Yaşayan en büyük derlemeci Yücel Paşmakçı

'Notalarla raks ettiği' söylenen usta derlemeci Paşmakçı, eşi Nuray hanımla birlikte bizi evinde konuk etti. Bu hafta ondan okul çağlarını, müzikle buluştuğu yıllara kadarki yaşamını dinliyoruz

En karışık, en zor uzun havaları bile ustalıkla notaya almasıyla ünlü. Adeta notalarla raks ettiği söylenir. On dokuz kuşaktır İstanbul’da yaşamış. Annesi Fatma Huriye Hanım çocukluğunda piyano çalmış, sonradan ut öğrenmiş. Babası Kemal Bey radyo meraklısı. Akşamları radyodan ailecek canlı yayınlanan fasıllar kaçırılmaz, klasik müzik programları dinlenirmiş. Hocamız bu ortama rağmen, Türk Halk Müziğine ve bağlamaya gönül vermiş.

Paşmakçı, 1972 yılında İstanbul Radyosu Türk Halk Müziği ve Oyunları Şubesi Müdürlüğü yapan Nida Tüfekçi, “Ben Ankara’ya gidiyorum, İstanbul Radyo’sunu sen üstlen” deyince bütün işleri bırakıp şube müdürü olur. Sonradan Ankara şube müdürlüğü de yaptı. Müdürken radyoya yöre ozanları gelir, duyulmadık türküler söylenmektedir. Paşmakçı türküleri anında notaya aktarır. Hatta konservatuvar arşivinde Halil Bedii Yönetken’in kendi dolabında sakladığı taş plaklar vardır. Paşmakçı hocamız plakları dinlemek için izin istemiş vermemişler. O da bir pazar günü teybi alarak odaya giriyor, dolabı kırıyor, bütün plakları kopya edip notaya geçiriyor. Arşiv fişlerinde derleyen ve notaya alan bölümünde kendi adı yerine ‘THM Şubesi’ yazıyor. Arşivlerde derleyici ve notaya geçiren olarak isminin geçtiği sadece 400 türküsü kayıtlıdır.

Biz de Türkü sayfamızda Paşmakçı hocamızla, derlediği ve notaya aldığı türküler üzerine hoş söyleşi yapmak için evine konuk olduk. Kapıyı çaldık nazik ve alçak gönüllü muhabbeti gözlerinden okunan bir İstanbul beyefendisi karşımızda. Yanında da dünya tatlısı, tonton, bizi yürekten selamlayarak içtenlikle içeriye davet eden eşi Nuray Hanım vardı.

Heyecanla içeriye girdik, saygılarımızı ve sevgilerimizi belirterek tadı damağımızda kalan söyleşiyi, ilk sınavını yaptığı ve radyoya kazandırdığı öğrencisi ses sanatçısı İbrahim Can ile birlikte yaptık.

MODA İLKOKULU

  • Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

24 Ağustos 1935 yılında Kadıköy Acıbadem’de dünyaya geldim. İlkokula o zaman ikinci mektep derlerdi. İkinci mektebin birinci sınıfında babam ablamın peşinden dolaşıyorum bahçede falan diye beni de erken okula kaydettirdi. Altı yaşında okula kaydoldum. Ertesi yıl Kadıköy’de Mühürdar diye bir semt vardır oraya taşındık. Moda ilkokulunda ikinci sınıftan itibaren devam ettim. Ondan sonra Kadıköy Yeldeğirmeni'nde üçüncü ortaokul derlerdi. Ortaokula kaydoldum.

BAHRİYELİ OLMAK...

  • Müziğe karşı ilginiz ortaokulda mı başladı?

Ortaokuldayken benim şöyle bir emelim vardı. Asker olmak. Özellikle de bahriyeli olmak. Ortaokul sınavlarında üç dersten yazılı olurduk. Yaz okulu bitirdikten sonra Heybeli Adası’ndaki Denizli Lisesi’nin sınavlarına hazırlandım. Önce muayene olduk ve sınavlara girdik. O kadar çok çalışmışım ki altı yüz kişi içinden on sekizinci gelmişim. Büyük bir hevesle okula başladık. On dört yaşımdaydım. Ancak içerideki askeri disiplin, çocukluğumla pek bağdaşır mahiyette değildi. Demek ki başka bir şekilde tahayyül ediyordum. Babam da beni hafta sonları okula götürürdü, bırakır dönerdi. Beni tetkik edermiş karşıdan. Benim biraz hüzünlü olduğumu anladı ve çıkarttı beni oradan.

