Üreticilerin iktidarına adanmış onurlu yaşam - 2: Güneydoğu’da kardeşlik mücadelesi günleri
Bölgenin PKK’ya terkedildiği yıllar. Bayram Yurtçiçek, bölgede beş yıl gece gündüz köylülerle kalır. Saldırılara uğrar. İşte o günler ve PKK’nın katlettiği partili şehitler...
Söyleşinin bugünkü bölümünde, Bayram Yurtçiçek’in daha çok Doğu ve Güneydoğudaki PKK’ya karşı verdiği kardeşlik mücadelesini okuyacağız. PKK’nın bölgede palazlanması, Vatan Partisi ve Genel Başkanı Doğu Perinçek, Sosyalist Parti Genel Başkanı Ferit İlsever’le bölgedeki çalışmalarını, Parti’nin PKK tarafından katledilen önderleriyle anılarını anlattı. Hapishane günleri de var bugünkü söyleşide. Tanınmış kişilerle ve Yılmaz Güney’le anıları da dikkat çekici:
KOMUTANIZ, AMA ASKERİMİZ YOK
“Bizim Doğu Güneydoğu bölge komitesi İbrahim Kaypakkaya ve Muzaffer Oruçoğlu, onların yönetiminde ve onlar partiden kopmak üzereler. Ben de Raif Türk’le şimdi (iş adamı olmuş) Mardin, Siirt komutanlığına atandık. Ne askerimiz var ne bir şey. Tabii şimdi gülünç geliyor, ama... 1972 yılının ilk ayları. Tamam, dedik. Diyarbakırlı olduğum için Diyarbakır’da çalıştırmıyorlar. Raif gitti, Kulp’tan eşyalarını alacak gelecek. Tam Şubat’ın başı. Tıp Fakültesi’ndeki arkadaşlar gözaltına alındı. Kitapçı bir arkadaş gözaltına alındı. Tedirgin durumdayım, her an operasyon bekleniyor. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Raif’le beraber Siirt’e geçeceğiz.
Bize, Siirt Batman Bölge komutanı oluyorsunuz dediklerinde çok gururlandık. TİKKO yeni şekilleniyor. Sonradan bunun TİKKO’cuların örgütlenmesi olduğunu anladık. 8 Şubat’ta Doğu Güneydoğu Bölge komitesi partiden ayrılıyor. 8 Şubat aynı zamanda benim tutuklandığım gündür. Bunlar hazırlıklar yapmışlar, partiden kopuyorlar. Başkanla Söke’de tartışmışlar. Bizim bunlardan haberimiz yok. Biz partiye bağlıyız.
ÜNLÜLER CEZAEVİ
-
Cezaevini biraz anlatabilir misiniz?
Cüneyt Akalın’la Taylan Ertem, Filistin’e geçerken yakalanıyorlar. Ali Kalan da Erzurum Şenkaya’da propaganda yapmaktan üç dört köylüyle birlikte yargılanıyordu. Köylülerden birinin adı Süleyman Şahin, sağlam devrimci. Kendine “Zapata” diyor. İnsan azmanı bir şey. Elimizi sıktığında kemiklerimiz kırılacak gibi oluyor. O zaman Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde, daha sonra Bayındırlık Bakanı olan Türkiye KDP lideri Şerafettin Elçi, Diyarbakır TİP Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, Ağrı’dan Naci Kutlay, Kulp eski müftüsü. Rahmetli Gani Bozarslan’ın babası Mehmet Emin Bozarslan, Cizre Belediye Başkanı olan Sabri Vesek, Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana, Urfa Belediye Başkanı Feridun Yazar, Dengé Kawa’nın lideri Ferit Uzun, FKF eski başkanlarından Fikret Şahin, Mümtaz Kotan, İbrahim Güçlü, İsmail Beşikçi, Edip Karahan gibi daha nice insan yatıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, koşullar kötü, ama baskı filan yoktu.
