Uygur ellerinde Urumçi ve Turfan yollarında….

Ne at sırtında dağları aştık ne de aylarca yollarda kaldık ama Batılı gezginlerin 19. yy ortalarında yaptığı keşif gezilerinin küçük bir bölümünü biz de yaptık

Eski gezginleri okuyup yazarken onlara çok özenmiş, deve kervanlarıyla yapılacak bir yolculuğu hayal etmiştik. Öyle olmadı. Kendimizi İstanbul’dan Urumçi’ye giden uçakta buluverdik.[1] 6 saat süren yolculuğun ardından Urumçi’ye indik. Saatlerimizi 5 saat ileri aldık. Artık Çin’in kuzey doğusunda Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi’yi gezmeye hazırdık.

Sabah tai-chi sporu yapanlar

SABAHLARI TAİ-CHİ AKŞAMLARI VALS VE TANGO   

Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Urumçi, yüzyıllar boyu ticaret merkezi, gezginlerin, kaşiflerin uğrak yeri olmuş. Bugün Çin’in batıya açılan kapısı olan şehrin nüfusu 2,5 milyon.  Şehir merkezindeki otelimizin önündeki park, Urumçi halkına spor yapmaları, dans etmeleri, ağaçların altında oturup gelip geçeni seyretmeleri, soluklanmaları için hizmet veren parklardan biri. Belki en merkezi olanı. Daha önce diğer Çin şehirlerinde de görmüştük. Akşam saatlerinde herkes pilli radyosuyla parka geliyor, kendi başına veya çevresindekilerle dans ediyor. Doğrudan kimse kimseyle ilgilenmiyor ama hep birlikte eğleniliyor. Break dansçı gençlerden, tango ve vals yapanlara kadar her yaştan insanın zevkle dans ettiğini görmek hemen “haydi bizde katılalım” duygusunu uyandırıyor. Halkın kendi eğlencesini yarattığına şahit olmak ve bunun küçücük bir parçası olmak çok hoş. Sabahları yine büyük bir kalabalık, insanı sakinleştirirken kaslarını güçlendiren binlerce yıllık dövüş sanatı “tai-chi” yapıyor. Herkes gayet uyumlu bir biçimde o hareketleri yapıyor. İşine giden takım elbiseliler, topuklu ayakkabılarıyla koşturan genç kadınlar, yaşlı amca ve teyzeler, ayakları patikli köpeklerini gezdirenler, hepsi aynı alanda büyük bir ciddiyet ve sükûnetle tai-chi yapıyor, tabii biz de! Bizim gibi acemilerin hareketleri yakınımızda olanları hafiften gülümsetiyor.

Urumçi'de sokak satıcısında yumurta ve nohut yemeği

Urumçi’ye turistik geziler için en uygun nisan ayında gitmiştik. Şehri dolaşırken sıcaktan, soğuktan hiç rahatsız olmadık. Urumçi çok geniş bir alana yayılmış bir şehir. Şehrin altında kömür madenleri olduğu için yeraltı trenleri yapılamıyormuş, bu yüzden toplu taşımacılık yerüstünden yapılıyor. Şehrin merkezi çok canlı, farklı etnik grupların bir arada yaşadığı hemen belli oluyor. Sokak satıcısı çok olan bir şehir Urumçi. Sokakta satılan yemekler ilginç görünümlü ve çok renkli ama denemedik! Küçük oyuncaklar, biblolar gibi “diğer” ürünleri satanlar da neredeyse her yerde karşımıza çıktı.

Urumçi'de kapalıçarşının yanındaki cami

URUMÇİ’NİN KALBİ KAPALIÇARŞI!

İlk durağımız olan Kapalıçarşı (Da Bazaar) yeni bir yapı. Çarşının hemen yanında bir de cami var.  Çarşı 1982’de açılmış. Burası Sincan’daki en büyük toptan ve perakende çarşısı. Önce 6756 m2lik bir alanı kaplarken genişletilerek toplam 35 bin metrekareye ulaşılmış. Ticaret çok iyi olmalı. Yiyecekten giyeceğe her şey var. Satıcılar güler yüzlü, samimi ama rahatsız etmeyen tavırlarıyla, farklı ama güzel Türkçeleriyle alışverişi kaçınılmaz kılıyor. Bir de pazarlık eğlencesi eklenince bütün çarşıyla dost olmak çok kolaylaşıyor! Sağdan soldan gelip alışverişe katkıda bulunanlar, kendi malını göstermek için çağıranlar derken çarşı, keyifli bir deneyim oluyor. Uygurlar, 15.yy a kadar eski Uygur alfabesi kullanırken, İslamiyet’in kabul edilmesiyle Arap harflerini kullanmaya başlamışlar. Bu nedenle sözlü olarak insanlarla kolayca anlaşılırken yazılanları okumak imkânsız!