  • Bahriyeli olma hayalinden vazgeçtiniz.

Kurallara göre on dört gün içinde okuldan ayrılabildim. Ondan sonra sivil olarak devam ettim.

KARNEDEKİ SIFIR

  • Lisede müzik dersinden sıfır almışsınız?

Askeri liseden ayrıldıktan sonra Haydarpaşa Lisesi’ne kayıt oldum. Aslında ilkokul dördüncü sınıftayken bana bir ağız armonikası aldılar. Onu çok sevdim. Hatta arka cebimde taşırdım. Çalmaktan ağzımın kenarları yara olmuştu. Annem de evde ut çalardı. Müziğe yeteneğim vardı. Lisede şöyle bir şey oldu: ben ağız mızıkası ve bağlama çalıyordum. Ancak bir hocamız vardı. Aksi suratlı müzik hocamız. Bütün derslerimizde vıyvıyvıy keman çalar, fakat bir şey anlamayız. Ben yine biraz anlıyorum. Ama nota bilmiyorum. Sınav yapıyordu. Beni de kaldırdı. Sınıfta kızlar da var, utanıyorum da zaten. Nota bilmiyorum dedim. Bir de baktım karneye sıfır gelmiş. Allahtan bir şey çıktı. İsteyen müziği, isteyen resmi seçebilirdi. Ben de müzikle meşgul olduğum halde resmi seçtim.

  • Saz ile nasıl tanıştınız?

Lisenin birinci sınıfında bağlama çalmaya başladım. Bir öğrenci vardı. Sonra doktor oldu. Yaşı benden ileri ama birinci ya da ikinci sınıftaydı. Bağlama çalıyordu. Bağlama yaygın değildi İstanbul’da o zaman. İlk defa onun elinde gördüm. İzciydik biz. Ben borazan şefiydim Haydar Paşa lisesinde. İzci oymağında odalar vardı. İçeriden bir müzik sesi geliyordu. Kapıyı da kilitlemiş kendi başına çalıyor. Açtırdım kapıyı. Bizim girmemize canı sıkıldı. Sonra onu da izci yaptık. Derken o yatılı kalıyordu. Bizim eski ev müsaitti. Yatılı olmaktan çıkarttık eve getirdik. Bir saz da ben aldım on iki buçuk liraya Tahtakale’den. Ondan pek bir şey öğrenmedim ama kendi kendime öğrendim. 1951 yıllarındaydı…

  • Müzik hayatına nasıl başladınız?

Haydarpaşa Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine girdim. Ancak orada birtakım şanssızlıklarım oldu. Babam vefat etti. O zaman stajyer olarak Radyo’ya girmiştim. Rahmetli Muzaffer Sarısözen’in önderliğinde Ankara ve İzmir radyosundan sonra İstanbul radyosunda da Yurttan Sesler kuruldu. 1954 yılının temmuz ayında sınavlara girdik ve iki ağustosta çalışmalara başladık. Babamın vefatından sonra hem çalışmak hem okula devam etmek hem ev kirasını vermek ve geçinmek üzerime düştü. Okulu bırakmak zorunda kaldım. Ondan sonra sanatla devam ettik. 1960 yılıydı hem radyoda hem de belediye konservatuvarı icra heyetinde görev aldım. Orada çalışmaya başladım.

HİSARLI AHMET...

  • Hocam sizin Kütahya’ya bir yolculuğunuz olmuş. Hisarlı Ahmet nasıl ortaya çıktı?

