Ulus devletin geleceği: Endişeler ve tartışmalar - 2 Devlet ve toplumsal örgütlenme
Küreselleşmenin devletsizleşmeyi dayatan yapısı, devlet aracılığıyla gerçekleşmiş toplumsal örgütlenmenin çözülmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde ulus-devletlerin küreselleşmeye direnişi toplumsal çözülmeye direnmeleri ve toplum olarak kalmaya çalışmaları anlamına gelmektedir.
Geçiş toplumu teorileri, refah devletine karşı liberal ve muhafazakâr eleştirilerin zirveye çıktığı, 1973 Petrol krizi sonrasında ortaya çıkmaya başladılar. Temel motivasyonları, krizin aşılması için devreye sokulan postfordist etmenlerin, yeni bir üretim biçimi anlamına geldiği iddiası oldu. Postfordizm, devletin küçültülmesi ve üretimin esnetilmesi temelinde yapılandığı için, refah devletine karşı üretilmiş ideolojik kanıtlar, geçiş teorilerinin ulus-devlete karşı ileri sürdükleri tezleri besleyen bir işlev gördüler.
Geçiş toplumu teorileri, milli devletin bilgi ya da enformasyon toplumu gibi adlar taşıyan ve kapitalist sanayi toplumunun aşılmasını simgeleyen yeni bir aşama içinde, işlev değişimine uğrayacağını iddia ederler. Özünde küreselleşen sermayenin ihtiyaçlarını açıklayan ve meşrulaştıran bir nitelik taşımaktadırlar. Bu nedenle geçiş toplumu teorilerinin geçerliliği, küreselleşmenin batı sermayesi tarafından çerçevelenmiş yapısının devam edip etmeyeceğine bağlıdır.
Alvin Toffler’a göre Üçüncü Dalga uygarlığı her alanda kitlesellikten uzaklaşmış bir toplum düzeni getirmektedir. Rutin çalışma saatleri, standart kitle ürünleri, kitle eğitimi, kitlesel siyasal örgütlenme (ulus devlet ve ulusal birlik) ve kitle iletişim araçları parçalanmaktadır. Bizi bekleyen üçüncü dalga uygarlığında ulus devlet kavramı birçok açıdan tehlikeli bir tarihsel yanılgı olarak kalacaktır.
Peter Drucker’a göre, kapitalizmi aşarak ötesine geçmiş fakat sosyalist olmayan yeni bir toplumsal aşamaya geçilmektedir: Kapitalist ötesi toplum! Bu yeni sistemde ulusal devletin de tek siyasal birleşim olmaktan çıkıp, siyasal birleşimlerden biri durumuna gelecektir. Ulusal devlet yeni oluşan sistemde kilit parça olmayı sürdürecek fakat çoğulcu bir yapı içinde, parçalardan yalnızca biri haline gelecektir. Ulus devletler artık paranın dolaşımını ve enformasyonu kontrol edememektedirler. Egemenliğin klasik sınırları aşılmıştır. Üstelik ulus-devlet aşağıdan da bölgecilik yoluyla tehdit edilmekte ve altı oyulmaktadır. Böylece hem dış hem iç basınçlar altında kalmaktadır. Esasen Drucker, paranın ve enformasyonun denetim dışına çıkması nedeniyle direnemez hale geldiklerini kabul etmektedir.
Devlet, üretim araçlarının ve üreticilerin korunmasını sağlamaktadır. Devletten boşalan yerin şirketler tarafından doldurulduğu bir dünyada, kar odaklı bir yönetişim örgütlenmesi, üreticiler kadar üretken olmayan kitlelerin de korunması, emek niteliğinin yükseltilmesi için eğitim, sağlık ve barınma gibi alanlara kısa vadede kazançlı olmayan ama uzun vadede toplumun örgütlü kalmasını garantileyen yatırımların yapılması gibi ihtiyaçlar karşısında yeterince duyarlı olacağının bir garantisi yoktur.
DEVLET KURMANIN NESNEL KOŞULLARI
Devlet, toplumsal bir örgütlenme aşamasına ve tipine tekabül eder. Devlet kurmanın nesnel koşulları vardır. Bazı topluluklar bu aşamaya ulaşmadıklarından kabile düzeyinde kalmışlardır. Fakat dünya tarihine damga vuran bütün toplumlar devlet aşamasına sıçramış olanlar arasında cereyan etmiştir. Geçiş teorileri bağlamında küreselleşme-ulus devlet çelişmesinin geleceğine ilişkin tartışmaların ana ekseni, toplumsal tarihte devletin belirli bir örgütlenme tipine tekabül ettiğinin anlaşılmasıdır.