MEHMET UZUN DA ŞAFAK DAVASINDAN YATTI
Mesela ünlü Kürt yazar Mehmet Uzun da Siverek de Şafakçı olarak tutuklanıp, bizim davadan yattı. Mamak’ta da bizimle 6-7 ay tutuklu kaldı. Toplamda da bir sene bizim davadan yattı. Bizim taraftarımızdı. Bir iki arkadaş daha vardı. Bunlar biraz Kürtçü eğilimli çıktı.
-
Tahliye olduktan sonra neler yaptınız?
Biz cezaevindeyken bir özeleştiri yaptık. Ne hatalar işledik diye. Dışarı çıktıktan sonra 1970’li yılların ortalarında Aydınlık’ı örgütledik, Aydınlık dergisini çıkardık ve Aydınlık’ın Diyarbakır bürosunu kurduk. Aydınlık’ın Diyarbakır temsilcisi oldum. Kısa bir müddet sonda DGM hem Aydınlık’ı kapattı hem de bizler hakkında dava açtı. Tekrar aranır hale geldik. Bürolarda olanları yakaladılar içeri attılar. Biz 10 kişi, Doğu Perinçek dahil firari vaziyete geçtik. Ben, 10 Mart 1975 günü Bitlis’te yakalandım. 11 Mart günü Ankara’ya yola çıktık, 12 Mart’ta 1975’te Ankara’da cezaevine götürülmek üzere Ankara’ya getirildik.
Cezaevinde bizden; Gün Zileli, Doğan Yurdakul, Şaban Şerif Yarar. Sağcılar B Blok’ta solcular A Blok’ta kalıyor. Yılmaz Güney de bizimle birlikte yatıyordu o zaman. Doğan Yurdakul koğuş sorumlusu oldu. Ben ve Şaban Şerif de yardımcısı olduk.
-
Yılmaz Güney siyaseten ne durumdaydı?
Ankara Ulucanlar da yatıyorduk artık. Orada Rusya meselesi tartışıldı. Bu yöndeki tartışmalarımızdan sonra Yılmaz Güney en son; “Bu Sovyetler Birliği sosyalist değil” demeye başladı.
-
Yılmaz Güney’le anılarınız çoktur sizin…
Yılmaz Güney’le tatlı anılarımız var. Tutuklanıp cezaevine getirilince, cezaevinde bir yerde bekletilir. Yer boşalınca koğuşa yerleştirilecektim. Ora da çok kötü tabii, yatak yok. Ben daha yeni gelmişim, bir iki saat ancak geçti, gardiyan kapıyı açtı. Bir tepsi yemek geldi, Yılmaz Güney’den. Bütün mahkumlar döndü, bana baktı. Yılmaz Güney’in arkadaşıymış bu. Birden itibar sahibi olduk. Yemeği yedik. Cezaevinde itibarı çok büyüktü Yılmaz Güney’in. Onun bir dediğini iki edilmezdi. Bir gün sonra beni hemen koğuşa yerleştirdiler. 4-5 gün bekleyenler bile vardı.
140 KM’LİK ADANA BAĞIMSIZLIK YÜRÜYÜŞÜ
-
Daha sonra tabii, işin içine şiddet girdi, fikri mücadele zorlaştı değil mi?
Evet ne yazık ki öyle oldu. Biz cezaevindeyken Halkın Sesi çıktı. Bizim Aydınlıkçı geleneğin ya da hareketin örgütlediği ilk ve en büyük kitle hareketi 1975 yılındaki İskenderun Adana Bağımsızlık Yürüyüşü yapıldı. Şimdiki gibi arabalara binip, şehir içinde yürümek değil. İskenderun Adana arası 140 kilometreyi metre metre yürüdük.
-
Sizin mitingde göreviniz var mıydı?
İskenderun Adana yürüyüşü beş gün sürdü. Bütün bölgeyi ayaklandırdı. Adana’ya 10 bin kişiyle girdik. Bütün gazeteler birinci sayfadan verdi. Adana yürüyüşünde ben de yürüyüşün yöneticilerindendim. Ben yürüyüşçülerin yeme içme ve kamp yerlerinden sorumluydum. Konaklayacağımız yerleri tespit ediyordum. Bağışçı ekibimiz vardı onlar bağış toplardı. Biz binlerce insanı beş gün bir kuruş para harcamadan, halktan ve esnaftan bağışlar toplayarak, yol güzergâhındaki ilçe ve köylerden mesela fırıncılardan ekmek bağışları toplayarak, bütün ihtiyaçlarımızı gidermiştik.
