Uçların şehri Cape Town! Mzansi - Güney Afrika gezisi...

Efsaneye göre korsan ve şeytanın duman yarışıyla tepesini bulutlarla kapladığı Masa dağının eteklerinde Cape Town... Bir yanı teneke evler bir yanı zengin villalar... Sömürgecilerin izleri her yerde... Afrika'nın göz bebeği şehri gezdik...

Afrika’nın üçüncü büyük havalimanına sahip Cape Town’da havaalanından dışarı çıktığımızda bizi karşılayan açık ama soğuk hava güney yarımkürede yaklaşmakta olan kışın habercisi gibiydi. Soğuk havayla ürperdik. Güney Afrika’da milyonların ırkçılık karşıtı mücadelesini, ANC’yi, Mandela’yı düşünerek içimizi ısıtan derin bir nefes aldık.

Şehre giden otoyolun bir yanında kilometrelerce, sıra sıra dizilmiş teneke evlerin önünde iplere asılmış çamaşırlar, evlerin arasında eğlenerek futbol oynayan çocuklar, oyun parklarında kucaklarındaki, eteklerindeki bebekleriyle sohbet eden yorgun anneler gördük. Yoksul karaların yaşadığı teneke mahallesinin büyüklüğüyle donduk!

Teneke mahallesi

Otoyolun diğer yanında ise yeşillikler ve çiçekler arasında, bahçe çitleri tellerle güçlendirilmiş tertemiz villalar sıralıydı. Evsizlerin ve işsizlerin giremediği bölgelerdeki hemen tüm binaların bahçeleri üzerinde elektrik verildiği uyarıları olan yüksek tellerle çevrilmişti. Bazılarında jiletli teller bahçe çitleri olarak kullanılıyordu.

Güney Afrika bugüne de yansıyan acılarla dolu kanlı bir geçmişe sahip. Avrupalı sömürgecilerin talan ettiği bu toprakların gerçek sahipleri olan, ülkenin çoğunluğunu oluşturan karaların kanı ve gözyaşları belli ki hiç dinmemiş. Yaraları yeni yeni sarılıyor ama yol çok uzun. Ülkenin sosyo ekonomik durumunu gösteren işsizlik, sağlık, eğitim, suçluluk, uyuşturucu gibi istatistiklerde karaların durumu maalesef içler acısı.

Afrika’nın en güneyinde, ırkçılık ve ayrımcılıktan kurtulmak adına büyük mücadelelerin verildiği, eşit şartlarda insanca bir yaşam için kan dökülmüş bu toprakların, halen yoksulluğun pençesinde olduğunu görmek gezi heyecanımıza gölge düşürdü.

CAPE TOWN GÜNEY AFRİKA’NIN İKİNCİ BÜYÜK ŞEHRİ

Cape Town 1652 yılında Hollanda Doğu Hindistan Şirketi tarafından gönderilen Jan van Riebeeck tarafından kurulmuş. Riebeeck 82 erkek ve 8 kadını taşıyan 3 gemiyle gelmiş ve hem Masa dağı eteklerinde ilk yerleşim yerini kurmuş hem de limanda ikmal istasyonunu oluşturmuş. Daha sonra İngilizler tarafından geliştirilen şehir gemilerin temiz su ve yiyecek sağlamak için durdukları bir erzak limanı olarak büyük önem kazanmış. Tüm bölge balıkçılığın, tarımın ve şarap üreticiliğinin merkezi haline gelmiş.

Cape Town Albert Victoria marinasında Hollandalılardan kalma saat kulesi

Cape Town uçların şehri! Şehirde gözle görülür kültürel, sosyal, politik, ekonomik ve çevresel farklılıklar var. Ancak temiz ve düzenli bir şehir. Dev ağaçları olan bakımlı yemyeşil parkları, çiçekleri, tertemiz asfalt yollarıyla modern ve güzel bir şehir olan Cape Town, Güney Afrika’nın ikinci büyük şehri ve bir turizm merkezi. Aynı zamanda Güney Afrika’nın yasama başkenti. Parlamento da burada. 9 eyaleti olan Güney Afrika’nın yürütme başkenti (idari) Pretoria, yargı başkenti ise yüksek temyiz mahkemesinin de olduğu Bloemfontein. Üstelik bu üç başkent birbirinden çok uzakta.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin on iki resmi dili var. İngilizce ile Hollandaca/Almanca karışımı Afrikaans dilleri dışında 10 yerel dil artık resmi dil olarak kabul ediliyor. Belki yakın bir gelecekte Güney Afrika yerine yerli dillerindeki ismi de kullanılmaya başlanır bu toprakların. En kabul gören adı “Mzansi”, bazı Pan Afrikan partilerin tercih ettiği “Azania” da çok kullanılıyor.