Toplumların sınıflara bölünmesinden sonra, üretim araçları karşısındaki konumlarına göre ayrılan sınıflar, aralarındaki mücadeleyi devlet kurma, inşa etme ve birbirlerini devletin hukuki çerçevesi içinde denetim altına alma düzlemine taşıdılar. Dolayısıyla devletler, sadece sınıflı toplumlarda gördüğümüz bir kaynak mücadelesinin odağı olmakla kalmadılar, aynı zamanda egemen sınıflar açısından kendilerini ve toplumun tamamını belirli bir biçimde örgütlemenin hukuki çerçevesini temsil ettiler. Ulus-devlet, bu yönüyle burjuva toplumun kuruluş sürecinin bir ürünü oldu. Günümüzde ulus-devletlerin aşıldığı iddiası ya sınıfların ortadan kalkması ya da sınıfların devlet örgütlemeye ihtiyaç duymaması ile açıklanabilir. Oysa insanlık birincisini tecrübe etmemiştir. İkincisinin ise gerekçeleri, yüzeysel görüngülerden ileri açıklamalara sıçrayan ve ideolojik beklentiler ile bilimsel analizi birbirinin içine sokan geçiş teorileri tarafından yeterince açıklanmamıştır. Çünkü ikincisi, toplumun hem sınıflardan oluşmaya devam etmesi hem de devlet aracılığıyla örgütlenmeye ihtiyaç duymaması gibi açıklanmaya muhtaç bir varsayıma oturmaktadır. Geçiş toplumu teorilerinin varsaydığı ya da küreselleşmenin ulus-devleti erozyona uğratmasının sonucunda fiilen ortaya çıkacakmış gibi sunulan öngörüler bu çerçeveye oturmaktadır.
Devletsiz toplumlar da örgütlüdürler. Fakat bu örgütlülük devletsiz topluluklarda gördüğümüz türden küçük birimlerin gelenekler üzerinden bir arada tutulması şeklindedir. Devletli toplumların devletsizleşmesi ise, komünizmin öngördüğü türden bir sınıfsızlaşma, sivil toplumun devletin işlevlerini üstlenmesi vb. biçiminde olmayacaksa, küçük toplulukların yerel örgütlenmesi halini alamaz. Toplum artık bu formasyonun çok ötesine geçmiş durumdadır. Dolayısıyla gelişmiş, heterojen bir toplumun devletsizleşmesi, örgütsüzleşme anlamına gelmektedir. Küreselleşme süreci, ulus-devletleri erozyona zorladıkça, yüzde 10 civarında bir nüfusu zenginleştirip yüzde 90’ını aşırı yoksullaştırmaktadır. Sefalete yuvarlanmış bu kitlelerin sistemin devamlılığı için büyük bir tehdit olarak görülmesi, geçiş toplumu teorilerinde öngörülenin aksine daha az devletin daha çok toplum anlamına gelmediği, bir tür örgütsüz ve “baş belası toplum” yaratmakla sonuçlandığıdır. Sistemin şimdilik kaynak dağılımının kıyılarına ittiği bu tehdidi etkisiz kılmak için bulduğu çare, o kitlenin enerjisini birbirini kırmaya ve amaçsız ve örgütsüz faaliyete yönlendirmekten ibarettir. Bunun ise kısa vadede sürdürülebilir bir örgütlü toplum yaşamı, uzun vadede ise uygarlık inşası yaratmayacağı ortadadır.
YENİ BİR ZAYIF HALKA İHTİMALİ
Ulus-devletlerin daha az devlet olmaya zorlandıkları ve bunun bazı somut sonuçlar doğurduğu bir gerçektir. Fakat gelişmeler ulus-devletin toplumsal temellerinin ortadan kalkması, işlevlerinin nihai biçimde başka kurumlar tarafından üstlenilmesi veya askeri, adli vb. bazı işlevlerin gereksizleşerek ortadan kalkması noktasında değildir. Bazı çok uluslu şirketlerin pek çok devletten daha yüksek düzeyde ekonomik kaynakları kontrol etmesi, kanun koyma, adalet, kaynak dağıtımı, askeri müdahale ve hukuk düzeni kurma yetkilerinin hala ulus-devletlerin tekelinde olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Ulus-devletin krizini, onun çöküşü özdeşleştirmek için erkendir.
