Tuzak kuran ama hadım edilen akıl

Çürümüş edebiyat, sosyal medyada kör dövüşü olarak karşımıza çıkıyor. Edebiyattaki çürüme bu alandaki sistemin çarkı içindeki kişiyi de çürütüyor. İnsanın çürümüşlüğü de, edebiyatı daha da çürütüyor. İkisi de karşılıklı olarak, birbirini daha fazla dibe çekiyor.

Gazetemiz önceki günlerde “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı” tartışmasına mercek tuttu. Bu tartışma aslında sadece bugünle ilgili değil. “Gelecekte edebiyatımız nasıl şekillenecek” sorusuna yanıt veriyor. Dilimizin ustaları, genç kuşağın temsilcileri ve akademisyenler tartışmaya ışık oldu. Edebiyat dünyasında tartışılan, bizim dışımızda da yazılan, üzerine söz söylenen bir konu oldu. İlgilileri, internet sitemizden takip edebilirler. Bu tartışma sürerken, edebiyat dünyasında bir başka tartışma daha başladı: Taciz ve linç.

Bilmeyenler, takip etmemiş olanlar için özetleyelim. Yazar Pelin Buzluk, Hasan Ali Toptaş’ın kendisini taciz ettiğini açıkladı. Aslı Tohumcu ve Nermin Yıldırım gibi çok sayıda kadın yazar, kendilerini taciz eden yazarları kamuoyuyla paylaştı. Tacizci olarak belirtilenler arasında Toptaş'tan başka Bora Abdo, İbrahim Çolak gibi kişiler de yer aldı. İbrahim Çolak, sosyal medyada suçlamaları kabul eden bir metin yazmasının ardından “kimsenin yüzüne bakamayacağı” gerekçesiyle intihar etti.

FIRSAT KOLLAYIP ÖPMEYE KALKTI!

Ardından yayınevleri devreye girdi. Tacizci olarak suçlanan yazarlarla ve Ali Lidar gibi desteçileriyle yollar ayrıldı. Ardından Toptaş'a destek açıklamaları da gelmeye başladı. Hatta Muzaffer Oruçoğlu, kadınları öpmeye kalktı. Oruçoğlu, “Öpmeme kızmayın. Mücadele için ayağa kalkan, dik duran, ışığa ve kitaba aşık her kadını öperim. Yanaktan, alından, dudaktan, benim için hiç fark etmiyor. Zaaf ve hataları ne olursa olsun, isterse bana kadın düşmanı desin. Öperim. Hayatım onları öpmeyle geçti” paylaşımı yaptı. Tartışmalarda çok sayıda kişi geçiyor. Hepisini buraya yazmamız mümkün değil, fakat önümüzdeki günlerde manzara biraz daha netleşecektir.

EDEBİYATI ARAÇ OLARAK KULLANMAK

Bu olaylar sadece edebiyatla sınırlı değil elbette. “Sosyolog” Ali Şimşek, “Yönetmen” Biray Dalkıran gibiler de taciz listelerinde yer alıyor. Bu sorun müzikten, tiyatroya, sanat alanından siyasete kadar uzanıyor. En son CHP'de taciz tartışmaları gündeme geldi. Muzaffer Oruçoğlu gibi, siyasi görüşleri yanlışlanmış, edebi açıdan iz bırakamamış isimlerin edebiyatı ve sanatı 'kişisel fayda aracı' olarak kullandığı ortada. 12 Eylül'den sonra yaratılan sahte özgürlük anlayışının sonucunu katlanarak artan tartışmalarla yaşıyoruz.

Kadınların, erkek egemenliği altındaki böyle bir alanda var olmaya çalışmaları gerçekten zor. Ama bu tablonun bize anlattığı bir gerçek de var. Güzelin ve estetiğin baş alanlarından olan edebiyat bugünlerde içeriğiyle, sınıfsallıktan kopuşuyla, yayın dünyasıyla, popülerliğin verdiği güce dayanarak tacize yeltenme özgüvenine sahip insanları yaratmasıyla, karşılıkçı çıkar alanı olmasıyla çirkinin boy gösterdiği bir yer. Edebiyat gittikçe eser-yazar bağlamından çıkıyor, metalaşıyor, metalaştıkça da magazinleşiyor.

Mafyalaşan ekonomik sistem, yayın dünyasını da mafyalaştırıyor. Daha eserler okunmadan edebiyat ödüllerinin kime verileceği belli oluyor. Farklı ödüllerin jürileri aynı kişilerden oluşuyor. Dergiler, kendi ekiplerini yaratıyor. Yeni, genç, dinamik kişilerin girmesi olanaksız bir kapalı devre sistemi kuruluyor. Ve sistemin yıldızlaştırdığı, neyin basılıp basılmayacağına karar veren “Güçlü adamlar...” en başa geçiyor. Bunlar herkesi öpebilir, taciz edebilir... “Vatanı bir kadın memesine satanlara” ses çıkarmamak, bugün bir kadın memesine kitap basanlara, yardıma ihtiyacı olanları kullanmaya dönmüş durumda. Üretime değil tuzağa kullanılan akıl hâkim artık. Edebiyat amaçtan çok, tuzağa düşürmenin, elde etmenin, istismarın aracı. Tuzak kuran akıl, karşı tarafa da bulaşıyor. Bu kez, hukuki mücadele yerini sosyal medyadan linçe dönüşüyor. Herkes birbirini tekmeliyor. Magazinsellik katlanıyor. Twitter'da yargı dağıtmak, intihara giden bir sürece dönüşüyor.

ÜRETEMEYEN EDEBİYAT

Bu tablo, Türk edebiyatının 1980'den sonraki çöküşüyle yani burjuva/küçük burjuva edebiyatındaki çöküşle bağlantılı. Burjuva edebiyatı artık büyük eserler yaratamıyor. Türk edebiyatı da öyle. Sınıfsallıktan kopuş, karakterlere de yansıyor. Bunalımlı, yalnız, karamsar, yoz, pornografik tipler her yerde. Dahası o yozlaşmış, pornografik karakterler edebiyat dünyasında ete kemiğe bürünüyor, karşımıza çıkıyor. Üretemeyen edebiyat, tüketiyor. Her şeyi. Bu da gündemimize eser, yazar, edebiyat tartışmaları ile değil taciz, iftira, linç tartışmaları olarak tekrar geliyor. Aslında karşımızda duran, vaktini doldurmuş, çöküş edebiyatının temsilcilerinden başkaları değil. Çürümüş edebiyat, sosyal medyada kör dövüşü olarak karşımıza çıkıyor. İnsansız edebiyat, insani değerlerini yitirmiş kişilerce temsil ediliyor. Edebiyattaki çürüme bu alandaki sistemin çarkı içindeki kişiyi de çürütüyor. İnsanın çürümüşlüğü de, edebiyatı daha da çürütüyor. İkisi de karşılıklı olarak, birbirini daha fazla dibe çekiyor. Türk edebiyatı artık bir yol ayrımında. Yayınevi patronuyla, editörüyle, yazarıyla, kitabıyla... Bu çürümüşlüğü aşmanın yolunu bulmak gerekiyor.

“Ne yapmalı” sorusu, edebiyat için de gündemde. İlk adım, yayın dünyasında putları yıkma görevini hatırlamak olabilir!

Sonraki Haber