Uzmanlar İstanbul Kent Üniversitesi'nde bir araya geldi: Küresel riskler ve Türkiye'ye etkileri

İstanbul Kent Üniversitesi, 'Küresel Riskler ve Türkiye Üzerindeki Etkileri' başlıklı 1'inci Uluslararası Küresel ve Bölgesel Risk Değerlendirme Çalıştayı'nı 21 Şubat Çarşamba Günü Kağıthane Kampüsü'nde yer alan İstanbul Konferans Salonu'nda düzenlendi.

17. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu

İstanbul Kent Üniversitesi, dikkat çeken bir etkinliğe imza attı. “Küresel Riskler ve Türkiye Üzerindeki Etkileri”nin masaya yatırıldığı çalıştay, üç oturum şeklinde düzenlendi. Çok sayıda uzmanın sunum yaptığı çalıştayda, yerli ve yabancı akademisyenler de bildiri sundu. Çalıştayın açış konuşmalarını İstanbul Kent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necmettin Atsü ve İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak yaptı. Konuşmacılar arasında 17. Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu, Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşleri Genel Müdürü Büyükelçi Basat Öztürk, Aydınlık yazarı Prof. Dr. Melih Baş, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Dr. Öğretim Üyesi Amiral Mesut Özel gibi isimler yer aldı.

Özgür Gürbüz - Prof. Dr. Melih Baş

'KUVVET YAPISI DİNAMİK OLMALI'

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu, günümüzün küresel ortamının belirsizliklerle dolu olduğunu belirterek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta ve kuvvet yapısının da değişen risk ve tehditlere göre dinamik biçimde revizyonunun gerektiğini belirtti. Ordunun yapısının “güçlü, dayanıklı, esnek, sürdürülebilir ve çevik” olması gerektiğini bildiren Dervişoğlu, güvenlikle ilgili tüm kurumların sıkı bir eşgüdüm içinde olmalarını istedi. Dervişoğlu, yeni teknolojilere uyum sağlanmasının önemini vurguladı; nükleer silahların varlığının ittifaklar içerisinde kalmaya mecbur bıraktığını söyledi. Daha sonra önerilerini sıralayan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı, kritik de bir çağrı yaptı: “Silahlı Kuvvetlerimizin güvenlik unsurlarından biri olarak yapısal ihtiyaçlarını sıralarken, en önemli konu olarak insan gücü ihtiyacına da değinmek isterim. Askerlik, diğer tüm konulardan farklı olarak, canını kaybetme tehlikesi altında dahi sarsılmayan bir disiplin içinde ve hiyerarşik yapıda komuta ve itaat kurallarına bağlı olarak vazife ve görevlerini ifa edecek bireylerin çok erken çağlardan itibaren eğitim ve öğretimini gerektirmektedir. Askeri okullar üst düzey yönetici ve lider vasıflarını haiz komutan adayları yetiştiren akademik nitelikli okullardır. Askeri liseler ise bu okullara erken yaşlardan itibaren askerliğe özel eğitim ve öğretim verilen, zihinsel ve bedensel oalrak askeri formasyon kazandırılmış bireyler yetiştiren temel kaynaklardır. Bu açıdan askeri liselerin tekrar, gecikmeden açılmasını gerekli görmekteyim.”

LİYAKAT VE UZMANLIK

Geleceğin savaşlarının gittikçe karmaşıklaştığını, tempo ve şiddetlerinin de arttığını belirten Oramiral Dervişoğlu'nun diğer önerileri şöyle oldu:

  • Müşterek veya birleşik olarak icra edilecek faaliyetlerde, konusunda uzman bir komutanın emrine girecek şekilde teşkil edilecek bir kuvvetin sevk ve idaresinde esnek bir komuta yapısı benimsenmelidir.
  • Karmaşık ve özel şartları haiz ortamda görev yapacak insan gücünün uzmanlık alanında lise, harp okulu, kuvvet akademileri ve lisansüstü eğitimlerle teçhiz edilerek bilim insanı subay yetiştirilmesi hedeflenmelidir.
  • Günümüzün koşullarına uygun olacak şekilde asker, diplomat, bürokrat, teknokrat ve istihbarat personelinin yetiştirilmesine imkân tanıyan Yüksek Devlet Akademisi benzeri kuruluşlara gerek vardır.
  • Askerliğin kendine özgü ve benzersiz çalışma ortamı olan savaş hali ve barış zamanındaki hazırlık faaliyetinin hukuki çerçevesinin oluşturulması ve askeri hukuk yapısının kendi bünyesi içinde kurularak uygulanması ve uluslararası mahkemelerde milli menfaatleri savunabilecek hukuk adamlarına sahip olunması hayati önemi haizdir.
  • Askeri tıp kurumları ve askeri hastanelerin diğer ileri ülkelerdeki örnekleri gibi yeniden kurulması zaruridir.

BATI'NIN GÜNDEMİ KAYBET-KAYBET

Çalıştayın bir diğer “Anahtar Konuşmacısı” ise Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşleri Genel Müdürü Büyükelçi Basat Öztürk oldu. Münih Güvenlik Konferansı'ndan yeni geldiğini belirten Öztürk, konferansın ana temasının “lose-lose” yani “kaybet-kaybet” olduğunu anlattı. Bunun, Batı Bloku'ndan bakıldığında işlerin eskisi kadar iyi gitmediği anlamına geldiğini söyleyen Öztürk, şöyle devam etti:

“Rusya'nın yanında yükselen Çin'in, gelişen yeni teknolojilerin, yenilenebilir enerjinin, askeri ve sivil çığır açan kabiliyetlerin nerelere gittiğini gördüğümüzde, Batı Bloku'nun eskisi kadar hakim olamayacağı, kendileri tarafından da tespit ediliyor. Biz de NATO'nun 72 yıllık bir üyesi olmakla birlikte, doğusuyla batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle dünyanın her yeri ile temasta olan bir ülkeyiz.”

ÜRETKEN YAPAY ZEKA VE KUANTUM BİLGİSAYAR

Bloomberg Genel Yayın Yönetmeni Açıl Sezen de sunumunda Çin'in teknolojik gelişimine ve Batı tarafından bu ürünlere getirilen ek vergilere dikkat çekti. Çip teknolojisinde dünyada 4 nanometre altında kalınlığa sahip çip üretebilen tek fabrikanın Tayvan'da olduğunu belirten Sezen, “Tayvan'ın ABD için tek önemi o fabrikadır. Çünkü 20 sene boyunca orada üretilen çip teknolojisini Batı'nın elde etme imkanı yok. O kadar ileri gitmiş durumdalar.” ifadelerini kullandı. Yapay zekanın da geleceği belirlemede çok önemli bir rolü olacağını vurgulayan Sezen, şöyle devam etti: “Dünyada 800'ün üzerinde çok büyük yapay zeka projesi var. Bu yıl Davos'un da ana teması üretken yapay zeka oldu. Yapay zeka veri ile çalışıyor. Veriyi alıyor, analiz ediyor ve kendi çıktısını üretebilir. Bunun da önünde tek kısıt var; bilgisayar kapasitesinin kısıtlı olması. Ancak kuantum bilgisayarlar aracılığıyla verileri sınırsız işleme kapasitesine ulaşabiliyoruz. İşte üretken yapay zekanın kuantum bilgisayarlarla birleşmesi, çok büyük değişiklikleri de beraberinde getirecek. Ekonomik olarak reel büyümeyi getirmiş son icat PC idi. Şimdi ise yılda 2-4 puan arasında katkı sağlayabilecek tek teknolojinin bu olduğu değerlendiriliyor. “Örneğin Harvard Tıp'tan mezun olan bir hekimin belirli bir teşhis yüzdesine ulaşabilmesi kabaca 30 yıl sürüyor. Harvard'lı hekimin doğru teşhis oranı yüzde 88-90 arasında. Yapay zekanın ise yüzde 93-94 arasında değşiyor. Düşünün; İstanbul'da, Ankara'da çok iyi hastanelerimiz var ama Mardin'de, Bitlis'te var mı? Bu yolla 4 bin metre yükseklikteki dağ köylerine dahi aynı teşhis kapsitesini ve aynı tedavi yönetmini sağlayacaksınız.”