Devletler toplumsal yapıların ürünüdürler. Toplumsal değişme devletin değişmesini sağlar. Ancak devletin seçeneğinin devletsizlik olmasını mümkün kılacak türden toplumsal değişmeler yaşandığı iddiası dayanaksızdır. Uluslararası sermayeyi yöneten güçlerin, toplumlara insanlığın şu ana kadar kazandıklarından daha ileri bir demokrasi, özgürlük ve kendini gerçekleştirme modeli olarak yeni bir siyasal çerçeve (polity) sunabildiklerine dair bir işaret yoktur. Aksine daha az ulus-devletin daha çok küresel totalitarizm anlamına geldiğini gösteren işaretler daha fazladır.
Küreselleşmenin merkezsiz bir süreç olduğu görüşü, bizzat dünyayı küreselleşmeye zorlayan devletler tarafından yanlışlanmaktadır. ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin daha az devlet olma yolunda olduklarına dair hiçbir gelişme olmamıştır. Aksine gerek ABD’nin uluslararası hukuku çiğneyen ve dünyaya kendi egemenliğini dayatan bir ulus-devlet olarak hareket etmesi, gerek AB bütünleşmesi içinde Almanya ve Fransa’nın ulusal çıkarlarına uygun modelleri gözetmeleri, İngiltere’nin Brexit ile kendi önceliklerini takip etmesi türünden örnekler, büyük güçlerin ulus-devlet refleksleri dışında bir hareket tarzlarının olmadığını göstermektedir.
Günümüzde dünya ticaretinin ağırlığı Pasifik bölgesine kaymıştır. Uygarlık tarihinin gösterdiği üzere, ekonomik zenginlik ve üretimin kaynağı olan coğrafyalar, bir süre sonra askeri-politik üstünlüğün, kültürel ve ideolojik değerlerin de merkezlerine dönüşürler. Bunun anlamı insanlığın bir post-küreselleşme dönemine girdiğidir. Çin, Rusya, Hindistan, İran, Brezilya, Güney Afrika, Türkiye ve daha pek çok ülke, küresel tazyik karşısında çeşitli esnemelere uğramış olsalar da, ulus-devletten başka bir şeye dönüşmediler. Şüphesiz yükselen Asya uygarlığının ulus-devlet, yurttaşlık ve demokrasi gibi konulara kendine özgü yorumlar getirmesi beklenmelidir. Çünkü bu coğrafyanın toplumları Batılı toplumlardan farklı bir nüfus bileşimine, farklı tarihsel tecrübelere ve kültürel değerlere sahip durumdalar.
Küreselleşmenin devletsizleşmeyi dayatan yapısı, devlet aracılığıyla gerçekleşmiş toplumsal örgütlenmenin çözülmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde ulus-devletlerin küreselleşmeye direnişi toplumsal çözülmeye direnmeleri ve toplum olarak kalmaya çalışmaları anlamına gelmektedir. Çağımızda ulus-devletin savunusu, örgütlü toplumun savunusu ile birleşmektedir. Bu direnişte, tarım toplumları döneminde gerçek ve egemen devletler kurabilmiş olan toplumların daha avantajlı konumda oldukları görülmektedir. Çünkü devlet geleneği, örgütlü toplum kurabilme, görece yüksek toplumsal bütünleşme düzeyine ulaşabilme ve egemen hukuk inşa edebilmenin yarattığı tarihsel miras, bu toplumların devletli ve örgütlü kalma isteklerini desteklemektedir. Bu durumu uluslararası bir devrim teorisi olan “zayıf halka” analizine gönderme yaparak açıklamak gerekirse; küreselleşme tazyikinin görece en az etkili olduğu, buna karşılık devlet birikiminin en yüksek ve toplumun görece en örgütlü (çözülmemiş) olduğu coğrafyaların, ulus-devletin yeni modellerinin üretilmesi ve krizin aşılmasında en avantajlı konumda olacağı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, Asya halklarının sahip olduğu imparatorluklar mirası ve devlet birikimi, hem ulus-devletlerin krizine pratik çözümler üretmesi hem de devlet teorisine katkılar sağlayabilecek olması bakımından büyük önem taşımaktadır.
(*) Bu sunum, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi ve Ulusal Strateji Merkezinin (USMER) ortak düzenlediği, 17-19 Kasım tarihleri arasında yapılan “Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. Yılında Asya'da Devlet Birikimi Uluslararası Çalıştayı”nda yapılmıştır.
BİTTİ