Vatan Bestecisi Muammer Sun
Muammer Sun 'istiklal'i öyle derinden hisseden bir anti-emperyalist ve halkçı sanatçıydı ki, Kurtuluş filminin müziklerini besteleme sürecinin sorulduğu TV röportajında, bu vatanın nasıl kazanıldığını anlatıp gözyaşlarını tutamamıştı.
Muammer Sun gibi “aydın” ve “halkın sanatçısı” sıfatlarını hak eden müzisyenler nadir çıkar. Hem de doğru bildiği yerde dimdik duran, fikri ile zikri bir olup kimselere yaranmamayı göze alanı daha az çıkar. Mücadeleci devrimci ruh ile sevgi dolu koca bir yüreği bağdaştırmak da hepimizin harcı değil. Güzel besteler yapmak başka -onu zaten yapmıştır-, halkın kültüründen ruhundan gelip yine onun ruhuna seslenebilmek başkadır. Halk egemenliğinin ve “çağdaş Türk sanatı”nın kuruluşunun sorumluluğunu beyninin tüm kıvrımlarında taşımak için, hem de gereğini yapabilmek için, sanatçı olmak yetmiyor. Ülkesinin çocuklarının eğitime ve sanata açlığını görüp yüreğiyle cevap verebilmek, onlar layık oldukları şarkılarla türkülerle büyüyebilsin diye, nota öğrenebilsin, müzik yapabilsin diye yıllarını vermek, halkın nitelikli sanata erişim hakkı için tüm ülkede korolar ve radyo yayınları kurmak, meslek örgütleri kurmak, sanat siyasetine katkılarda bulunmak... Kim bilir ne fesatlıklarla engellenmeye çalışılmasına rağmen, hatta tarihteki nadir siyasi tutuklu bestecilerden olmasına rağmen, 88 yaşında son günlerine dek ülkesinin sanat ve eğitim hayatı için çalışmaktan vazgeçmemek... Bunları sadece özel bir insan yapar. Yeri doldurulamaz.
Muammer Sun “istiklal”i öyle derinden hisseden bir anti-emperyalist ve halkçı sanatçıydı ki, Kurtuluş filminin müziklerini besteleme sürecinin sorulduğu TV röportajında, bu vatanın nasıl kazanıldığını anlatıp gözyaşlarını tutamamıştı. Filmin Büyük Taarruz sahnesinde kullandığı “İzmir’in Dağlarında” marşını onun koro - orkestra düzenlemesiyle dinlemek, yüreğinden kopan duyguyla ruhumuzu ayağa kaldırıyor, halkın deyişiyle “Mustafa Kemal’in askerleri” olmanın anlamını ta derinden duyumsatıyor... (Cumhuriyet filminin müzikleri de Sun’un. İkisi de ticari veya siyasi projeler değil TRT’nin nitelikli yapımları.)
Cumhuriyet’in sadece kurtuluş değil kuruluş döneminin de sorumluluğunu duyup sürdüren bir sanatçıydı Muammer Sun. Diğer eserlerinin yanında çok sevilen şarkılar türküler ve koro müzikleri bestelemekle kalmadı, yönetmelik yazıp 166 çocuk korosu kurulmasını sağladı, memlekette ne kadar müzik öğretmeni varsa toplayıp koro şefliği öğretti. Çocuklar için özgün yaklaşımlı ders kitapları yazdı, uzun yıllar konservatuarda öğretmenlik yaptı. Devletin Kemalist sanat ve sanat eğitimi siyasetini geliştirmek için bakanlık müşavirliği yaptı, Ankara Radyosu Çoksesli Korosu’nu ve TRT Müzik Dairesi’ni kurdu... Köy köy dolaşıp türkü topladı, notaya alıp arşivledi, çoksesli türkü düzenlemeleri yaptı... Eser ve kitaplarının listesine göz atmak bile toplumcu hedeflerini görmeye yetiyor.
47 YIL KAYBETTİK
Sun’un Murat Katoğlu ile birlikte 1974’te yazdığı “Türk Kalarak Çağdaşlaşma: Türkiye’nin Kültür Sanat Sorunları” adlı kitabı, hala rehber olabilecek nitelikte.
