Yabancılaşma ‘cin çarpması’dır

Televizyonlar, gazeteler ve sosyal medya, Türk milletini aşağılama yarışında… Teori Dergisi, saldırıların kökenini masaya yatırdı. Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, Dil Bilimci-Edebiyatçı Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan ve Yazar-Sanatçı Ekrem Ataer, yabancılaşma kavramını tartıştı

“Memleket açık tımarhane gibi”, “Ülke komple Kurtlar Vadisi setine döndü, dört bir tarafından mafya fışkırıyor”, “Türkiye en ilkel ülkelerden biri”, “Ben Antarktika dışında bütün kıtalarda çalıştım. Türk halkı kadar cahil, ahlaktan yoksun bir toplum tanımadım”… Televizyonlar, gazeteler, sosyal medya Türk milletini aşağılama yarışında… Teori Dergisi önceki gün bu söylemlerin kökenini masaya yatırdı.

“Türk Milletine Yabancılaşma Çalıştayı”nda Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, Dil Bilimci-Edebiyatçı Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan ve Yazar-Sanatçı Ekrem Ataer, yabancılaşma kavramını, etkilerini ve çözümü tartıştı. İstanbul Fatih’teki Levent Tamer Sahnesi’nde düzenlenen Çalıştayı Teori Dergisi Sorumlu Yazıişleri Emrah Zorba yönetti.

Ekrem Ataer, Muhammet Nur Doğan, Doğu Perinçek, Emrah Zorba (soldan sağa)

‘İNSANIN BENLİĞİNDEN UZAKLAŞMASI’

İlk konuşmacı Muhammet Nur Doğan, yabancılaşmanın farklı dillerdeki kökenlerini ve kavramsal anlamını açıkladı. Doğan şöyle konuştu:

“Yabancılaşma İngilizce ‘aline’ kökünden geliyor. İnsana kendi varlığı dışında başka bir varlığın ya da etkenin egemen olması durumu. Bunun Farsçadaki karşılığı ‘divanegî’, Arapçadaki karşılığı ise ‘tecnin’. Bir nevi cinlenme… Aslında insanın kendinden uzaklaşması, benliğini kaybetmesi, bir başka varlığa dönüşmesi anlamlarını taşır.

"Alinasyon, şimdiye kadar insan benliğini başka bir etken veya varlığın ele geçirmesi şeklinde ifade edilmişse de bugün psikoloji ve psikiyatri bilimleri benlik yitimini (divanegî/tecnin) yani delirmeyi farklı tanımlar.

"Bilimsel olarak delilik, bir dış etkenin veya varlığın insan benliğine yerleşip, kimliğini değişikliğe uğratması değil, insanın özünden kaynaklanan, yani kişinin benliğini bir dış etkene bağlaması, benliğin bir dış etken tarafından ele geçirilmesi değil; kişinin benliğini bir başka varlık lehine yitirmesi olarak tanımlanır.

“Aline olan/yabancılaşan insan, kendindeki ‘insani/millî özü’ yitirerek aline olduğu varlığın/topluluğun veya kavramın özüne bürünmüş demektir. Onu aline eden varlık veya nesne onun aklını, bilincini, kişiliğini, istek ve arzularını, duygularını, değer yargılarını, millî/insani özünü kendinden koparmıştır. Artık kendisi olmayan insan kendini para, makine, egemen güçler, küresel hegemonya, makam, amir, memur, ünlü, üstad, fenomen, bilim, kutsal kısacası kendinden başka her şey gibi algılar duruma gelerek yabancılaşmıştır.

“İnsanın, çelişik iki şey yoluyla, hem züht, hem de para yoluyla aline olabildiğini söyleyen Ali Şeriati, bir zahit olarak bir köşeye çekilenlerin, toplumdan ve insanların sorunlarından uzak düşerek tam ve yetkin insan olmaktan çıktıklarını ifade etmekte, tıpkı paraya tapanlar ve tüm ilişkilerini para üzerine kuranlar gibi insani benliklerini duyumsamaktan uzaklaşarak aline olduklarını belirtir.

EVRENSEL İSLAM’IN YABANCILAŞMAYA YANITI

“İslam, iman etmenin yanında iyiliği, salih ameli, hak ve adalet uğrunda yoğun bir devrimci çabayı şart koşmakta ve ancak bu yolla insanın ve toplumun yabancılaşmadan kurtulabileceğini vurgulamaktadır. Akla, bilime ve evrensel ahlâk ve hukuk normlarına bağlılığı inancın temeline yerleştirmiş bulunan evrensel İslam bireysel ve toplumsal yabancılaşmanın da ilacıdır.