Güney Afrika 62 milyonluk nüfusu 1.221.037 km2 alanıyla devasa bir ülke. Dünyanın en zengin altın madenleri Güney Afrika’da, ayrıca farklı mineraller, elmas ve kömür madenleri de var. Dünyanın en büyük 4. kömür ihracatçısı. Güney Afrika’nın esas enerji kaynağı kömür ancak dünyanın en büyük beşinci karbondioksit salınımı yapan ülkesi de Güney Afrika. Tüm Afrika’nın salınımının yarısı Güney Afrika’dan yapılıyor.

Cape Town’a gelen turistlere hemen “tek başınıza şehirde dolaşmayın, gece dışarda kalmayın” uyarıları yapılıyor. Hiçbir zaman hoşlanmadığım bu uyarıları sanki şirketler olası “tazminat” taleplerinden kurtulmak için yapıyor, sanki turistleri kolayca kendi istedikleri yere yönlendiriyor gibi.

VİCTORİA- ALBERT MARİNASI

Bizim otelimiz de “güvenli” bir bölgede. Etrafta demir kapılar, dikenli teller ve bunların arasında akan bir yaşam görüyoruz. Otelimize çok yakın bir konumda olan marinaya gidiyoruz, Victoria- Albert Marinası (Victoria Albert Waterfront). Temeli 1654 yılında atılan, ihtiyaçlara uygun değişimler geçiren marina bölgesinde bu ülkenin iki efendisi olan Hollandalılar ve İngilizlerin izleri açıkça görülmekte. Tarihi binalar restore edilmiş, ziyaretçilere restoran, bar, butik olarak hizmet veriyor. Eski silolarda da sanat ve kültür çalışmaları yapılıyor.

Marina'daki müzemsi Afrika mağazasının eserleri

Marinada her renkten insan var, çalışanlar da farklı etnik kökenlerden. “African Trading Port / Afrika Ticaret Limanı” adıyla çok katlı bir binada faaliyet gösteren bir mağaza görüyoruz. Afrika’ya özgü her türlü ürün bulunabiliyor. Alt katta tişört vs gibi günlük giysiler, sepet, boncuk takı gibi hediyelik eşyalar var. Üst katlar ise tam bir etnoğrafya müzesi gibi. Kabilelerden toplanan son derece otantik ve aslında bir müzede olması gerektiğini düşündüğümüz mızraklar, kalkanlar, başlıklar, giysiler, takılar, hasırlar, araç ve gereçler, kısacası bölge insanlarının yarattığı her şey birbirine geçen odalarda yüksek fiyatlarla koleksiyonerlerin beğenisine sunuluyor.

En üst katta ise özel bir müze var. Bulunması imkânsızlaşan ürünler orada küçük bir ücret karşılığı sergileniyor olmalı. Maalesef bizim gittiğimiz saatte kapanmıştı ama aşağıdaki 4 kat bizi büyülemeye yetti. Marina parkında Güney Afrika adına Nobel almış olan Nelson Mandela, F.W de Klerk, Desmond Tutu ve Albert Lutuli’nin heykeli var.

BO-KAAP MAHALLESİ

Rengarenk boyanmış evleri, yokuşlu sokaklarıyla daha seyahat öncesi bizi heyecanlandıran Bo-Kaap, Cape Town’ın bir mahallesi.

Cape-Malay kültürü ile yoğrulmuş bir bölge. Yerel kabileler Hollandalıları sevmedikleri ve sürekli onlarla çatıştıkları için Hollandalılar köle ihtiyaçlarını sömürgelerinden karşılamaya karar vermişler. 1763 yılında sömürgeleri olan Malezya, Hindistan ve Endonezya’dan çoğu Müslüman köleler getirmişler. Köleler için dağın yamacına beyaz boyalı, küçük kulübeler yapılmış ve onlara kiralanmış. Getirilenlerin çoğu Müslüman kökenliymiş. Kölelik kaldırılınca herkes evini renkli boyamaya başlamış. Daha sonra aynı bölgelerden gelen tüccarlar da bu bölgeye yerleşmiş. Halen yüzde 60 civarında Müslümanın yaşadığı bölge “renklilerin” bölgesi olarak biliniyor.