DEMOGRAFİ VE İKLİM

Doç. Dr. Yaprak Civelek, demografi ile ilgili risk yönetimini anlattığı konuşmasında, “Nüfusun yaşlanması, bağımlılık oranlarının artışı, doğum sayısının azalarak ölüm sayısının artması, nüfus artış hızının azalmasının getirdiği toplam nüfusun ve özellikle de işgücü nüfusunun azalması, uluslararası kitlesel göçlerin yönetilmesiyle ilgili sorunlar ülkemizin karşı karşıya olduğu demografik krizin, devleti ve bilim insanlarını bir an önce alakadar olmaya davet ettiğini göstermektedir.” dedi.

Özgür Gürbüz ise iklim ve çevre risklerinin küresele ve yerel etkilerini ele aldı. Gürbüz, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’de iklim değişikliği kaynaklı sorunlar dünyadaki gibi daha gözle görülür hale geliyor. Aşırı hava olaylarının sayısı son altı yıldır sürekli artıyor ve bu da can ve mal kaybı riskini artırıyor. Deniz seviyesindeki yükselmede Türkiye’nin birçok noktasında yerleşim yerlerinin daha sık su baskınlarıyla karşılaşacağını gösteriyor. İklim değişikliğinin doğrudan etkilerinin yanı sıra dolaylı etkileri de var. İklim değişikliğini durdurmak için almak zorunda olduğumuz önlemler, başta enerji olmak üzere birçok sektörde radikal bir değişimi zorunlu kılıyor. Bu da istihdamdan altyapıya kadar uzanan geniş bir alanda sorunlar yaratabilir.”

BEYİN GÖÇÜ KADAR ZİHİN GÖÇÜ DE ÖNEMLİ

1. Oturum'un moderatörlüğünü de üstlenen Prof. Dr. Melih Baş ise sunumların ardından önemli bir toparlama yaptı. Dünya Ekonomik Forumu'nda 'İktisadi Riskler'in, “varlık balonu patlamaları, stratejik kaynaklarda yoğunlaşma, borç, tedarik zincirindeki bozulmalar, kritik altyapılardaki bozulmalar, ekonomik gerileme, kayıt dışı ekonomik etkinliklerin çoğalması ve enflasyon” şeklinde sıralandığını bildiren Baş, “Borç konusu önemli. Borç ithalatı eroin bağımlılığına benziyor. Buldukça sorun yok deniliyor. Ancak eroini kim satıyor? Bu küreselleşme konusu güzel değil mi? Peki küreselleştirenler kim, küreselleştirilenler kim? Yani kim öpüyor kim öpülüyor, ona da bakmak lazım.” ifadelerini kullandı.

Dünyada ekonomik büyüme saplantısına karşı alternatif bir yaklaşımın da oluştuğunu bildiren Baş, “Minimalist, yetinmeci, tüketmemek odaklı bir yaklaşım tarzını tartışmak gerekir. Kapitalizmde mutluluğun yolu 'sahip olmak'tan geçiyordu, halbulki 'olmak'tan geçmesi lazım.” ifadelerini kullandı. Eskiden çalışma ekonomisi kitaplarında “çalışma özgürlüğü” adında bir kavram olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Melih Baş, bu kavramın şimdilerde “çalıştırılabilme özgürüğü”ne dönüştüğünü söyledi. “Yani çalıştırılabilir olmalısın, çalıştırılabilir olmazsan bir çöpsün”? diyen Baş, “Peki benim çalıştırılabilir olarak kalmam için bunun finansmanını kim sağlayacak, devlet mi, işveren mi, yoksa kendim mi? Diyorlar ki; sen bunu kendi imkan ve kabiliyetlerinle yap. Yoksa işsiz kalırsın!” diye konuştu. Konuşmasında “beyin göçü” konusuna da değinen Baş, “Beyin göçünün yanında zihin göçünü de düşünmemiz gerekiyor. Yani adam Türkiye'de ama zihni göçmüş. Yerli, ulusal, halkın çıkarlarını düşünecek insanlar üretiyor muyuz acaba?” sorusunu yöneltti.

Sonraki Haber