-
Köylülerin ilgisi var mıydı?
Ceyhan’ın Kızıldere köyünden bir traktör römorku karpuz getirdi köylüler. Çok büyük destek aldık. “İncirlik’e El Konsun, Amerika Defolsun”du sloganımız. Kıbrıs müdahalesinden dolayı Türkiye’ye ambargo uygulamaya başlamışlardı. Tam bağımsız Türkiye mücadelesi beni Aydınlıkçı yapmıştı. Aydınlıkçının ruhu özü buydu. 1975’te de “Ne Amerika ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla yürüdük. Bütün Çukurova’nın desteğini aldık.
1978’lere doğru hem günlük gazete hem dergi çevresi olmaktan çıkmak gerektiği kanaatine vardık. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) var, ama illegal olduğu için dar, bütün taraftarları içine almayan küçük bir azınlık, ama binlerce aydınlıkçı var. İçinde küçük bir grup örgütlü partili anlamında. O bizim hep büyümemizin önünde engel oldu. 1978 yılına geldiğimizde legal Türkiye İşçi Köylü Partisi’ni kurduk ve büyük bir kampanyayla günlük Aydınlık gazetesini çıkardık.
PKK’YA ‘BİZİ ÖLDÜRMEDEN BAYRAMI ALAMASINIZ’
O dönem aynı zamanda PKK’nın bize yönelik saldırılarının da başladığı dönemdi. Zeki Ön, Suruçlu olmasına rağmen Antep İl Başkanlığı yapıyordu. Urfa’da örgütleneceğiz, gittim Zeki Hocanın yardımını istemeye. Çıktık, araba çağırdılar. Çünkü o zamanlar suikastlar falan oluyor. Ben durumu bilmiyorum ya Antep’te. Dedim ki; “Hoca dur, yürüyelim, yürümeye hasret kaldık.” “Oğlum, seni burada tanıyan yok, ama bizi burada herkes tanıyor” dedi.
Nitekim o görüşmemizden bir ay sonra cani PKK tarafından suikasta kurban gitti.
-
Zeki Ön’ü nasıl anlatırsınız?
Çok değerli bir insandı. Mücadeleci, direngen. Gaziantep Eğitim Enstitüsü’nde MHP’liler hakimdi o zaman ve solcular giremiyordu. CHP hükümeti oraya müdür bulamadı. Kimse cesaret edemiyordu. Zeki müdürlüğü kabul etti ve gitti orayı düzeltti.
Çok sevilen sayılan, saygın bir isimdi. Urfa il örgütünü kurmak için yardım istedim Zeki Hocadan. Yanıma yeğenini kattı, Suruç’a gittik. Zeki Hocamızın akrabalarında kalıyoruz. Gece birçok arkadaşı davet ettiler. Konuştuk.
PKK’lılar haber almışlar. Kaldığımız eve geldiler ve beni teslim etmelerini istediler. Sağ olsun, Zeki Hoca’nın akrabaları; “Bizi öldürmeden Bayram arkadaşı alamazsınız” diye net tutum aldılar. Sabahleyin de yine beni minibüse kadar götürdüler.
SAHTE SOL VE KÜRT GRUPLAR
-
Bundan sonraki mücadele alınız ne oldu?
Daha sonra ben Aydınlık’ın bölge temsilcisi oldum. Kuzey Irak’a kadar dağlarda röportajlar yaptık. Çok önemlidir. Aydınlık’ta sahte solu ve Kürt gruplarını tanıtan bir dizi yapmıştık. O diziden dolayı çok saldırılara uğradık. Aydınlıkçılara hep gerçekleri açıkladıkları için saldırılmıştır. Hatta bölgede, Aydınlık okumayı yasakladılar. Bütün sol grupların şefleri ve MHP’liler yasakladı. Diyarbakır’da diğer sol gruplar gizli okurdu bizim gazeteyi.