“21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde kişisel ve toplumsal yabancılaşmanın, bu yaygın illetin baş etmeni küresel hegemonyanın kontrolünde millet varlığını tahrip yolunda etki ajanlığı anlamında faaliyet yürüten kimi medya kanalları ve bunlardan çok daha tehlikeli olmak üzere çok sayıdaki sosyal medya ortamlarıdır.

GÖREVİMİZ

“Acımasız teknikler eşliğinde yapılan yalan, iftira, kurgu, provokasyon nitelikli programlar ve yayınlarla insanımızın ve milletimizin kendi öz benliğini yitirerek, küresel hegemonik güçlerin, emperyalizmin, siyonizmin kurguladığı cinsiyetsiz, ailesiz, inançsız, millî değerlerinden soyutlanmış, mankurtlaşmış ve sömürüye müsait hâle gelmiş bir varlığa dönüşmesi planlanmakta.

“Aline olmuş 3. Dünya insanlarının şifası kendi dil, din, tarih kültür ve geleneklerinin çürüklerini ayıklayarak kapitalist lortların fikir ve düşünce derinliklerine de inerek bunların sömürü politikalarını ve bu politikalar uğruna bilimi kullanıp gıdaları nasıl iğdiş ederek, işbirlikçileri ile milli gelirleri korku psikolojisi üreterek bire on sattıkları modası geçmiş silahlarla beraber halklara nasıl kazıkladığını, enformatik algı operasyonlarla kurbanlarını nasıl köleleştirdiğini anlatmak, rezaletlerini ifşa etmek de 3. Dünyanın, yükselen Asya’nın aydınlarının, merhameti, hakka ve halka hizmeti, insanlığın öncü değerlerini kılavuz edinmeyi içselleştirmiş bilim insanlarının ve millî devrim çabasının fedakâr ve vefakâr kadrolarının boynunun borcudur.

‘TÜRKMEN OBASININ TOYU’

Ekrem Ataer, çalıştayı “Türkmen obası bir toy topladı” diyerek “toya” benzetti. Ataer, “Toy, tehlikenin geldiğinin hissedildiği kızılca günlerde toplanır ve oradan ortak bir ses çıkar. ‘Yabancılaşma’ kavramı karşımızdaki tehlikenin büyüklüğünü anlatmaya yetmiyor.” diyerek yeni bir kavramla anlatmanın gerekliliğine işaret etti. Ataer şöyle konuştu:

“Yabancılaşma, senin ruhunun, bedeninden uzaklaşması ve sonra o ruhun kendi bedeniyle oturup dalga geçmesi, onu aşağılamasıdır. Otobanın ortasında U dönüşü yaptığınızda bunun adına ‘Türk dönüşü’ dediler. ‘Alaturka’ diye çok affedersiniz tuvalete ismini verecek kadar Türk’ü aşağıladılar. Türk milleti yıllardır bu asit yağmurunun altında yara alan bir toplumdur.

"Hep derler ki, Türkler gittikleri yeri asimile eden, ceberut bir toplumdur. Oysa bunun tam tersidir. Türkler sevgi doludur ve kolay asimile olurlar. Bizim bu yumuşak karnımızın farkında oldukları için bizi bizden uzaklaştırmanın, bizim öz varlığımızla, millet olmanın gerekliliği adına yaptığımız toplumsal sözleşmenin maddeleriyle oynuyorlar.

‘RUH SAKATLIĞI’

“Bu toplum ilim sahibi olmadan yapılmış sanata inanmıyor. İlim sahibi olmadan yapılmış akademik çalışmalara da yakın hissetmiyor. Toplumla yan yana gelmeyen siyasi söylemlere de kendini yakın hissetmiyor. Çünkü bu toplumun tarihteki ruh önderlerinden biri Yunus Emre, bakın ne diyor?

İlim, ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

"Bağıra bağıra söylediği şu: Benim ayakta tutmam gereken bir ilim var. O, bu toplumu bir arada tutan çimento. O çimento üzerine kazma ve greyderlerle yürümenin adı yabancılaşma… Yabancı kelimesinin bizim dilimizde karşılığı dışımızda, dışarıda olan demek. Kapının önüne çıktığımızda sokaktaki esnafa söylediğimiz anda yaşadığımız tahribatı anlatmaya muktedir bir kelime bulmalıyız.

