Uygarlık şiddetten doğar

Saldırganlık dönüştürücü bir güçtür ve girişkenlik, kararlılık gibi pozitif özelliklerin temelini oluşturur. Olmayanı yaratmak ya da olanı yıkmak için saldırgan olmak gerekir. İlerleme de gerileme de şiddetle olur. Şiddet hem yıkıcı hem de yapıcıdır.

Fransızcada bir kelime var: Véhémence. İlginç bir kelime. Dilimize çevirdiğinizde önce “şiddet” kelimesi ile karşılaşıyorsunuz. Fakat aynı dilde şiddetin daha iyi bir ifadesi var: Violence. Véhémenceise biraz farklı. Eşanlamlı ifadelerden frénésie bizi “ateşlilik”, “azgınlık”, “öfke”, “köpürme”, “hezeyan” ve “şevk” ifadelerine yönlendirirken impétuositéise “sertlik” ve “coşkunluk” ifadelerini ekliyor listeye. Başka eşanlamlar arasında sağlıklılık, dinçlik, güçlülük, gasp, zarp, azgınlık varkenkelimenin tam zıddında dinginlik, durgunluk, serinkanlılık var. İşte bu zıt kelimeler, itiraz etmeden beğeneceğimiz kelimeler. Kim ister şiddeti?

Üç farklı biçimde tanımlayabildiğimiz saldırganlık da bir şiddet biçimidir. Saldırganlık, öncelikle hayvani bir içgüdüyle tehdide karşı savunmayı ifade eder. Sonra rekabeti, yani karşı tarafa avantaj sağlamak için kullanılan davranış şeklini tanımlar. Son olarak başkalarını incitme ya da incitebilme özelliğine sahip herhangi bir tutuma işaret eder. Neresinden bakarsanız bakın, insanın saldırgan doğasını kontrol altında tutmadan uygar bir toplumda, uyum içinde yaşanamayacağını düşünürsünüz.

Bu yazımda sizi biraz şaşırtabilirim, çünkü uyumun ve medeniyetin ancak ve ancak saldırganca davranıldığında sağlanabildiğini anlatacağım.

ABARTARAK DÜŞÜNMEK

İnsan düşünen hayvandır. Ama düşünceden çıkarım yapmak yani analiz becerimizi devreye sokmak için şiddetli, saldırganca düşünmek gerekir. Basamağı gitgide daha çok gıcırdamaya başlamış bir merdivenin bir gün kırılıp bizi düşüreceği fikriyle korkuya kapılmadığımız sürece eyleme geçmeyiz. Kendisiyle ilgilenmediğini söyleyen eşimizin bizi haksız yere suçladığını düşünüyorsak, boşanmak için başvuru yapacağı güne kadar düzenimizin altüst olacağını anlamaz, eyleme geçmeyiz. Ama şiddetli düşünüp boşanabileceğini öngörebilirsek, evlilik bitmeden onu kurtarma şansımız olur. Olan biteni zihnimizde abartmadan, gelinebilecek son noktayı hayal etmeden harekete geçmez, “dinginlik”, “durgunluk” ve “serinkanlılık” içinde yaşarız.

Şiddetli düşünmek yani durumu zihnimizde abartmak, stres hormonlarının devreye girmesini sağlar. Heyecanlandığımızda ya da korktuğumuzda eyleme geçme ihtiyacımız yükselir. Burada eylemden kasıt fiziksel bir hareket değil, yargı getirme ve karar alma eylemidir. Gerçeği abartırız ki eyleme geçebilelim.

YOĞUN DUYGUYLA GELEN EYLEM

Öyleyse eylem, yoğun duyguyla gelen bir müdahale, saldırgan bir davranıştır. Saldırganlık dönüştürücü bir güçtür ve girişkenlik, kararlılık gibi pozitif özelliklerin temelini oluşturur. Olmayanı yaratmak ya da olanı yıkmak için saldırgan olmak gerekir. İlerlemede gerileme de şiddetle olur. Şiddet hem yıkıcı hem de yapıcıdır. Şevk ve coşku, cesaretin, atılganlığın, risk alma becerisinin, yenilikçiliğin ve dönüştürücülüğün temel karakterleridir.

Sadece saldırgan bireylerin icat yapabildiğini, sadece saldırgan toplumların medeniyet kurabildiğini söylemek mümkündür. Galileo Galilei güneşin dünyanın etrafında değil, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ifade ettiğinde fikrini savunmak için dönemin Katolik Kilisesi’ne meydan okumak durumunda kalmış, Engizisyon mahkemesi tarafından yargılanmıştır. Amerikan kolonileri Thomas Jefferson’ın Bağımsızlık Bildirgesi yoluyla bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde Britanya’ya karşı silahlı mücadeleye girişmek zorunda kalırlar. Pablo Picasso, Georges Braque ile kübizm akımını başlattığında, geleneksel perspektif ve temsil anlayışına karşı radikal bir meydan okumaya girişmiştir. Kübizm, nesneleri ve figürleri geometrik şekiller ve parçalı formlar halinde göstererek tek bir bakış açısından ziyade birçok açıdan aynı anda görmeyi amaçlar. Bu yaklaşım, sanat tarihinde bir devrimdir. Picasso’nun 1907’de tamamladığı “Les Demoiselles d’Avignon” (Avignonlu Kızlar) tablosu, geleneksel sanat normlarına açık bir saldırıdır ve sanatın ifade biçimlerini kökten değiştirmeyi başarır.

