsal girdilerde dışa bağımlılık yükseliyor, TL değer kaybettikçe ithal girdilerin fiyatları hızla artıyor, ve sonuçta tarım ve gıda fiyatları sürekli yükseliyor. Artan fiyatları ithalatla dengelemeye çalışmak durumu daha da ağırlaştırıyor. Çünkü ucuz ithalat karşısında rekabet edemeyen çiftçi üretmekten vaz geçiyor. Köyünü terk ediyor kente yerleşiyor. Böylece tarımsal üretim azalıyor ama taleple beraber dışa bağımlılık daha da artıyor. Peki, biz pahalı üretirken ithalat yaptığımız ülkeler nasıl daha ucuza üretebiliyor?
“Geleceği İnşa” çalışmamızda da vurguladığımız gibi, Türkiye için batılılaşma, kalkınma ve demokratikleşme birlikte seyreden eğilimler. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yapıcı bir zeminde ilerlemesi, demokratik hak ve özgürlükler alanının genişlemesi ve ekonomik istikrarın sağlanarak büyümenin hızlanması birbirini destekleyecek gelişmeler. Bu alanlardan birinde daha ileri gitmek istiyorsak diğer alanlarda da ileri gitmeyi hedeflememiz gerekiyor. Bu çerçevede, yönetim sistemimizde yapılacak iyileştirmelerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Cumhurbaşkanımızın da vurguladığı bu nokta küresel sistem içinde gözle görülür hale gelen ülkemizin yumuşak gücünün daha ileri taşınması açısından önem taşıyor. Bu doğrultuda atılması gereken en önemli adım temel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğü ve adalet sisteminin ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi olacaktır.
Geleceği inşa çalışmamızda kurumlar başlığı altında yapmış olduğumuz şu üç öneriyi tekrarlamak isterim:
1- Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması çerçevesinde devletin tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması ve etkin hak arama özgürlüğünün güvence altında olması,
2- Çoğulcu ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi; bütün vatandaşlar için tüm hak ve özgürlük alanlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında geliştirilmesi, siyasette ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele edilmesi,
3- Kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için denge ve denetleme mekanizmalarıyla yargısal denetimin güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir, daha az merkeziyetçi ve etkin bir kamu yönetimi anlayışının yerleşik hale getirilmesi
Bu adımları atabilmek, yeni küresel mimaride önümüze açılan fırsatlardan yararlanma koşullarını sağlayacaktır."