“Asıl meselemiz kapitalist pazarın yarattığı yabancılaşma… Toplumun lider, fenomen, düşünce önderi, dediği kişilerin çıkıp aşağılaması, dalga geçmesi kendine yabancılaşmadır. Bu bir ruh sakatlığıdır. Toplumları da böyle düşünmek gerekiyor. Toplumun, insanların emekleriyle var ettikleri her şeyi ışığı, bilimi reddetmesi… Tıpkı işçinin kendi emeğiyle yaptığı ürüne yabancılaşması gibi… Mercedes’te çalışan işçi, üretim süreçlerini kendi yönetmiyor. Sonra kendi yarattığı putun karşısında kendini küçültüyor, yarattığını büyütüyor.

ÜÇ TEMEL NOKTA

“Milletlerin toplumsal sözleşmelerinin bozulmasının üç temel noktası var. Biri inanç, diğeri tarih ve üçüncüsü de dil. Gerçek dini, inancı değil de bir takım din adamlarının yorumunu din olarak ifade edip toplumun inançlarıyla ilişkisini geriye dönülmeyecek şekilde tahrip etmek… Bu işin uzmanı, akademisyeni, öğreteni, aydını münevverleri eliyle yapılıyor.

“Toplum kendi tarihinden uzaklaştı. Viyana kapılarına dayanan bir tarih yazıldı. Kapılardan dönüş de yenilgi olarak anlatılıyor ama orada yaşadığımız ihanet anlatılmıyor. Önce aydın toplumuna yabancılaşıyor sonra bu yabancılaşma aydın eliyle topluma yayılıyor. Bu yeni değil… Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesi… Çok haklı gerekçelerle de olsa yeni bir sistemin hızla gelmesi toplumsal yaşamda sarsıntıyı da getiriyor.

"Mehteranı Hümayun yerine Mızıkai Hümayun’un gelmesi ağır bir yabancılaşma getiriyor. 1826’daki bu değişim sonraki dönemlerde devam ediyor. Mehmet Reşat döneminde toplumun sanatı da değişmeye başlıyor. Kadim sanat yürüyüşünün ustaları yavaş yavaş elini eteğini çekmeye başlıyor. Zamanla başka bir toplum yaratılıyor.

“Verilecek çok örnek var. Mozart'ın Türk Marşı. Bir bebeğe ninni bestele deseler bu kadar olur. Üzerine de Türk Marşı yazmışlar. Türk yaparsa ancak bu kadarını yapar der gibi… Başka örnekler de var. Halkın musikisi, sanat müziği, klasik sanat müziği… Müziğimizi paramparça ettiler. Bunlar bizimle toparlanacak.

"Zahide Operası… İzlediğiniz vakit orada aslında haremin ne kadar berbat, ne kadar rezil ne kadar aşağılık bir yer olduğunu anlatılır. Sizin yıllardır yaratmış olduğunuz devlet kültürü aşağılanır. Bunlara uyanık olacağız. Sultan Süleyman üzerine yazılmış birçok opera, tiyatro var. Hepsinde Sultan Süleyman yerin dibine geçirilmiştir. Yıllardır yarattığımız devlet birikimini aşağılayacak kadar mı yabancılaştık.

“Destabilizasyon devam ederken biz ne yapacağız? Bir münevver olarak yola çıkacağız. Diyeceğiz ki, ‘Hayır, bu değil. Perdenin arkasında aslan yatıyor. Kalktığı vakit, bu asit yağmurunun altından alnının akıyla çıkar. Bizim öncü görevimiz yanıtımızı çıkartmak. Bu program bize 100 yıl önce işaret edildi. Hem ulusal değerlere hem de çağın gereklerine uygun olarak bu yoldan şaşmadan gidersek bu olayı tarihin çöplüğüne gömeriz.”

‘PLANLI VE BİLİNÇLİ’

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, planlı ve bilinçli olarak Türk milletinin aşağılandığını anlattı. Perinçek şöyle konuştu:

“Televizyonları açtığımız zaman çocukları para için öldüren hekimler, hastabakıcılar, hemşireler, kadınlara kötü muamele yapan eşler, kadın cinayetleri, ırza geçmeler, hırsızlıklar, yan kesicilik olaylarını izliyoruz. Haberlerde hep bunlar veriliyor.

"Öyle bir tablo ki sanki, Türk milleti hırsızlardan zorbalardan mal mülk peşinde koşan bireycilerden sahtekarlardan oluşan bir topluluk. Atatürk’e baktığımız zaman ‘Türk milletinin yüksek karakteri vardır. Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır.’ diyor.

"Ünlü bir jeoloğumuz ‘Türk milleti kadar cahil, ahlaksız bir millet yok’ diyor. Bir ara Aziz Nesin de ‘Türk milletinin yüzde 60’ı aptaldır.’ demişti. Onunla da tartışmıştık. Ben demiştim ki, ‘Atatürk ‘Türk milleti zekidir.’ diyor. Atatürk başka bir toplum tarif ediyordu. Karl Marx da 1848 manifestoda ‘İşçiler devrim yapar iktidara gelir.’ diyordu.