2000 yılında Doğu Perinçek’le Anamur’da bir konferans örgütlemişiz. Genel başkanımız geldi. Kamu-Sen temsilcileri de geldiler. Akşam yemek yaptık, yemeğe de geldiler. Yemekte başkanla onları aynı masaya oturttum. Ben o zaman Mersin İl Başkanı’ydım.
Kamu-Sen ilçe temsilcisi dedi ki, “Başkanım, hâlâ sağ olmayı size borçluyum” dedi. Bunlar MHP çevresi. Doğu Perinçek şaşırdı; “Ne yaptım” dedi.
“Sizin Aydınlık’ta ülkücüye mektuplar diye bir köşeniz vardı biz hep gizli gizli onu okurduk. Çünkü açıktan okuyamazdık, yasaklanmıştı Aydınlık gazetesi. Orada siz, fikri mücadeleyi öneriyordunuz. Ülkücü, komünist ayrımının yanlış olduğunu, köylünün faşist olamayacağı, hepsi aynı çıkarlara sahip bir sınıf olduğunu ve şiddetin yanlış olduğunu, söyleyen öğütler veriyordunuz ve bana ne yaptılarsa silahı elime almadım. Kendi arkadaşlarımla dövüşmedim. Ben ülkücüyüm, ama elime silah almamamın sebebi sizsiniz, öyle okulu bitirdim memur oldum” demişti.
RESUL SAKAR’I KONTRGERİLLA KATL ETTİ1
-
Güneydoğu’da örgütlenmede zorluk çektiniz mi?
Cizre’de örgütleneceğiz, adam arıyoruz. Gittik Cizre’de SP’yi kuracağız, bana dediler, bayındırlıkta çalışan bir Mella Resul var. Mella bayındırlıkta işçi aynı zamanda. Gittim, Mella Resul’u buldum. Oturduk, konuştuk. “Senin mollalığın nedir?” dedim. “Ya ben aslında molla değilim de biz molla ailesiyiz. Hepimiz biraz okuyoruz, ben de okudum, ama ben hep işçilik yaptım” dedi.
Mella Resul, Resul Sakar. Önce; “Ben adam bulayım, partiyi kursunlar” dedi. Ben de dedim ki, “Mella Resul, sen bu işin başına geçeceksin.”
“Bayram hocam beni zorlama” dedi.
“Yok, sen ilçe başkanı olursan bir anlamı olur” dedim.
Sonunda peki, dedi. Mella Resul kontrgerilla tarafından partimizin Güneydoğu’da büyümesini engellemek için katledildi.
-
Adil Turan nerede saldırıya uğradı?
Adil Turan2, Nusaybin’de. Van’da, çok arkadaşımız o dönem faili meçhul cinayetlere kurban gittiler. PKK’nın önünü devlet içindeki CIA’cılar, Amerikancılar açtı. Biz, o günlerde tabii ki 12 Eylül’ün Türkiye çapındaki baskılarıyla getirdiği kısıtlamalar, engellemeler ve gerici tutumlarla mücadele ediyoruz.
Bunun Kürtler üzerinde de özel uygulamaları vardı. Onlarla mücadele ederken kitlesel bir taban kazanmaya başladık. Düzen bundan çok rahatsız oldu. Bunu Arslanoğlu köylüleriyle ilgilenip, ağalıkla mücadelelerinde partimiz onlara destek verdiği zaman biz o zaman ki bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin, jandarma bölge komutanıyla görüştük. Dedik ki, “toprak meselesi üzerinden Kürt yoksul köylülerini Türkiye’nin birliğine, bütünlüğüne kazanıyoruz. Bölücülükten koparıyoruz, Türkiye’ye bağlıyoruz. Burada bize yardım etmeniz lazım.” Aynı şeyi mahkemelere de söyledik. Dendi ki, “Bu hukuki bir mesele değil. Bu Türkiye’nin birliği meselesi.” Danıştay lehimize karar veren Bölge İdare Mahkemesinin kararını da bozdu. Hazine arazilerinin ağalara verilmesini sağlayarak orada köylülere sahip çıkmadı devlet.