Dışarıda Kapalıçarşı yakınlarında Türkiye’den oralarda ticaret yapmaya giden irili ufaklı firmalar gözümüze çarpıyor. Etrafta bolca pasaj ve oralarda da irili ufaklı mağazalar var. Bolca türban, “İslami giysi” ve hac malzemeleri, kitaplar gibi dini içerikli ürünler satan dükkanlar dikkat çekiyor. Hotanlı olduğunu öğrendiğimiz kapkara burkalar (tepeden tırnağa simsiyah, göz olması gereken yerleri peçeli çarşaflar) giymiş kadınların kocalarının ardında yürüdüğünü görmek bizi şaşırtıyor. Çin’in din tüccarlarına karşı takındığı hassas tutumu anlamakta zorlanmıyoruz.

Çarşıdaki “Mirage” isimli bir Uygur lokantası geleneksel lezzetler sunan sazlı sözlü, havuzlu kocaman bir lokanta. Bizim ağız tadımıza oldukça uygun buharda pişmiş iri mantıları, yağlı koyun etli “lagman”ı, tandır ekmekleri, şiş kebapları, helvaları lezzetli ama özellikle et yemekleri biraz fazla yağlı. Personeli son derece saygılı, güler yüzlü ve hızlı olan lokantada müzisyenler de geleneksel ve pop tarzı müzikler çalıyor.

Karız Müzesi müzisyenleri

KIZIL TEPE’YE ÇIK URUMÇİ’Yİ SEYRET

Kızıl Tepe tüm Urumçi’nin 360 derece seyredilebildiği bir tepenin adı. Şehrin sembolü olan tepe kızıl-kahverengi bir kayanın üzeri. Kızıl Tepe’den yaklaşık 1 km uzakta Yamalike Tepesi var. Efsaneye göre dönemin imparatoriçesi uçarak Cennet gölünden gelen bir kızıl ejderi yakalamış ve kılıcıyla ikiye bölmüş. Ejderhanın sol yanından Yamalike Tepesi, sağ tarafından ise Kızıl Tepe meydana gelmiş. İmparatoriçenin kılıcı da Urumçi nehrine dönüşmüş. Topografik haritalara göre bir zamanlar birleşik olan bu tepeler katmanların çökmesi sonucu iki tepeye dönüşmüş. Kim bilir belki imparatoriçe gerçekten uçan ejderhayı ikiye bölüvermiştir.

Kızıl Tepe’ye yemyeşil bir parktan, keyifli yürüme yollarından geçilerek çıkılıyor. İsteyenler ve yürüyemeyecek olanlar için küçük taşıyıcı araçlar var. Bir Çin tapınağı, bir pagoda ve gölleri de olan park alanı tam bir dinlenme yeri. Soluklanmak için yer ararken radyosundan yükselen müzikle dans eden geleneksel giysili genç bir kadın gördük. Tek başına müthiş bir manzaraya karşı, son derece zarif hareketlerle geleneksel Uygur dansı yapan kadını bir süre izledik. Etrafında biriken erkek kalabalığı filan yoktu!

Çin tapınağında bir etkinlik yoktu ama bina ve süslemeleri müthişti. İnsanlar eskiden ne kadar sabırlıymış, ince ince boyanmış tapınakta her şey ahşap.

Urumçi’deki Mumya Müzesi çok ünlü, adeta bir turist mıknatısı. Tarım nehrinin havzasından çıkarılan mumyalar insanlığın göç yollarına ışık tutuyor ama biz oralara kadar gidip müzeyi ve mumyaları göremeden döndük! Halen üzülürüm.

Kızıl Tepe'deki ahşap tapınak

TURFAN YOLLARINDA

Urumçi -Turfan arası yaklaşık 180 km, 3 saat sürüyor. Yol boyunca Tanrı dağlarının karlı tepelerini, coşkun akan nehirleri, kumulları, tuz göllerini seyrediyoruz. Hızlı tren için yapılan yüzlerce viyadük görüyoruz. Bu arada göz alabildiğince uzanan rüzgar enerjisi tribünlerini ve tarlalara yayılmış güneş panellerini de unutmadan yazalım. Böylesine yoğun bir alternatif enerji yatırımını hiç görmemiştik.

Turfan Urumçi arasındaki rüzgar tribünleri tarlası

ÇÖLDE BİR VAHA

Turfan şehri yüzde 70’i Uygur olan 250 bin nüfuslu bir şehir. Kışları çok soğuk, yazları ise çok sıcak oluyormuş. Şehir Tarım nehrinin havzasında, Turfan çukuru denilen yerkabuğunun çöktüğü yerde kurulmuş, denizin sadece 30 metre üzerinde. Çukurun diğer bölgeleri ise denizin 154 metre altında. Etrafı çöllerle sarılı şehir, Karız kanalları sayesinde yemyeşil! Asma bahçeleriyle ünlü. Hemen üzüm kurutma evlerini görüyoruz. Tuğlalar arasında boşluklar bırakılarak yapılan yüksek ve havadar evlerde üzümler gölgede ama hava alarak kuruyormuş. Her renk, her cins üzümün yetiştiği Turfan yeşil, ince uzun ve tatlı kuru üzümleriyle ünlü.

