Üniversitelerde kurumsallaşma ihtiyacı
Her toplumun kendine özgü yapısı ve çözmeyi önüne koyduğu sorunların niteliği, üniversiteye yüklediği görevi de belirliyor. Bu nedenle hem dünyada farklı üniversite tipleri var hem de bu tiplerin somut toplumsal koşullarda aldığı biçimler birbirinden farklı. Nasıl bir üniversite sorusunun cevabını bu nedenle, Türk toplumunun yapısal özelliklerinden ve çözüm bekleyen özgün sorunlardan ayrı düşünemeyiz.
Bugün Türkiye’deki üniversite sayısının çokluğu esasen ülkeyi yönetegelen partilerin üniversiteye yükledikleri araçsallıkla yakından bağlantılı. Orta öğretim sisteminin “karşılıksız” insan yetiştirmesi nedeniyle, milyonlarca genç üniversite öğrenimi görmedikleri takdirde işsiz kalacakları bilinciyle hareket ediyorlar. Bu durum hükümetlerin üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ve üniversite açarak baskıyı kanalize etmelerine neden oluyor. Böylece Türkiye’deki üniversitelerin büyük bir kısmı hem öğrenciler açısından, hem öğretim elemanları açısından hem de kurumsal varlık nedenleri bakımından bilim dışı ölçütlerle ele alınıyor. Örneğin taşra üniversitesi diye nitelenen üniversitelerin kuruluşunda ve faaliyetlerinde politik hesaplar hiçbir zaman eksik olmadı. 1970’lerden bu yana Anadolu’daki muhafazakâr örgütlenmeyi nitelik olarak yükseltme, kadrolaşma, insan yetiştirme ve ardından yöreye ekonomik girdi sağlama vb. gibi siyasal niyetler, üniversitelerin ayrılmaz bir parçası olageldi.
Özerklik meselesini bu gerçekliğin dışında tartışmak doğru olmaz. Türk toplumu politize bir toplumdur. Siyasal güçler arasındaki rekabet hem keskindir hem de devrim sürecimiz tamamlanmamış olduğundan rejimin anayasal esasları üzerinde bile anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bu koşullarda üniversitelerin politikanın geriletici etkisinden uzak olmaları, özerk olmalarına bağlıdır. Özerklik derken, bilimsel özerkliğin yanı sıra yönetsel ve mali özerkliği birlikte kastediyorum. Üniversiteler kendi rektörlerini seçebilmelidir. Bir üniversiteye dışarıdan rektör adaylığı, kurumu tedirgin eden ve kurum kimliğini zayıflatan bir rol oynamaktadır. Ancak kendi başına bırakıldığında sözgelimi Cumhuriyet düşmanı vb. bir rektör seçmekten başkasını yapamayacak üniversiteler olabilir. Bunların politize tutumlarıyla mücadelenin yukarıdan siyasal atama ile yapılması bir çözümmüş gibi görünse de, uzun vadede kurumsal etkiler yaratmayacaktır. Ülkemizde bunun örnekleri geçmişte görüldü. Bilim politikasının uzun vadeli ve kurumsal kazanımlar elde etmeye dönük olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, rektör seçimlerine üniversite öğrenci temsilcilerinin ve üniversitenin diğer bileşenlerinin katılması da, demokratik katılım kültürünün ve kurum bilincinin yayılması amacıyla tartışılabilir.
Üniversite sisteminin önemli sorunlarından biri de atama-yükseltmelerdeki yasal mevzuat boşluğudur. Kişiye yakınlık, idareye yakınlık gibi ölçütler, atama önceliklerini belirleyebilmektedir. Araştırma görevlilerinin yasal görev tanımları belirsizdir. Politize edilmiş ve kurumsallaşamamış olan üniversite sistemimizin öncelikle rektörlerin aşırı ve kişiselleşmiş yetkileri, kadro görev tanımları vb. alanlardaki yasal boşluklarının doldurulması, ancak uzun vadede bu tür sorunların nihai çözümünün yasalar değil kurumsal geleneklerin oluşmasında yattığı bilinci ile uzun vadeli bir bilim politikasını hayata geçirmek gerekmektedir.