1961 yılında Neriman Altındağ Hanımla biz turneye çıktık. Nida Bey, ben, Yalçın Özsoy ve bir saz çalan arkadaş daha vardı. Bir de tiyatro grubu vardı. Tiyatro oyunu oynandıktan sonra biz sahneye çıkıyorduk. Halk müziğiyle bitiyordu program. Böyle gezerken yolumuz Kütahya’ya düştü. Nida Bey Ankara’daki türkülerden hatırlıyormuş. Ben bu Hisarlı Ahmet’i bulacağım dedi. Hisarlı Ahmet’in sazcı dükkanı varmış. Dükkanı bulduk. Gittik, oturduk. Kahve içtik. Bize çaldı, söyledi. Teyp yok tabi Nida Bey yazmaya çalışıyor. Geç oldu. Nida bey “Siz gidin. Ben biraz daha buradayım” dedi. Bu arada bir iki tane türkü yazabildi.

  • 'Elif dedim be dedim' türküsünü orada mı yazdınız?

Sonra o benim aklımda kalmış. Seneler sonra Oğlu Mustafa Hisarlı ile tanıştım. Bir ailenin üç çocuğuna Aksaray’da ders veriyordum. O da onların yanına geliyordu. Daha yeni başlamış saz çalmaya. Orada tanıştık. Dedim babanla tanıştık senin. Falanca gün İstanbul’a gelecek dedi. Aman dedim. Bizim eve de arz edelim. Aldım götürdüm. Bir defa bizim evde, birkaç defa da Kütahya’da buluştuk. Bu türküyü de o zaman yazdım. Aşağı yukarı türkülerin yüzde yetmişini falan aldım. Çok sevindi. İcrası fevkalade. Her şey açık.

Yücel Paşmakçı meşhur etti:

ELİF DEDİM BE DEDİM

Elif dedim be dedim (aman)

Gız ben sana ne dedim

Guş ganedi galem olsa (aman)

Ah yazılmaz benim derdim

Elif'im noktalandı (aman)

Az derdim çokçalandı

Yetiş anam yetiş bubam (aman)

Ah çeyizim bohçalandı

(Ah mezerim tahtalandı)

Yöresi: Kütahya

Kaynak: Hisarlı Ahmet İnegöllüoğlu

Derleyen ve notaya alan: Yücel Paşmakçı

Makamsal Dizin: Kürdi

Konusu-Türü: Aşk, sevda

BİR ELİF MASALI…

'Elif Dedim...' Her dinleyişte içimizi titreten, bizi uzaklara götüren bu türkü Kütahya yöremize ait. Bir “bizi ayıran ölüm oldu” türküsü aslında. İki aşığın masalı… Bu iki aşığımızdan kadın olan, adını türküye de veren Elif’tir. Delikanlının ismi ise maalesef bilinmemektedir. Bu iki genç, birbirlerine giderek artan bir sevdayla bağlıdırlar. Her gün gizliden gizliye görüşür, hasret giderirler. Fakat, kara talih aşıklarımızın önünde engel olmaya adeta ant içmiştir. Delikanlı verem hastasıdır ve bu hastalığı köyde kısa sürede duyulur. Tabi Elif’in ailesi de bu haberi duymuş ve kızlarının bu delikanlıdan uzak durmasını istemiştir. Delikanlıya, “Git tedavi ol, Elif’i ancak o zaman sana veririz” derler. Delikanlı tüm yokluğun içinde elinde ne var ne yoksa hastane masraflarına vermeyi kabul ederek sırf sevdiğine kavuşabilmek için şehirdeki hastaneye yatar.

Elif’e hemen bir mektup yollar. “Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım” diyen delikanlıya Elif’ten cevap gelmez…

Zaman içinde durumu daha da kötüye giden sevdalı delikanlı, Elif’in hasretiyle yanıp tutuşmaktadır fakat ne çare… Kızın ailesi bir kez bile ziyarete gitmesine izin vermez.

Elif’e hasretini sözlere döker delikanlı… Türküsünün sözlerini şapkasına saklar. Acı gün olur ve delikanlı hastalığa yenik düşer… Cenazesi sırasında şapkasından bu sözler çıkar ve ailesi tarafından türküleştirilerek günümüze kadar dilden dile, gönülden gönle dokunarak gelir.

Sonraki Haber