Bu kitabın ilk hali dönemin başbakanı Ecevit’e rapor olarak sunulmuş, -kim nasıl sunduysa- dikkate alınmamış. Sanat ve eğitim çevrelerinde de göz ardı edilmiş. Ülke adına önemli bir fırsat ve 47 yıl kaybedildi; hâlâ o hedefleri koyamadık bile. Sanılabilir ki bu bir hatadır, böyle bir aydın ve besteci diğer tüm başarıları ve hizmetleri ile el üstünde tutulmuştur... Ne yazık ki hayır; halkçı Cumhuriyet aydını olmayı devlet düşmanlığı gibi göstermeyi her devirde başaranlar, ona çok ağır bedeller ödetmişti. Askeri okul (Mızıka) kökenli ve yüksek nitelikli bir vatansever sanatçı olmasına karşın gençliği darbe dönemlerinde “solcu” yaftasıyla hapislerde ve sürgünlerde geçmişti. Meslek hayatının geri kalanı ise ülkemizin liberal (!) kapitalist dönemine rastladı. Kurduğu koroların kapatıldığını gördü.
“Aileme ekmek götürebilmek için hamallık bile yaptım” demişti, o zor gençlik yıllarını sorduğumda. (Sormasam onu da demezdi.) O yıl (1996) ikimiz de bizi yetiştiren okulumuzda hocaydık, giriş sınavımda beni okula alan bu önemli bestecimizle meslektaş olma onuruna ermiş de odasına gitmiştim. Ödevler içeren bir müzik kuramı kitabına ihtiyaç olduğunu ve bu konudaki çalışmamı anlatıp yardımını istedim. Reddetti, şaşırdım. Kendisinin ders kitabı hazırlama sorumluluğunu duyan üç beş ustamızdan biri ve efsane bir öğretmen olduğunu hatırlattım. Sitemli gözlerime dik ve derin baktı, bir aile anısını aktardı. Ders kitabı yazarken, gelip gidip ilgi bekleyen oğluna “Çalışmam lazım, ülkemizin çocuklarının şarkılara ve kitaplara ihtiyacı var” diye açıklama yapmış. Aldığı cevap; “Peki ya ben, benim babaya ihtiyacım yok mu?” olmuş. Gözleri doldu. “Çocuklarıma doyamadım, ne çok büyüme adımlarını kaçırdım, ekmek parası ile vatana hizmet arasında geçti ömrüm... Bu ülkeye yeterince hizmet ettiğimi sanıyorum, artık siz yapın, başkaları yapsın” dedi, noktaladı. Nokta o günde ve o konuyla sınırlı kaldı elbette; var gücüyle çalışmaya devam... Son haftasında bile internette bir toplantıya katılmış. (Ya ödev kitabı? “A planı” suya düşünce başka besteci hocalarla görüştüm ve o ödev kitabı hala yazılamadı. Vasiyeti olsun.)
GÜVERCİNLER OLDUK
Onu ilk gördüğümde 10 yaşındaydım, Ankara Devleti Konservatuarı giriş yetenek sınavlarının ikinci aşamasında komisyondaydı. Yaşadığım aksiliği ve korkuyu anlayabilen tek kişi oydu, keman değil başka çalgı istediğimi bile anlamıştı, içimden minnettar kalmış ama söyleyememiştim. Ciddi ama şefkatli, çocuk ruhuna yakın bir insandı, alçakgönüllü ve idealistti. (O yıl müdürmüş, anlamadık bile.) Eğitim reformları vardı aklında. Oğlu İlteriş başka hocada, bizimle aynı sınıftaydı. Yaza doğru artık İzmir’de okuyacağını söyledi. Babasının “tayini çıkmış”. (Müzisyenler için mahrumiyet bölgesiydi, sanat kurumları yeni kurulmaktaydı.) İzmir konservatuarının oluşumunda çalıştı o da. Engellenemez bir devdi. Uygarlığın toplumcu özüne kök salıp öz suyunda kadim halk sanatı gezen, dallarıyla çağdaş sanata uzanan bir koca çınardı Muammer hoca; yamacında büyür, Cumhuriyet ve çocuk sevgisi dolu sağlam gövdesine yaslanırdık. Doruklara ufuklara uzanan fikirleri ise bir kartaldı, dünyadan göçmeye hazırlandığı gece kızı Ayhanım’ın rüyasına girdiği gibi... Her biri pırıl pırıl insan ve sanatçı olan yüz akı evlatlar büyüttü sevgiyle. Eğitimin değeri sayıyla pek ölçülemez ama, yüzlerce öğrenciyi özenle yetiştirdi, yüz binlercesi onun kitaplarıyla müzik eğitimi aldı, milyonlarca çocuk onun şarkılarıyla büyüdü... Ruhun şad olsun usta, kartalın peşinden giden güvercinler kırlangıçlar olduk, yolundayız.