Vakıf üniversiteleri ve sorunları

36 yıllık süreçte bir iki istisna dışında hemen hiçbir vakıf üniversitesi uluslararası tanınırlık, bilimsel özerklik, ülke sorunlarının çözümünde proje üretme, alanında uzman insan yetiştirme vs. konularında beklenen düzeyde bir üniversite profiline ulaşamamıştır.

Üniversiteler, Anayasa’nın 130. maddesine göre çağdaş eğitim-öğretim ile toplumun gereksinimlerine uygun insan gücü yetiştirmek, bilimsel araştırma ve danışmanlık yapmak ve insanlığa hizmet etmek üzere kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olacak şekilde devlet tarafından ve yasayla kurulur. Kazanç amacı gütmemek üzere, devletin denetim ve gözetiminde, yasalarda gösterilen usul ve esaslara göre vakıflar da devlet denetiminde üniversite kurulabilir.

İLK ÜNİVERSİTELER

Kaynaklar bize ilk üniversitelerin Bologna ve Sorbonne (eski adıyla Paris) üniversiteleri olduğunu söyler. Hindistan’da Nalanda (MS. 600), Fas’ta El-Karaouine (MS.859) ve Mısır’da El Ezher (MS.972) okulları çok daha eski olmalarına karşın Bologna (MS.1088) ve Sorbonne (MS. 1096) ilk üniversiteler olarak anılır.

Bologna Üniversitesinde dönemin rektörü, imparatorluğun yasalarından bağımsız, dünyanın her yerinden gelecek araştırıcılar için serbest giriş/çıkışı sağlayan, yaşama, öğrenme, tartışma güvencesi veren bir ayrıcalığı imparatora kabul ettirebilmiştir. Amaç, her dinden, renkten, dilden insanın düşüncelerine açık özgür bir tartışma ortamı sağlanmasıdır. Yani Bologna, siyasi otoriteden bağımsız ilk üniversitedir.

Sorbonne Üniversitesinde ise başlarda Teoloji (Kilise hukuku), Tıp ve Kültür/Sanat Fakülteleri varken, en az değer verilen Sanat Fakültesi öğrencileri ve akademisyenleri Tıp Fakültesi ile birleşerek, kiliseye karşı direnmiştir. Yani, Sorbonne dünyada ilk doğmalardan arınmış üniversitedir.

TANIMLARLA ÜNİVERSİTE

Günümüzde üniversite evrensel, yani din, dil, ırk, cinsiyet, yöre, kültür farkı gözetmeyen bir kurum olarak meslek öğreten, bu nedenle yetki ve diploma veren (yetki ≠ diploma), her türlü düşüncenin serbestçe dillendirilebildiği, akademik anlamda özgür ve bağımsız, mali ve yönetsel anlamda özerk, aynı zamanda araştırma ve geliştirme yapılan, topluma teknik, sosyal, ekonomik, hukuksal, politik ve benzeri alanlarda danışmanlık veren, önderlik eden kuruluştur. Öyleyse üniversite olmanın olmazsa olmaz koşulları: (1) Meslek edindirme ve yetkilendirme (örneğin, mühendis, doktor, avukat, öğretmen yetiştirme ve diploma verme), (2) Araştırma/ geliştirme (yani bilim ve teknoloji üretme) ve (3) Toplumu biçimlendirme, zaman zaman yön verme (siyasette, ekonomide, politikada bilirkişilikler, danışmanlıklar, vb.).

Üniversite demek gelenek/ değişim/tültür/bilgi/buluş/kadro/kaynak demektir; kısaca gelecek demektir. Ulusun ve ülkenin gereksinimlerine uygun insan gücü yetiştirmek, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere kurulurlar. Anayasa ve yasalar, üniversiteleri kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip “ayrıcalıklı” kurumlar olarak tanımlamıştır. Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Büyük Millet Meclisi dahil başka hiçbir kurum hiçbir yasada ayrıcalıklı olarak tanımlanmamıştır. Bu hem çok önemli bir prestij hem de büyük bir sorumluluktur.

Kamu hizmeti, devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından toplumun ortak gereksinimlerini karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulan sürekli ve düzenli hizmetler olarak tanımlanır. Kamu tüzel kişisi olan üniversitelerin asli unsurları öğretim üyeleridir. Öğretim üyeliği ya da genel olarak akademisyenlik, ilköğretim okullarında olduğu gibi ders vermek ve sınav yapmakla sınırlı, olmayıp, mesai saati kavramını aşan, kesintisiz bir görevdir. Meslek edindirmek yanında, usta-çırak ilişkisinde olduğu gibi yüksek lisans, doktora çalışmalarıyla genç bilim insanı yetiştirmek; kamu ve özel sektör projeleriyle ülke kalkınmasında etkin rol oynamak, danışmanlık, bilirkişilik yapmak, sistem tasarlamak, yeni teknolojilerle ülke geleceğine katkıda bulunmak gibi çok önemli, hatta stratejik olabilecek görevleri ve sorumlulukları vardır.

VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN BEKLENTİLERİ

Devlet, vakıf üniversitesi kurmak için birincil hedefi “çıtanın devlet üniversitelerinin üzerinde olması” olarak belirlemiş ve maaşları serbest bırakarak dünya çapında güçlü akademisyen çekebilmenin hukuksal alt yapısını oluşturmuştur. Mali işleyişi mütevelli heyetinin yetki ve sorumluluğuna, akademik işleyiş ve eğitim-öğretimi ise akademik birimlere ve kurullara bırakmıştır. Vakıf üniversitesi akademisyenleri sadece aylık ve ona bağlı kıdem/ihbar tazminatı ve emeklilik bakımlarından 4857 sayılı İş Yasasına bağlıdırlar.

Devlet üniversitesi akademisyenleri gibi Emekli Sandığından emekli olamazlar. Mütevelli heyeti isterse ve bulabilirse asgari ücret ile araştırma görevlisi, doçent hatta profesör çalıştırabilir. Bunun önünde hiçbir yasal engel yoktur. Yine isterse, işe aldığı bir akademisyene devlet üniversitelerinden birkaç kat fazla maaş verebilir. Bunun önünde de yasal hiçbir engel yoktur.

Her vakıf üniversitesine kuruluşunda yasayla bir garantör devlet üniversitesi atanır. Yasada ve yönetmeliklerde belirtilen mali, yönetsel ve akademik yükümlülüklerini yerine getirmeyen vakıf üniversitelerine devlet el koyar ve akademik işleyiş ve öğretim bu garantör üniversitenin yönetimiyle kesintisiz devam eder. Ne öğrenciler ne akademisyenler ne de üniversite çalışanları hiçbir sıkıntı yaşamazlar. Özetle, 1970’lerde özel üniversite/akademi fiyaskosunu yaşayan Türkiye vakıf yükseköğretim kurumları yasa ve yönetmeliklerini sağlam temellere oturtmuştur. İlk kurulan vakıf üniversitesi Bilkent’tir (1984). Bunu 1993’te ve 1994’te kurulan Koç ve Sabancı üniversiteleri izlemiştir. Bugün vakıf üniversitesi sayısı 75’tir; 129 devlet üniversitesi ile birlikte Türkiye’de üniversite sayısı 200’ü geçmiştir.

GENEL DURUM

Geçen 36 yıllık süreçte bir iki istisna dışında hemen hiçbir vakıf üniversitesi uluslararası tanınırlık, bilimsel özerklik, bilime katkı sunma, ülke sorunlarının çözümünde proje üretme, alanında uzman bilim insanı yetiştirme vs. konularında beklenen, istenen düzeyde bir üniversite profiline ulaşamamıştır. Vakıf üniversitelerinde yasaları hiçe sayan keyfi uygulamalar, usulsüzlükler hatta yolsuzluklar hem YÖK hem de TBMM raporlarına girmiştir. Cumhurbaşkanı “bunlar kazanç odaklı çalışıyor” diyerek genel bir uyarı yapma gereği duymuştur. YÖK’ün son Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2019 raporunda “akademik kalite ve bilimsel araştırma yetersizliklerine, araştırmaya hiç bütçe ayırmazken reklamlara kütüphanelerinden 6 kat fazla bütçe ayırmış olmalarına” vurgu yapılmıştır. Sadece son iki yılda YÖK, vakıf üniversitelerine yaklaşık 500 uyarma ve düzeltme yaptırımı uygulamıştır.

Bu uyarıların ve yaptırımların yeterli olmadığını gören YÖK, yeni kurallar koymak ve yönetmelik değişiklikleri yapmak zorunda kalmıştır. Yine bu süreçte, Yüksek Yargı (Danıştay, Yargıtay, Uyuşmazlık Mahkemesi) vakıf üniversitelerine asli görevlerini anımsatan tarihsel kararlara imza atmıştır (Danıştay: Esas:2008/8235, Karar:2011/2451; Uyuşmazlık Mahkemesi: Esas:2012/189, Karar: 2012/234 ve Esas: 2012/223 Karar: 2012/282).Yasamanın son adımı ise Resmi Gazete’nin 17 Nisan 2020 tarih ve 31102 sayılı nüshasında basılarak yürürlüğe giren ve “araştırma görevlileri dahil vakıf üniversiteleri öğretim üyelerinin maaşlarının devlet üniversitesinde eşdeğerlerinden düşük olamayacağı” yasasıdır.

ASIL SORUN

Görülmektedir ki, yasama, yürütme ve yargı vakıf üniversitelerinin gelişimi, saygınlığı ve vakıf üniversitesinde görev yapan akademisyenlerin özlük haklarının korunması için elinden geleni yapmaktadır. Sorun, vakıf üniversitelerini ticari bir işletme, akademik kadroyu da herhangi bir ticari işletmede çalışan sıradan bir işçi gibi görme anlayışıdır.

Bir inşaatçının, tekstilcinin, turizmcinin, bir holding sahibinin, ülkemizin çarpık ve vahşi kapitalist sistemi içinde yılların işveren alışkanlıklarından sıyrılıp “vakıf” ve “üniversite” kavramlarını kolayca anlaması, kendisine verilen mütevelli heyeti başkanı gibi prestijli ama bir o kadar da tarihsel sorumluluk yükleyen bir unvanı hemen özümseyebilmesi beklenmeyebilir. Ancak bir rektörün, dekanın ya da akademik birimlerin üniversite kavramlarından bu denli uzak olup patron savunuculuğuna soyunmaları ne yazık ki son derece düşündürücüdür.

Sonraki Haber