Yalnız seçen değil seçilen de olmak
Kadın-erkek eşitliği ilkesini açıkça ortaya koyan Atatürk, Birleşmiş Milletler’in yirmi yıl sonra kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1 ve 2’nci maddelerinde ifade edilen ilkeleri çok daha önce dile getirmiştir.
Bugün 5 Aralık. Türkiye’de kadınların siyasi yaşamda seçme ve seçilme hakkının elde edilmesinin yıldönümü olup toplumsal yaşamda gerçekleşen Atatürk Devrimlerinin en önemlilerinden birisidir.
Atatürk Devrimleri, Nezihe Muhittin’in ifade ettiği gibi kadını, çorak topraktan verimli bir araziye taşıdı ve kadının toplumdaki görünmezliğine ve esaretine son verdi. Bu süreçte kadın hakları konusunda yaşanan en büyük devrim kadının yönetimde erkekle eşit hale getirilmesi oldu. Türk Devriminin amacı olan çağdaş toplum ve çağdaş devlet yaratmanın temel belirleyicilerinden birisi, kadınların siyasal sürece de katılmalarını sağlamaktı. Bu siyasal hakların tanınmasıyla da demokrasinin temel göstergelerinden biri olan seçme ve seçilme eşitliği sağlanmış oluyordu.
Kadınların bireysel bir biçimde 1600’lerin ilk yarısında başlayan oy hakkı mücadelesi, örgütlü olarak yavaş yavaş 19. yüzyılda gerçekleşmeye başlamış ülkemizde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, 1926-1934 yılları arasında gerçekleştirilen Atatürk Devrimlerinin bir kısmı ile kadınların sosyal ve kültürel alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında, toplumsal yaşamda ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olmasını hedefleyerek, 1930’da belediye seçimlerinde seçme, 1933’te çıkarılan Köy Kanunu’yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934’te Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme hakları tanınmıştır... Bu konuda yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumsal alanda yapılan en önemli yeniliklerdendir ve birçok Avrupa ülkesinden daha önce gerçekleştirilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, 1925’te Kastamonu’da yaptığı konuşmada şöyle der: “Toplumu kalkındırmak istiyorsak izlememiz gereken daha emin ve daha etkili bir yol vardır, o da Türk kadınını çalışmalarımıza ortak etmek, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, kadını bilimsel, toplumsal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmakla olur.” Bu beyanıyla kadın-erkek eşitliği ilkesini açıkça ortaya koyan Atatürk, Birleşmiş Milletlerin yirmi yıl sonra kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1’inci ve 2’nci maddelerinde ifade edilen ilkeleri çok daha önce dile getirmiştir.
SİYASAL HAKLARDA GERİLEME YAŞANDI
Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği TBMM 5. Dönem seçimleri 8 Şubat 1935 yılında yapıldı.17 kadın milletvekili ilk kez TBMM’ye girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Böylece kadın vekiller, 400 vekilin bulunduğu TBMM’de tüm milletvekillerinin yüzde 4,5’ini oluşturdu. Türkiye o günlerde parlamentodaki kadın sayısı oranıyla dünya sıralamasında üst sıralarda iken, çağdaş, demokratik ve laik bir Türk toplumunu hedefleyen bu devrimlerle elde edilen haklarda peki bugün neredeyiz?
Siyasal haklar konusunda Atatürk döneminden sonraki süreçte, kadınların durumunda hızlı bir gerileme yaşandı. Kadınların ilk defa yer aldığı Meclisteki, kadın milletvekili oranıyla Türkiye dünyada ilk sıralarda yer almaktayken bugün ülkemizin gelişmişlik düzeyiyle bağdaşmayacak bir orana düşmüştür.
Nüfusun yarısını oluşturan kadınların karar alma süreçlerine katılamaması, siyasette eşit oranda temsil edilememesi her şeyden önce bir demokrasi sorunudur ve yalnızca kadının da sorunu değildir. Son seçimde gerçekleşen oranla Türkiye, gelişmiş ülkelerin çok gerisinde, dünya ortalamasının da altında bulunmaktadır. Hem siyasal alana hem de yönetsel alana erkekler egemen durumdadırlar. Bu durumun da kadından yana pozitif ayrıcalık gözetilmeksizin düzeltilmesi mümkün görülmemektedir. Siyasette, kadının hak ettiği yere sahip olmasında, partilerin üzerine düşen sorumluluk büyüktür. Bugün kadının siyasal ve yönetsel alanlarda, karar mekanizmalarında bulunduğu yerin kabul edilebilecek ve savunulacak bir yönü yoktur ve Atatürk Türkiye’sine de yakışmayan bir durumdur.
MEDENİ KANUNDAN UZAKLAŞILDI
Hukuku dini temel yerine laik bir temele oturtan kadına evlenme, boşanma ve miras hukukunda eşitlikçi düzenlemeler getiren Medeni Kanun’dan, laik eğitim sisteminden uzaklaştıkça, devlet sorumluğunu ve görevini yerine getirmeyip bu sorumluluklarını cemaatlere ve tarikatlara bıraktıkça, kadına yönelik ayrımcılığı besleyen, destekleyen politikalar var olduğu sürece kadının ne siyasette ne de diğer alanlarda olması mümkün olmadığı gibi şiddet, baskı, istismar, ölüm de beraberinde gelecektir.
4+4+4 eğitim sistemi kız çocuklarımızın okul yaşamından kopartılarak küçük yaşta evlendirilmesine yol açmakta, bu kızlarımızın payına da ona biçilen annelik rolü düşmektedir. Ortaçağ karanlığından kalma feodal ve emperyalist sistemlerinin bakış açısıyla bırakınız siyaset alanında olmasını, toplumun hiçbir alanında yeri olmayacağı da gün ışığı gibi ortadadır. Asıl sorgulanması gereken, mücadele edilmesi gereken işte bu düşünceler, sistem ve kadına bakış açılarıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o aydınlanmadan, pozitif bilimden, toplumsal uzlaşıdan ve eşitlikten uzaklaştıkça 85. yılını kutladığımız kadınların siyasal hakkı olan seçme seçilme hakkında kaç cumhurbaşkanı kadın? Kaç tane başbakan, bakan, milletvekili, yerel yönetimlerde belediye başkanı, muhtar, vs. var. Bazılarında hiç yok, bazılarında da bir elin parmağı kadar az. Pek çok ülkeden çok önce seçme ve seçilme hakkını elde eden Türk kadını ne yazık ki seçilememe haksızlığını yaşamakta. Nereden nereye... 1935 seçimlerinde 18 kadın milletvekili seçilmişti ve o tarihte Türkiye Parlementosu’nda kadın milletvekili oranı ile dünya ikincisiyken bugün ise 132. sırada.
Kadınların yalnız seçen değil seçilen de olduğu, siyasal yaşamda eşit düzeyde temsil edildiğini görmek umuduyla...