MUHYETTİN ÖKSÜN3
Oraları da PKK’ya terkedildi. Beş yıl gece gündüz köylülerle yattık, köylülerle kalktık. Saldırılara uğradık. Köy temsilcimiz rahmetle anıyorum, ağaların saldırısına uğradı. Kendisi, kardeşi ve hanımının olduğu bir arabada pusuya düşürüldüler. Kahramanca çatıştı, Muhyettin Öksün arkadaşımız, şehit oldu. Biz elimizden geleni yaptık, ama Türkiye’nin birliğini bütünlüğünü korumak sadece bizim işimiz mi? Jandarma Bölge Komutanı şunu söyledi. “Siz PKK’dan daha tehlikeli bir şeye girişiyorsunuz. Siz köylüleri özgürleştirerek ayağa kaldırıyorsunuz. Biz ağalar, aşiret reisleri üzerinden onları yönetiyoruz.” Bugünkü çektiğimiz birçok zorluğun sebeplerinden biri bu.
BUGÜN HERKES KÜRTÇÜ
Kürtlerin demokratik hak mücadelesinde de partimiz hep en önde olmuştu. Türkiye’nin bölünmesine hayır ama vatandaşlarımızın eşit, kardeşçe ve özgürce yaşamaları için her şeyi yaptık. Bakın bugün herkes Kürtçü. Niye? Amerika Kürtçü çünkü. Avrupa Kürtçü. Ama bugün Türkiye’nin birliğini savunmak zor. Vatan Partisi onu yapıyor. Ama Kürt lafını kimsenin ağzına alamadığı günlerde de Kürtlerin haklarını hukukunu biz savunduk. Türkiye’de 80 sonrası ilk Nevruz’u Sosyalist Parti, Van’da kutlamıştı. Bizim Güneydoğu’da 90’ın başlarında yaptığımız mitingler, Doğu Perinçek’in Güneydoğu’daki konferansları, hep o zaman Kürtler üzerindeki baskıları göğüslemek için yapıldı.
‘BİZİM BAŞKAN KARADAN GELİR’
-
Oralarda çalışırken unutmadığınız bir anınız var mı?
Sosyalist Parti Genel Başkanı Ferit İlsever’e, Diyarbakır’da araba kiraladık. Genel Başkan, Diyarbakır il başkanımız, ben, Diyarbakır’dan Siirt’e, Siirt’ten de Şırnak’a gidiyoruz. Şırnak’ın girişinde polis durdurdu. Ben hemen indim. Polise dedim ki, “Genel başkanımız arabada.” “Arama yapacağız” dedi. “Ayıp, arama yapılır mı?” dedim. “Olsun arama yapacağız” dedi. “Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz gelse arama yapar mısınız” dedim. “Onlar karadan gelmiyor ki, onlar helikopterle geçiyorlar buradan” dedi. Tabii öyle deyince ben de “SP emekçilerin partisi, o yüzden mi arıyorsunuz” dedim. “Tamam, aramıyoruz, şu broşürlerinizden verin de biz de okuyalım” dedi. Herkes Güneydoğu’da helikopterle gezerdi biz, karadan...
DİPNOT:
1) Zeki Ön, 2 Kasım 1992 günü Kapatılan Sosyalist Parti Cizre İlçe Başkanı ve İşçi Partisi (İP) üyesiydi. Cizre’de evinden zorla alınarak götürüldü ve silahla öldürüldükten sonra bir araziye atıldı. Sakar, 10 çocuk babasıydı.
2) Adil Turan, 8 Eylül 1979 tarihinde TİKP Tunceli İl yöneticisiyken, PKK tarafından katledildi. İmam Canpolat ağır yaralandı.
3) 17 Temmuz 2008 tarihinde, Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Arslanoğlu Köyü’nde toprak mücadelesi önderi Muhyettin Öksün (39) ve yeğeni Ömer (23), ağalar tarafından öldürüldü.