Cape Town Üniversitesi'nden Doç. Dr. Halim Gençoğlu ile

Sabah açılması gereken saatte açılmadığı için Bo-Kaap müzesini maalesef gezemedik. Bo-Kaap’ın en eski camisi Auwal Camii gibi Müslüman mezarlığı Tanu Baru’yu da gezemedik. Bo-Kaap gezimizin zayıf halkası olarak kaldı. Ancak Cape Town Üniversitesi’nde çalışan ve Aydınlık gazetesi yazarı olan Tarihçi Doç. Dr. Halim Gençoğlu ile tanışma fırsatı bulduk. Gençoğlu, Cape Town Türk topluluğu ve üniversitedeki çalışmaları hakkında bize bilgi verdi.

Gençoğlu, Güney Afrika’da Osmanlı’dan bu yana Türk mirasını araştırıp, bu mirası korumak adına birçok Türk asıllı kişinin mezarlarını nasıl kendi çabasıyla onarttığını, yeni taşlar yaptırttığını anlattı. Bu kişilerden biri de Nelson Mandela ile hapishanede tanışan Türk asıllı ünlü şair İsmail Joubert.

Mandela bu şairden ve bilgeliğinden o kadar etkilenmiş ki ona bir yerli dili olan IsiXhosa dilinde “Afrika’nın Büyükbabası” anlamına gelen Tatamkhulu Afrika adını vermiş.

Haftaya Cape Town gezimize devam ediyoruz…

Iziko Güney Afrika Müzesi

1825 yılında kurulan müze Güney Afrika’nın en büyük ve en eski müzesi. Bir doğa tarihi müzesi olan Iziko, 700 milyon yıllık fosillerden, böceklere, balina iskeletinden insanların kullandığı 120 bin yıllık taş aletlere kadar geniş bir çerçevede bilimsel önemi olan yaklaşık 1,5 milyon farklı örnekler barındırıyor. Tarih öncesi dönemlerin üç boyutlu modellerle anlatıldığı müzede çeşitler, gelecek nesillere taşınmak üzere saklanıyor.

Bu müzeye çok yakın ve Iziko Güney Afrika Müzesi tarafından kültür tarihi müzesi olarak yönetilen “Köle Evi”, Güney Afrika’nın köle tarihine ve mücadelesine ışık tutuyor. Bina 1679’da yapılmış ve 1811 yılına kadar da Hollanda Doğu Hindistan Şirketi için çalıştırılan köleler tarafından kullanılmış, tabii yıllar içerisinde bina birçok değişime uğramış ama büyük ölçüde korunmuş.

1806 yılında İngiltere Cape Town’ı işgal ettikten sonra hükümet binasına çevrilmiş. O tarihte binada 187 erkek, 73 kadın ve 23 çocuk köle yaşamaktaymış. Yaşlılar açık artırmayla satılmış, kalanlar yan taraftaki binaya geçirilmiş, birkaç yıl sonra sağ kalanlar da serbest bırakılmış.

1966’da kurulan müzenin yönetimi için bu binada yaşamını sürdüren kölelerin isimlerini, ne iş yaptıklarını, yaşam şartlarını bulmak hiç kolay olmamış ama yaklaşık yarısını tespit etmişler, ailelerin bugüne yansıyan izlerini, akrabalarını bulmuşlar, onlarla ilgili bazı belgelere, fotoğraflara ve isimlere ulaşmışlar. Şimdi bu bilgiler sergilenmekte. Aynı müzede apartheid rejiminin beyaz olmayanlara yönelik baskıları, polis kurşunları, işkence odaları, direnişçilerin mücadeleleri de canlandırılarak sergilenmekte.

Heybetli Masa Dağı

Cape Town sırtını Masa Dağı olarak bilinen “Table Mountain” a yaslamış. Heybetli bir dağ. Bulutsuz bir günde dağa çıkmamız büyük şans!

