YALÇIN KÜÇÜK/ Akar akar orduları yıkar

Tarihler şöyle yazıyor, 1851 yılında darbe yaptı ve 1852 yılında Cumhuriyet'e son verip imparatorluğunu ilan etti, bu Bonaparte ailesinin ikinci ilanıdır. Marx'ın "The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte" klasik çalışması bunun üzerine yazılmıştı, biliyoruz. Lui Bonaparte, Büyük Bonaparte'ın yeğeni idi; maceraperest ve komik bir adam olarak tasvir ediliyor. Marx, hiçbir inancı olmayan ve hiç kimsenin inancı olabileceğine inanmayan bir kişilik olarak bildirmişti. Öyledir, ben de Turgut Özal'ı "aynen böyle" görüyor ve işaret ediyordum. Ve şimdi gerçeğe cesaretle bakmayı öneriyorum ve yolu açmak üzere Türk Ordusu'nu düşünüyorum. Subayların üç çeyreğinin inancı hiç bilmediğini söylemek gereğini duyuyorum ve bu "öyle" ise, tümden inançsızlık demektir, diyorum. Başlıyorum.

***

Ordu yıkıcıları

Akar akar ve orduları yıkarlar.

Tümden inançsız ve müthiş dindardırlar.

Ordular, inançlarını yitirdikçe dine sarılırlar.

Askeri Mahkemeleri kapatan adam

Orgeneral Şener Eruygur'un hapse atılmasının ve hapiste merdivenden düşmesinin, Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı hiç üzmediğine inanmakta pek zorlanmıyorum. Tabii Şener Paşa hapse düşen tek paşa değil; kapı açıldığında, başka düşenler de çok oldu. Kapıyı açan ise Yaşar Paşa'dır; netlikle biliyorum, çok söyledim ve haykırdım, "darbe" iddiası varsa, yeri askeri mahkemedir. Yaşar Paşa, kanundan önce ve kanunsuz olarak askeri mahkemeleri kapatan adamdır. Televizyonlarda çok çığırmıştım, şimdi herkesin bilmesini istiyorum. İşletmemek, kapatmaktır. Ekliyorum.

***

Silivri mapusunu, bre paişa, mahfel mi sandın.

Komutan olmayı, bre paişa, oyun mu sandın.

allegro

Eskiden Moskova'va Moskova'ya.

Yeniden: Mısır'a Mısır'a.

***

Özese Divanı

Belki de sınıf arkadaşıdırlar, maaile yakın arkadaş oldukları hep malumumuzdur. Hilmi Özkök'ün, Çetin Paşa'nın hapse düşüşünden rahatsız olduğunu hiç düşünemeyiz; Balyoz Mahkemesi'ne tanık olarak gitmekten ısrarla kaçınmıştır. Amma Özese Divanı'na geldiler ve Reis Özese'nin, "Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, Kara Kuvvetleri Komutanı olacağı iddia ediliyor, ne dersin" sorusuna, "dolu idi", "nasıl olur", "mümkünatı yoktur" cevaplarını vermiştir. Çok hoş ve çok güzel, yalnız doğada mühim bir yasa vardır; "dolu olan boşaltılır ve boş olan doldurulur" ve ilaveten "doluluk doğal değildir." Pek güzel, demek Genelkurmay Başkanı, bu doğal ve basit yasayı bilmemektedir. Belki de bilmeyenleri çıkarıyorlar. Belki boşaltılması yönünde kuvvetli suç şüphesi duyuyordu ve çok rahatsız olmaktadır.

Binbaşı Ahmet Vakası

Ve birden anladım ki, yakın zaman Ordu tarihi, benim televizyonlarda haykırış kronolojim'dir. "Binbaşı Ahmet Vakası" programlarına geliyoruz. Bağırdım, bağırdım ve tarihtir.

Şudur; "Ordu", bir "Binbaşı Ahmet" bulmuştu, ben hep televizyonlara çağrılıyordum ve "olur mu, böyle şey olur mu" deyu haykırıyordum, Birinci Ordu Semineri için bir "bilirkişi" bulmuşlar. Bilirkişi Ahmet, bir, "cd'ler çok güzeller ve muhkemdir", diyerek başlıyor, "eşsiz kayıtlar" ve "çok ayıp olmuş" ekliyor; iki, Ordu'yu ve tabii Çetin Doğan'ı suçlamaktadır. Güzel, yalnız, bir Ordu Tatbikatı veya bir "Ordu Oyunu" için bir binbaşıyı, eski tabir ile, ehl-i vukuf tayin ediyorlar, mesele budur. Komutan kalmamış, Ordu komutanlığı yapmış biri bulunamamış ve nasılsa, Harp Akademisi dahi düşünülmemiş, işte anında ben buna televizyonlarda haykırmış ve "vak'a" demiştim, derim ve hep diyorum. Bunları hatırlarken utanıyorum.

Tarih-i Akar

Binbaşı Ahmet'i bulan, Ordu'yu bozarak, to corrupt, diyorum, Binbaşı Ahmet'i ehl-i vukuf yapan Hulusi Akar'dır. Ol tarihte korgeneral idi, hızlanmıştır. Tarih-i Akar buradan başlamaktadır.

Erdoğan & Akar

Akar'ın Tayyip Erdoğan tarafından takdir edilmesi işte o takvimde olmuştur ve merdivenleri atlayarak çıkmıştır. Yalnız şu anda, silahlı çatışmanın olduğu sınıra, bizzat gitmemeyi tercih etmektedir; Ordu'daki komutan, Akar'dan önce subay çıkmıştır, tedbirli davrandığını düşünebiliriz. Hoşamedi denmesi ihtimal dahilindedir. Bu nedenle tedbir iyidir, diyoruz ve tedbir edenlere de "müdebbir" denmektedir. Bilgi kabilinden veriyorum.