"Kayısı çekirdeğine baktığınızda çevresindeki odunu görürsünüz. Ama eğer içindeki cevheri görürsen o odun değildir hayattır. Karl Marx da Atatürk de dünyayı değiştirmek istiyordu. Dünyayı değiştirmek isterken, dünyayı birlikte değiştireceğin topluma sövemezsin. Komutanlar savaşta askerlerine aslanlarım, kaplanlarım diye seslenir. Siz hiç ‘tavşanlarım’ diye seslenen bir komutan gördünüz mü! Bu, sizin o halkla ne yapmak istediğinizle ilgili. Televizyonlarda Atatürk’ün tarif ettiği o millet yok.

ÜRETİM FAZLASININ PAYLAŞIMI

“Ekrem Arkadaş dedi ki, ‘yabancılaşma’ adı anlamını karşılamıyor. Muhammet Nur Doğan hocamızı dinlerken aklıma şu geldi. Yabancılaşma aslında cin çarpması. Toplumları ne zaman cin çarpıyor? Sınıfsız toplumun olduğu, insanların birlikte avladığı hayvanları ve topladıkları ürünleri paylaştıkları toplumda cinler çarptı mı?

“Demir icat oldu. Sabanın ucuna demir geldi. Toprak sürüldü. Üretim fazlası yaratıldı. O üretim fazlası kimin olacak? İşte o zaman ürettiğimize yabancılaştık. Ürettiğimiz elimizden alındı. Mercedes fabrikasında, arabayı ben boyadım, tekerleğini ben taktım ama araba başkasının oldu.

"İşte cin çarpması burada başlıyor. Kendi ellerimize, emeğimize yabancılaştık. Toplum sınıflara bölündü. Hakim sınıflar ile onun ezdiği, bastırdığı toplum ikiye bölünüyor. O zaman topluma yabancılaşıyor. Cinin bir manası da şeytan demek. Humeyni’nin ABD için büyük şeytan demesi gibi… ABD emperyalizmi insanları kontrol altına alıyor. Şeytan ABD bizi nasıl çarpıyor?

“Sen doktorsun, hemşiresin, görevin insanları iyileştirmek onlara şefkat göstermek. Ama para uğruna çete kurmuşsunuz. Bebeklerin ölümüne sebep oluyorsun. Narin olayına bakıyoruz ne anne var, ne baba var, ne bacı ne kardeş ne yenge ne amca var. Topluma olağanüstü bir yabancılaşma…

“Özel mülkiyetin olmadığı sınıfsız toplumda yabancılaşma yok. Birincisi ürettiğimize yabancılaşıyoruz. İkincisi kendimize ellerimize, emeğimize yabancılaşıyoruz. Üçüncüsü topluma yabancılaşıyoruz.

Yunus Emre diyor ki,
Üryan olup gir yola
Yüz çukalı gelirse yalıncağı soyamaz.

Tıpkı Marx’ın ‘Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok” dediği gibi. Üryan ol yola gir, yüz zırhlı gelse seni soyamaz diyor.

AYI PETEĞİ DAĞITTI

"Özel mülkiyetin toplumu derinden ezdiği, baskı altına aldığı insanlar arasındaki çelişmelerin keskinleştiği ve hatta insanların kendi cinsiyetine bile yabancılaştığı bir dönemdeyiz. Sana doğanın verdiği cinsiyet hikâye diyor. Bizi birbirimizden farklı hale getiren mülkiyet ilişkileri yabancılaşmayı keskinleştiriyor.

"Fransız, İngiliz, Kuzey ABD’deki devrimler, Kemalist Devrim, Rus Devrimleri, Çin Devrimleri hepsi zulmün olmadığı bir dünya içindi. Şimdi de insanlığın önünde sömürü değil, çok büyük haraç toplumu var. Kapitalizmde üretilen değeler toplum tarafından tüketilir. Ama haraç toplumu ayının bal peteğine dalmasına benzer.

"Kapitalizm artık kovanı dağıtan bir sürece girdi. Borsada kağıtlar havada uçuşuyor, ne fabrika ne de ürütim var. Sıcak para komisyonları, mafyalaşan bir sistem var. Yabancılaşma bu noktalara geldi. İnsanlığın gündeminde buna yanıt da olgunlaşıyor.