Turfan'da üzüm kurutma evleri

ÖDÜLLENDİRİLEN HIRSIZLIKLAR! 

Eski İpek Yolu üzerindeki Tarım havzasının çevresinde pek çok önemli tarihi kalıntılar var. Belli ki bölge her zaman önemli bir ticaret merkeziymiş. Bir İngiliz subay olan Francis Younghusband (1863-1942) 1887’de bölgeye gelmiş, araştırmalarını yapmış, ortalığı kazmış, kazılarda gün yüzüne çıkardığı her şeyin resmini yapmış, fotoğraflarını çekmiş sonra da hepsini deve kervanına yükleyip götürüvermiş. Hizmetlerinden dolayı da ülkesinde madalyayla ödüllendirilmiş.

Turfan’a gelen Alman oryantalist Albert von Le Coq ( 1860-1930) da arkeolojik kazılar yapmış, bilime katkıda bulunmuş ama o da bulduğu her şeyi Berlin’e taşıyıvermiş! Eserlerin saklandığı müzeye müdür yapılmış. Hani Sincan Uygur’un tarihi ve kültürel mirası İsveç’te demiştik ya, bilim insanları dahil tüm Batı kapışmış buradaki zenginlikleri, kimisi el yazmalarını, kimisi arkeolojik buluntuları! Az gelişmişliğin kaderi mi yoksa çok gelişmişlerin açgözlülüğü mü siz karar verin! 

Urumçi'de sokakta ana çocuk sağlığı hizmeti

KARIZ KANALLARI ÇÖLE CAN VERİYOR    

Turfan’da yerin altındaki su kanalları sıcağın ve rüzgarların kuruttuğu bir coğrafyada, insanoğlunun doğaya karşı verdiği yaşam mücadelesinin kanıtı. Karlarla kaplı Tanrı dağlarından gelen sular kupkuru, sıcak ve çorak alanların altından kanallarla taşınmış. Verimli ve yemyeşil bir vadiye hayat vermiş. Yerel hava şartlarına uygun inşa edilen kanallardaki yer çekimi ve eğim öylesine hesaplanmış ki suyun doğrudan güneşle temas etmesi ve kuruması engellenmiş. Karız sistemi kuyular, kuyuları birbirine bağlayan ve bazıları 8 km uzunluğunda yer altı tünelleri ve yer üstündeki su havuzlarından oluşuyor. Toplam 1400 kuyu ve 5000 km su kanalı var.

Turfan'da Karız su kuyusu

KARIZ KANALLARINA EVET, AKARSULARIN HAPSEDİLMESİNE HAYIR!

Turfan’daki “Karız Cenneti Müzesi”nde kanalların basit tekniklerle yapıldığını öğreniyoruz. Karız sistemi dağlardan inen suyun da temiz kalmasını sağlıyormuş. 1993 yılında yapılan yerel Turfan Halk Kongresi toplantısında Karız kanallarının yaşatılması ve geleceğinin garanti altına alınması için de karar alındığını öğreniyoruz. Bu konuda çalışmaları ve eserleriyle ünlü Profesör Gafur Nureddin Tolmbök aynı zamanda gezdiğimiz müzenin de kurucusu. Karız kanallarının tarihçesini büyük bir istekle anlatıyor. Tanrı dağlarından havzaya yayılan bazı kuyuların uzaydan çekilmiş görüntüleri ahtapot kollarındaki vantuzları andırıyor. Müzedeki örnek kanala indiğimizde bir anda içmemiz için elimize tutuşturulan bardaktaki kanal suyunu reddedemedik içtik, tadı fena sayılmazdı doğrusu!

Karız kanalları dağlardan akan sular çöllerde kuruyup ziyan olmasın diye yer altına alınarak şehirlere ve tarıma hayat veriyor. Yine de birçok tünel kurumuş.

Karız kanallarının uzaydan görünüşü

KONİ GİBİ MİNARE GÖRDÜNÜZ MÜ?

Turfan’ın 2 km güneydoğusundaki Emin Camisi’nin yapımına 1777 yılında Emin Hoca zamanında başlanmış. 1778’de hocanın oğlu Süleyman tarafından bitirilmiş. Bu ilginç minareli camiyi Qing hanedanı döneminin ünlü mimarı İbrahim yapmış. Yıllara meydan okuyan caminin kerpiç minaresi koni şeklinde ve üzeri desenli.