***

Akar akar ve merdivenleri atlatırlar.

Komutan olmayı, bre paişa, oyun mu sandın.

allegro

Yeniden: Mısır'a Mısır'a.

***

Trajedi ile komedi

Halide Edip Hanım yazıyordu, bir uçağımız vardı, bir tek pilot, 1920'li yılların başında, uçaktan bağırıyor, "Le Temps" ve "Tan" telaffuz ediyoruz, "geldi mi"; tek uçakla tek pilot düşmana ateş yağdırırken Paris'ten gelecek dergisini istiyor. Nereden nereye, buradan başlamıştık ve devam ediyorum, Marx da "tarihte her şey iki kez olur" diyor, ilki Büyük Bonaparte trajiktir ve ikincisi yeğen Bonaparte, komik olmuştur. Peki, bizimki mi, yine değiştiriyorum, Ergenekon mu, Silivri mi, hepsi birdir ve traji-komik olmuştur. Ancak gelecekte ve sahnede trajedi görünmektedir. Ben "Haberci", haber veriyorum.

Düşman bilirkişi kurumu

Binbaşı Ahmet mi, şimdi kayıptır ve çalılıkların arkasına konduğundan kuvvetli şüphe ediyorum. Müthiş idi, bir tübitak adamıdır, tak tak, sesini duyuyorum. Peki, tübitak mı, M. Önsel, S. Çetin, C. Gürdeniz, A. Türkşen'in çalışmalarından tahsil ettim, öncesi de ve Temyiz'e verilen Balyoz kitabıyla sonrası da var, hazırdır. "Düşman Ceza Hukuku" aletlerindendir, başında mı, Tübitak Bakanı Nihat Ergün var. Bir subay tahliye olunca, "Beşiktaş'ta çetenin hakimi var" diyen adamdır. Tübitak'a bakar.

Despotik düzen

Bakar mı Bakara Suresi, altıncı ayette, "unutma ki, hakikati inkara şartlanmış olanları uyarıp uyarmamak onlarca birdir; inanmazlar" yazılıdır. Devamında, "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır", okuyoruz. Kuran yerine Tevrat'a bakıyoruz, Tevrat'ta Hazreti Eyüp bölümü var, Eyüp, "yargıçların gözünü kapayan O'dur. O değilse, kimdir" demektedir. Eyüp'ün bu sözlerini ceza hukuku ve şimdiki dilimizde "Düşman Ceza Hukuku" içine koyan Filozof Hobbes ise, burada Allah ve daha doğrusu Rab'bı "despot" olarak tarif etmektedir. Hazreti Eyüp de aynı yerdedir. Gözleri kapatan despottur.

Erdoğan'ın Tübitak'ı

Tübitak Bakanı, "bilirkişi" raporlarına bakarken, Tayyip Erdoğan'ın yanına çıkmaktadır. Biz de Kuran'a çıkıyoruz, Bakara Suresi'nin söz konusu ayeti, "dehşet verici bir azap beklemektedir onları" şeklinde bitmektedir, buluyoruz. Yunan trajedileri hatırlıyoruz; Persler'in Atinalılar'ı sıkıştırdıkları tarihlerde yazıldılar. Pek çok seviyorum.

Moskova & Mısır

Marş marş, "Eskiden: Moskova'ya Moskova'ya". Marş marş, "Yeniden: Mısır'a Mısır'a." Allegro.

Mahkemelere yeniden bakıyoruz.

Yeni mahkemelere bakıyoruz.

FİTNE'DEN

Ordunun tepeden inmeci İslamizasyonu

Türkiye'yi İslamlaştıran, Türk Silahlı Kuvvetleri'dir.

Kemalizm'e ihanet ettiler ve karanlığa soktular.

Kemalizm'e hiç güvenmediler ve 1970 yıllarının ortasından beri, güvensizliklerini yazıyorum. Cia istasyon şefi Fuller, bunu, itiraf etti, İslamizasyonun marifetleri olduğunu açıklıyordu ve eksiktir, yine de itirafını kitaplarıma aldım ve almaya devam etmek zorundayım. Şimdi, "bilimsel" araştırmalarla teyidi yapılmaktadır ve kısmen bir başarı olarak anlatılmaktadır.

İslamizasyon sınıfi'dir ve önce iç dinamiklerin harekete geçtiğini kabul etmek durumundayız.

Yüksek Komutanlar, İslamizasyonu, Harp Akademileri'nden başlattılar, Türk-İslam Sentezi elemanlarını, Akademiye "hoca" yaptılar. Rabasa ve Larrabee, yapılanları, şimdi, sevinçle ve veciz bir şekilde yazıyorlar. Çok kısa'dır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, plütokrasi'nin programını uyguladılar.

İslamizasyon, öncelikle sınıfî'dir, tekrarlıyorum ve "İki İ" teoremine uygundur. Demek ki yüksek komutanlar, iki kez uygun adım attılar. Bunu gösterebiliyoruz ve görebiliyoruz.

***

Ordu, İslamizasyonu, Sol'u yenmek için getirdi. Rabasa ve Larrabee, tekrar tekrar, bunu yazıyorlar. Aydınlar Ocağı, aletleridir. O halde, 3 Kasım 2002, Ordu'nun işidir. Bunu ekliyorum.

Sonraki Haber