"Ekonomide, güvenlikte artık bu sistemin içinde bize hayat yok. Bireyci menfaatçi, çıkarcı bu sisteme Asya’dan, Afrika’dan, Latin Amerika’dan isyan filizleniyor. Suriye, Rusya savaşta, Çin tetikte. Türkiye Suriye’nin kuzeyinde ön cephede ve Irak’la işbirliği konuşuluyor. Filistin savaş halinde, karamsar değiliz.

‘ERDEMLERİMİZİ MİLLETİMİZİN ÖNÜNE ÇIKARALIM’

“Bize düşen görev televizyonlardan dayatılan Türk milleti tecavüzcüdür gibi karabasana da dur demek. Özlemlerimize hangi toplumla ulaşacağız. Türk milleti insanlık tarihine baktığımızda ilk devletleri ilk orduları kurdu. Almanya’da işçi olarak çalıştım. Alman işvereni Türk işçisini tercih eder. Çünkü Türkler disiplinli, çalışkan ve paylaşımcıdır.

"İşte biz bu erdemleri insanların önüne çıkartmalıyız. Türk milleti canilerden, tecavüzcülerden, sahtekârlardan oluşan bir topluluk değil. Fedailik gibi kendini adamak gibi mirasımızı yeniden milletimizin önüne çıkaracağız.”

KUTADGU BİLİG OKUMA SEFERBERLİĞİ

Perinçek, çalıştayı izleyenlere Kutadgu Bilig’i okumalarını önerdi. Perinçek, “Orada devlet yönetimi birikimini, erdemleri göreceksiniz. Kutadgu Bilig okuma seferberliği başlatalım. Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi de öyle… Bu iki eser aynı zamanda erdemli toplumu anlatır. Edebiyatımızın, tarihimizin bize sunduğu kaynakları yeniden toplumumuzun önüne koyalım.” dedi.

EDEBİYATIN TOPLUMDAN KOPUŞU

Yazar Ece Ataer de edebiyat alanındaki yabancılaşmayı anlatarak çalıştaya katkıda bulundu. Türkiye’de romanın tarihsel gelişimini anlatan Ataer 1980 sonrası için şunları söyledi:

“1980’lerde bize hocamızın deyişiyle ‘cin çarpıyor’ edebiyat atıl hale geliyor. Postmodern çizgi dediğimiz insanı direnişten yoksun bırakan toplumsal sorunlarından uzaklaştıran akım… Bunun öncülüğünü de Oğuz Atay yaptı. Evinde otur, kapını kapat toplumdan uzaklaş yalnızlığınla iç sesinle yaz, evden dışarıya çıkamıyorsun e bir zahmet intihar et. Kendi derdine yan, toplumun sorunlarından uzaklaş.

"90’larda toplumun gelenek ve göreneklerini dışlayan dini inançlarını ardında bırakan bir çizgi ortaya çıkıyor. Bu metinlerde artık sadece yazarın çizdiği çizgi önemli. Sondan başlar ortaya gelir ardından başa döner. Sayılıklama şeklinde uzun cümleler vardır. O çizgiler yavaş yavaş okuru eler. İnsanlar kendi hayatlarını buldukları romanları okurlar. Çünkü orada kendini bulmak kendinle özdeşleşmek kişiyi zenginleştirir. Kendini bulamayan okur eleniyor.

6 ayda bir romancının kaliteli roman yazması mümkün değil. Hem yazarın cebi doluyor hem de o kültürü yayıyor. Artık gölge yazarlık diye bir meslek var. Çok satanlar listesine giriyor, pazar bunu destekliyor. Bir simülasyonun içinde yaşıyoruz. ‘Bu kadar çok satıyorsa iyidir’ deyip ön sepetteki kitapları çantamıza atıyoruz. Eskiden sistem kitapları toplatırdı. Artık sistem iyi yazarın önünü en başından kesiyor. İyi yazarlar da var. Lütfen çok satanlardan uzaklaşın.”

‘ANAHTARIMIZ DİLİMİZ’

“Neyin yabancı, neyin dost olduğuna kim karar verecek nasıl karar vereceğiz?” sorusu üzerine Doğan şunları söyledi: “Bu bir farkındalık gerektiriyor. Bunun anahtarı dil ve kavramlarımız. Türkiye’de çok güçlü bir zihniyet reformuna ihtiyaç var. İnsan dille kendini ifade edebiliyor, dille anlıyor dille anlatıyor. Yabancılaşmanın en kötü sonucu bizi dilimiz ile mantığımız arasında ihtilafa düşürmüş olmasıdır. Kavramlarımızın zenginliğinin farkında değiliz. O da bizi medeniyetimizden uzaklaştırıyor.”

Sonraki Haber