Vergi yasalarımız üretim devrimini teşvik ediyor mu?

Gelir Vergisi Mükellefine ‘Geliriniz beyan sınırının altındadır, o nedenle beyanname veremezsiniz.’ denilemez. Beyanname vermek temel yükümlülüktür. Beyan sınırının altında olan gelir durumunda belki iade edilecek vergi vardır

Üç ülkede hem bireysel ve hem de kurumsal mükellef olarak beyanname vermiş ve vergisini ödemiş bir kişi olarak, başta gelirimizin giderimizi karşılayamamasından doğan cari açık ve borçlanma olmak üzere, Gelir İdaresinin vergi sisteminde karşılaşılan sorunların “vergi yasalarının temelindeki yanlıştan” kaynaklandığını düşünüyorum:
Vergi Yasalarında başlangıç olması gereken temel madde (tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi) “18 yaşını dolduran her vatandaş beyanname vermekle yükümlüdür” olmalıdır. Herkes kendi beyannamesini (ya da aile olarak müşterek beyanname) verir.
ABD ve Kanada gibi ülkelerde verilen yıllık gelir beyannameleri halk arasında Vergi İadesi (Tax- Return) Beyannamesi olarak anılır. Çünkü yıl içinde ödenmiş olan vergiler mahsup edildiğinde çoğunluğun vergi borcu değil, alacağı (İade Edilmesi Gereken Vergi) çıkar ve bu alacak, eğer beyannamede temel bir hata yoksa (bir aydan daha) kısa zamanda mükellefe ödenir. (Bir ayrıntı olarak, bu ülkelerde “gelir vergisinden indirilebilecek harcamalar, daha geniş bir mükellef kesimini ilgilendirecek kapsamdadır. Böyle geniş kapsamlı indirim tabanı, belgeye dayalı olduğundan, vergilendirilecek geliri arttırıp kayıt dışı ekonomiyi daraltacaktır. Bir mükellefin gideri, bir başka mükellefin geliri olarak kayda geçecektir.)

ETİK ANLAMDA SORUN VAR

Gelir Vergisi Mükellefine “Geliriniz beyan sınırının altındadır, o nedenle beyanname veremezsiniz” denilemez. Beyanname vermek temel yükümlülüktür. Beyan sınırının altında olan gelir durumunda belki iade edilecek vergi vardır.
Mükellefin “Vergilendirilecek kazancım yoktur” beyanı da beyannamedir. Vergilendirilecek kazancı olmayan özel ya da tüzel kişiye “Öyleyse en azından Damga Vergisi alalım” diye bir tahakkuk çıkartılmaz. Esasen bir anlamda devlete verilen Beyannameyi “dilekçe” olarak görürsek, “dilekçe vermenin harca ve vergiye tabi olmayan temel bir hak olduğunu” düşünürsek yapılan yanlışlığın “vahameti” daha iyi anlaşılır.
Vergi yasalarımızın bugünkü şeklinde olması sonucu:
Vergi Mükellefi, “kendisini denetleyen mali müşavirin”,
Kiracı, işyeri olarak kullandığı “gayrimenkul sahibinin” beyannamesini vermekte ve vergisini ödemektedir.
Sonunda mahsup ya da iade edilecek vergi çıktığında hem “prosedür” ve hem de “etik” anlamda bir sorun ortaya çıkmaktadır: Beyannameyi verip vergiyi ödeyen başka, mahsup/iade talep eden ise başka kişidir. Gelir İdaresi açısından bu durumun tahsilat ve denetimi kolaylaştırmayıp aksine zorlaştırdığı bile söylenebilir. Çağdaş bir hukuk ve vergi sisteminde böyle bir “tuhaflığa” gerek yoktur.

HERKESİN BEYANNAME VERME ZORUNLULUĞU

Her vatandaşın beyanname vermesinin sonucu “bir kazanç/gelir elde edenin bunun vergisini ödemesi” olmalıdır. Var olan sistemde ise bir ticari/üretim ya da gayrimenkul/oto alım satış gibi vergi yasasında tanımlanmış bir faaliyeti olan kişi mükellef olmakta, bu işlerde kazanç elde etmese bile “Damga Vergisi” ödemektedir.
Bu arada, Damga Vergisini araştırdığım zaman Cumhuriyet Döneminde ilk olarak, çıkartılan Devlet Borçlanma senetlerinin üzerine, geri dönüşü takip amacıyla Seri Numaralı Damga Pulu yapıştırılmış olduğunu öğrendim. Şimdi ise Beyanname Verme Vergisi’ne dönüşmüş bulunmaktadır.
Gelir Vergisi uygulamasında “her vatandaş için beyanname verme yükümlülüğü” esas alınırsa:
1-) Kayıt-dışı ekonomi en aza indirilerek cari açık ve devletimizin borçlanma gereksinimi azalacak;
2-) Siyasal yaşamda (siyasal partilere üyelik ve yönetim) ve sendikal yaşamda (yöneticilik) spor alanında (kulüplerin yönetimleri ve yönetilmeleri) denetim ve hesap verilebilirlik kolaylaşacaktır. Ve bunun sonucu olarak:
İç borçlanma senetlerinin hamiline değil nama yazılı olması, devletin kime ne kadar borcu olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.
Beyanname vermemek mali açıdan kayıt dışı olmak anlamına geleceğinden vatandaşlık açısından seçme ve seçilme hakkı olmaması sonucuna varacaktır (Örnekleri Batı ülkelerinde görülebilir).
Ek olarak, ekonomide önemli bir payı olan “elektronik/sanal” ortamdaki gelirlerin vergilendirilmesi konusu, ülkemizde Dünya ile karşılaştırıldığında 25-30 yıl gecikmeyle daha yeni tartışılmaktadır.
Son olarak: İlber Ortaylı hocamız: “Vergi toplayamayan imparatorluk batar” demiş!
Kısa zamanda herkesin beyanname vermesi nasıl sağlanabilir diye sorulduğunda denilebilir ki; bizim devletimiz kuruluş aşamasında “herkesin beyanname vermesi” esasına dayandırılmıştır (bkz. Tekalifi Milliye Yasası). Sakarya Savaşı sırasında çıkartılan yasa, “jandarmanın her eve gidip bulduklarının belirli bir oranına el koyması” değil, “herkesin sahip olduğu gerekli mal ve eşyanın belirli bir oranını devlete vergi olarak vermesini” öngörüyordu. Bu uygulamanın içerisinde “vergi iadesi kavramını” bile okuyabiliriz. Makbuz karşılığı teslim alınan eşya için düzenlenen makbuzlarda “zaferden sonra bedeli ödenecektir” yazılmış.
Yazımı bitirirken başlıkta sorduğum sorunun yanıtını değerli okuyucumuza ve üreticimize bırakıyorum.

Sonraki Haber