SALDIRGANLIKLA SAĞLANAN DİSİPLİN

Toplumlarda uzun vadeli huzuru sağlamak için gösterilen işbirliği, uyum ve sürdürülebilirlik gayreti disipline ihtiyaç duyar ki disiplin özünde saldırgandır. Uluslararasında barış saldırganlığın meyvesidir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında Avrupa’da kurulan barış antlaşmaları ve Avrupa Birliği gibi yapılar, zorlu tartışmaların ve ikna süreçlerinin ürünüdür. İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi ve çevre kirliliği gibi küresel tehditlerle mücadele etmek için insanın kendi doğasıyla mücadele etmesi gerekir. Markete giderken plastik torba kullanmamak için yanında bez torba taşımak hayatımızı kolaylaştırmaz, zorlaştırır ama bunu konforumuza saldırmak pahasına yaparız. Sokakta tanıdık birini gördüğümüzde onu yüksek sesle çağırmak yerine susup el kol hareketleriyle dikkatini çekmeye çalışarak, her ne kadar işimizi zorlaştırsa da mahallenin sükunetini korumak için kendimize sert davranır, otosansür uygularız. Miskin miskin oturarak zaman öldürdüğümüzü fark ettiğimizde kendimize kızıp işe koyulmak için harekete geçerken yine bir tür şiddet kullanmış oluruz.

Doğal kaynakların doğru kullanımı, teknolojik gelişmeler, eğitimin kendisi, kültürel uyum, liderlik gibi uygar insana mahsus olan pek çok konu, şiddetle mümkün olmuştur. Eylem, eylemsizliğe ve düzene saldırı ile mümkündür.

Sadece şiddetli düşünen birey empati yapabilir. Yoğun ve derin düşünme, olayların, duyguların ve durumların çok boyutlu analizini mümkün kılar. Başkalarının duygularını anlamak ise onların yaşadıkları durumları ve hissettiklerini derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Şiddetli düşünen bireyler, başkalarının iç dünyalarına daha fazla nüfuz edebilir ve onların duygusal deneyimlerine empati ile yaklaşabilirler.

Yenilikçiliğin ve dönüşümün olmazsa olmaz gücü de şiddettir. Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” kavramı, eski yapıların, süreçlerin ve düşünce biçimlerinin yıkılıp yerine yenilerinin gelmesi için eskiye karşı bir “şiddet” uygulandığını ortaya koyar. Dönüşüm süreci bazen sert ve radikal adımlar içerir.

DÜŞMAN ŞİDDET DEĞİL EGO

Düşmanımız şiddet ya da saldırganlık değil, egodur. Olgunlaşmamış ya da sakatlanmış bir ego, benmerkezcilik, dürtüsellik, duygusal dengesizlik ve eleştiriye kapalılık gibi özelliklerle kendini ortaya koyar. Bu özellikler de ilişki sorunlarına, kişisel ve profesyonel gelişimde engellere yol açar.

Şiddet, olgunlaşmamış bir insan egosu ile buluştuğunda ters teper. Benmerkezci, dürtüsel ve kontrolsüz davranış eğiliminde olan, kişisel kazanca güdülenmiş, anlamdan arınmış başarma isteğiyle dolu, ün peşinde olan karar vericiler bugünün dizginlenemeyen teknolojik sıçramalarını ve insanın kendisini tehdit eden başka unsurları ortaya çıkarmıştır. Olgunlaşmamış bir ego şiddeti doğru bir şekilde yönetemez ve tıpkı otoimmün bir hastalık gibi, insanı ve insanlığı imha etmeye girişir.

SALDIRGANLIĞI BASTIRMAK YERİNE YAPICI KANALLARA YÖNLENDİRMEK

Toplumsal istikrarı korumakve uzun soluklu bir medeniyeti sağlamak, insanın saldırgan özelliğini bastırma gayretinden vazgeçmekle mümkün. Girişimciliği, yaratıcılığı bastırmaktan ziyade desteklemek, saldırganlığın doğru kanallara akmasını sağlamak daha sağlıklı bir tutum gibi görünüyor. Oysa günümüzün yoğun meditasyon kültürü bu amaca değil, bireyi “uyutmaya” yönelik bir tutum sergiliyor. Bireyi pasifleştirmeden, dogmatik eğitimlerle, ilaç ya da madde kullanımıyla uyuşturmamak, saldırgan özelliğini devrede tutarak egosunu güçlendiren yapıcı kanallara yönlendirmek mümkün olsa gerek.

Sonraki Haber