Emin Cami Minaresi ve Emirin heykeli

Aslında bir minareden çok Budistlerin ters çevrilmiş huniye benzeyen pagodaları gibi inşa edilmiş. Zaten Prens Su’nun Pagodası (Su Gong Pagoda) da deniliyor. Çin’de bu biçimde yapılmış başka bir minare veya pagoda bulunmadığı da söyleniyor. Hiç ağaç kullanılmadan kurutulmuş kerpiç tuğlalarla yapılmış. 10 metre çapında ve 44 metre yüksekliğinde minarenin 14 penceresi var ve Uygur motiflerinden oluşan çiçek ve geometrik desenlerle süslü. Minarenin oturduğu tabanın toprak, yumurta, bal ve pirinç karışımından yapıldığı anlatılıyor. Helezon şeklinde 72 basamakla çıkılan minare artık ziyaretçilere kapalı. Ama cami halen dini bayramlarda kullanılıyor. Cuma ve cumartesi günlerinde de kullanıldığını duyduk. Minareye inat, cami son derece sade yapılmış, tavanı taşıyan tahta direkler var, alçak kubbesi de farklı. Camiye girişi sağlayan dehlizdeki kapıların derinliği sonsuzluk hissi uyandırıyor.

Koço harabeleri

KOÇO (GOACHONG) HARABELERİ 

Turfan’a yaklaşık 40 km uzaklıktaki Koço harabeleri uçsuz bucaksız Taklamakan çölünün hemen başlangıcında yer alıyor. Tanrı Dağlarının “Yanan Dağlar” denilen kızıla çalan kumtaşlı tepelerinin eteklerinde yer alan harabeler 2000 yıllık geçmişe sahip. Önemli bir ticaret şehri olan Koço 9.yy-14.yy arasında Uygurların Karahoca hanedanının egemenliğine girmiş. Daha sonra terk edilmiş. Aslında Uygurlar çok önceden de bu bölgede başka egemenlikler altında yaşamışlar. Koço harabelerinin iyi korunmuş olduğu söyleniyor. Koço dış şehir, iç şehir ve saray olmak üzere 3 bölüm olarak tasarlanmış. Şehrin güneybatısında büyük bir Budist tapınağı var. Zaten Uygurlar Müslüman olana kadar Şamanizm, Mani, Nesturi, Budizm olmak üzere değişik dinlerin etkisinde kalmışlar. Buradaki tapınağın ayrı bir girişi ve bahçesi, ibadet alanı, din adamlarının evleri ve kütüphanesi olduğu görülüyor. Buda’nın farklı özelliklerini temsil etmek üzere ayrılmış küçük pencerelerdeki Buda’lar ise artık yok, acaba bir Avrupa müzesinde mi? Bazı rölyefler ise halen görülebiliyor. Kerpiç kalıntıların zarar görmemesi için tahta yürüyüş yolları yapılmış, turistler belki öncülleri gibi talancı değiller artık ama kesinlikle umursamazlar!

Koço harabelerinde heykelleri kayıp Buda pencereleri

Sincan Uygur Özerk Bölgesi

“Büyük Savaş” diye bilinen Rusya-İngiltere arasındaki paylaşım savaşında Japonya ve Çin’de sahne alınca Türkistan toprakları parçalanmış. Doğu Türkistan denilen toprakların bugünkü resmi adı Sincan Uygur Özerk Bölgesi. Sincan yeni topraklar demek ama o topraklar çok eski! 1 Ekim 1955 yılında kurulan özerk bölge Çin topraklarının 1/6 sı ve 1,6 milyon km2 büyüklüğünde. Neredeyse Batı Avrupa’nın tümü kadar! Sincan’ı ortadan bölen Tanrı Dağları (Tianshan),Çungarya (Dzungaria) ve Tarım havzasını oluşturmuş. Yer kabuğunun çöktüğü bölge deniz seviyesinin altında ama Karakurum dağlarında 8611 metreye ulaşılıyor. Çin’in en uzun nehri olan Tarım nehri çöllerin arasındaki vahalara hayat veriyor. Sincan’ın başkenti Urumçi, önemli şehirlerinden biri de Kaşgar. 55 farklı etnik grubun yaşadığı Sincan’da nüfusun çoğunluğu Uygurlardan oluşuyor. Önemli yer altı zenginliklerine sahip Sincan’da altın, kömür, krom ve bakır dışında Çin’in toplam petrol rezervinin %30’u, doğal gazının ise % 34’ü bulunuyor.  

Koço harabelerinin emektarları

DİPNOT
[1] Urumçi’ye tarifeli sefer yapan China Southern havayollarına ait bir uçakla uçmuştuk.

Sonraki Haber