1080 metre yüksekliği olan sıra dağ, yaklaşık 500 milyon yıllık bir geçmişe sahip. Dağın bir ucu “Şeytan Zirvesi” olarak biliniyor. Genç ve dinç gezginlerin yaya olarak tırmandığı Masa dağına biz teleferikle çıktık. Teleferikten gördüğümüz kadarıyla küçük ve oynak kayaların olduğu dağa tırmanış riskli gibi ama genç ve dinçler, risklerin dayanılmaz cazibesine kolayca kapılıveriyor demek ki.

3 saatte yukarı tırmanıldığı, 2 saatte de aşağı inildiği söyleniyor. Teleferik 1929 yılından bu yana isteyenleri tepeye taşıyor. Dönen tabanı sayesinde kabindeki herkes manzarayı panoramik olarak doya doya seyredebiliyor. 1503 yılında dağa ilk tırmanan Batılı Antonio de Saldanha olmuş.

Dağın tepesi gerçekten masa gibi dümdüz. Tüm Cape Town ayaklar altında. Hızla esen rüzgarlar bazen ürkütse de 1000 metre yükseklikten şehri ve okyanusu seyretmek çok keyifli. Dağın yaklaşık 1400 bitki ve pek çok yöreye özgü hayvandan oluşan zengin bir faunası var. Eğer 1802 yılında bu dağların son aslanı vurulmasaydı, dağın yerlilerinden leoparlar da 1920’lerden bu yana kaybolmasaydı daha da zengin bir fauna olabilirdi.

Değişik irili ufaklı kuşların, kertenkele türlerinin ve bir cins dağ faresinin ürkekçe de olsa kayaların üzerinde turistlerden kalan yemek artıklarına ilgi gösterdiklerini görüyoruz. Dağda düzenli ve temiz bir yürüyüş parkuru yapılmış, bu nedenle dümdüz bir tepede iri ve ilginç kayaların, çoğu tanıdık gelen çiçeklerin arasında rüzgâr eşliğinde yürümek çok keyifli. Bu kadar yüksek ve sarp bir dağın tepesinin bu kadar dümdüz olması da ilginç.

‘GÖRDÜĞÜM EN GÜZEL BURUN’

Tabii Masa dağı her zaman ziyaretçilerine 360 derece panoramik görüşe imkân verecek kadar cömert değil. Çok çabuk bulutlara sarınıveriyor, hatta aynı gün içerisinde birkaç kez bulutlar aşağıya doğru dağın yarısını örtüveriyor. Öyle ki şehirden yukarı bakınca Masa dağını görmek imkansızlaşıyor. Efsaneye göre emekli bir korsan dağa tırmandığında şeytanla karşılaşmış. Ruhunu korumak için şeytanı bir duman yarışına davet etmiş. İkisi de pipolarını doldurup tüttürmeye başlamışlar. İşte korsan-şeytan duman yarışı o gün bugün devam ediyor, Masa dağı sıkça duman altı oluyor. Bir denizci olan Sir Francis Drake’nin, Ümit Burnu’nu dolaşan gemicilere yol gösteren Masa dağı için seyir defterine “gördüğüm en heybetli ve en güzel burun” diye not düştüğünü de belirtelim.

Dağdan aşağı bakınca ünlü siyasi muhaliflerin hapis tutulduğu “Robben Adası” görünüyor. Mandela da bu adada uzun yıllar geçiren muhaliflerden. Ada, şehrin açığında Atlas okyanusunda.

Dağın hemen yan tarafında “Aslan Başı (Lion’s Head)” olarak bilinen, 670 metre yüksekliğinde heybetli ve ilginç bir dağ daha var. Dört saatlik bir yürüyüşle tepesine ulaşılabilen dağ, yamaç paraşütçülerinin ve tırmanmayı sevenlerin uğrak yeri. Bir zamanlar altın da bulunmuş ama zayıf bir damar olduğu için bir yıl sonra kapatılmış. Aslan Başı’nın sağ tarafında “Sinyal Tepesi (Signal Hill)” denilen ancak Şeytan tepesinden bakarken aslanın kuyruğu gibi görünen tepe, gün batımını izlemek için gelenlerle doluyor.

Gün batımı manzarası çok güzel olsa da ortalıkta dolaşan bir cins Afrika tavuğu olan yanakları mavi, vücutları siyah üzerine beyaz puanlı tombul Beç tavukları (Guineafowl) daha güzel! Biz ailece ortalıkta koşturup duran bu tavuk ailesini beslemeyi tercih ettik.

Sonraki Haber