‘Yayınevi yazarı takipçi sayısına göre seçiyor’

Artık birçok yayınevi kitabını basacağı yazarı sosyal medyasındaki takipçi sayısına bakarak seçiyor. Fazla takipçisi olan Arda Erel bunlardan biri. Erel, daha 20’li yaşlarında ve sekiz kitap yazarak 500 bin okura ulaştı

Arda Erel, on yıl önce, daha sosyal medya yeni yeni hayatımıza girerken yazılarını sosyal medya blog’unda paylaşmaya başlar. Günlük yazdığı yazılarla hiç ummadığı takipçi sayısına ulaşır. Böyle olunca da yayınevlerinin dikkatini çeker. Çünkü yayınevleri de takipçi sayısının kitap satışını etkileyeceğini, önemli satış rakamlarına ancak böyle ulaşacaklarını düşünüyorlardı. Öngörüler yersiz değildi. Çünkü sosyal medyada takipçi sayısı yüksek olanların kitapları da çok satmaya başladı.
Arda Erel, 1995 doğumlu genç bir yazar. O da yüksek takipçi sayısı nedeniyle yayınevlerinin dikkatini çekti. Çünkü güçlü, ilgi çeken bir sosyal medya sahibiydi. Bugüne kadar sekiz kitabı yayımlandı ve 500 bin satış rakamlarını yakaladı.
Sosyal medya yazarlarının bir şansı da kitaplarını basmak için yayınevlerinin kapılarını aşındırmak, uzun süreler basımını beklemek zorunda değiller. Yayınevleri onları buluyor.
Arda Erel Instagram’da 1 milyon 100 bin takipçiye sahip. Erel, Türkiye’deki edebiyata bakışı çok kompleks buluyor ve şöyle diyor: “Benim edebiyatla aramda böyle kompleks bir bakış yok. Ama bence Türkiye’deki çoğu entelektüel, edebiyat dünyasında çok kibirli. Bu edebiyata fayda sağlıyor mu? Bence sağlamıyor. Hatta halkı edebiyattan koparıyor. Bizim Türkiye’deki bence en büyük sorunumuz, edebiyatı, çok yükseklerde olan, çok ulaşılmaz, çok bilgili, çok burjuvazi olan bir kesime layık görmemiz.”
Arda Erel’le tüm bu konuları konuştuk.

- Sizi tanımak istiyoruz. Kendinizi anlatır mısınız?
1995’te İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum. Ardından Galatasaray Üniversitesi’nde sosyoloji alanında yüksek lisans yaptım.
Küçük yaşlardan beri yazıyorum. 7-8 yaşlarımda günlükler tutmaya başlamıştım. Annem bana defter almıştı ve yazmamı istemişti. Böyle başlıyor yazıyla kurduğum bağ. O günden beri yazıyla aramdaki bu bağı hep korudum.

- 20’li yaşlarınızdasınız ve sekiz kitap yazdınız. Kitaplarınız 500 bin okura ulaştı. Bu sonuca ulaşmak için nasıl bir yol izlediniz?
Kitap okurunu buluyor aslında. Her kitap için de bu geçerli. Mistik bir yerden hep buna inanıyorum. Ama tabii ki teknoloji ve dijital dünyanın yardımı konusunda çok şanslıydım. Çok hızlı öne çıktım, çok fazla insana ulaştım, ismimi duyurdum. Yaklaşık on yıl önce, daha sosyal medya yeni yeni hayatlarımıza girerken yazılarımı sosyal medyada, bloglarda paylaşmaya başlamıştım. Hiç ummadığım bir etkiyle çok fazla insana ulaştım. Ardından yazı dünyam zamanla daha da gelişti. Çocukluğumdan beri çok okuyan biriyim. Başarının da yazı dünyasının da en azından benim alanımda, okumakla çok ilgisi olduğuna inandım her zaman, tüm yazarlar gibi. Böyle bir yol izledim yani; daha çok okumanın, gözlemlemenin, düşünmenin yolunu.

- Kitaplarınızda ana tema nedir?
Benim romanlarım günümüz dünyasına dair romanlar. Ben bugünü anlatan romanlar yazdım. Her romanımda da farklı bir tema var. Sarsıntı adlı ilk romanım, bugünün dünyasında geçen bir terapist kadının hikâyesi. Annemin Bilmediği Her Şey adlı üçüncü romanım, hafıza ve kimlik üzerine, günümüz dünyasından bir aile ve sistem eleştirisi. Son romanım Senin Hakkında Bir Hikâye de yine aynı şekilde, günümüz dünyasında nasıl ayrıldığımız üzerine, ayrılmanın günümüz dünyasındaki anlamı üzerine, yasa dair bir roman.

YAYINEVLERİ YAZARI TAKİPÇİ SAYISINA GÖRE SEÇİYOR

- Geçmişte bir edebiyatçının kitabını yayınevine kabul ettirmesi bile yıllar sürerdi. Siz genç yaşta bu kadar kitap yazıp yayınladınız. Sizce bugün yazarın okura ulaşmasının geçmişten farkı nedir?
Birçok şey etkili. Ancak en önemlilerinden biri sosyal medya ve teknoloji oldu. Tabii ki bir de popüler kültürün içine ne kadar dahil olduğun meselesi var. Ne yazık ki çoğu yayınevi için bu böyle. Birçok yayınevi kişinin sosyal medyasındaki takipçi sayısına bakarak basacağı yazarı seçebiliyor. Ben bu konuda yayınevlerinin ilgisini bu yüzden çok çektim. Çünkü güçlü, ilgi çeken bir sosyal medyaya sahibim. Ancak bu, her şey demek değil. Ben kendimi her zaman geliştiren de bir yazarım ve kendimle okur arasında uzaklık kurmuyorum, yakınlık kuruyorum, temas ediyorum.
Yazara bugünün dünyasında ulaşmak daha da kolay. Tüm yazarlar sosyal medyadan gelen tepkilere bakıyorlar, okurlarına cevap veriyorlar. İyi ki de böyle. Eskiden daha çok hiyerarşi vardı. Ben hiyerarşi sevmiyorum. Yazarlığımı da okurumla hiyerarşi kurarak gerçekleştirmiyorum. Bu yüzden de yazılarımın çok okunduğunu düşünüyorum. En önemlisi de hem yalın bir dille hem de gerçek yazmayı becerebiliyorum diye düşünüyorum ve sürekli kendimi geliştirmemin de etkisi büyük.

‘EDEBİYAT DÜNYASI KİBİRLİ’

- Bu farkı edebiyat açısından değerlendirirsek, neler söylersiniz?
Ben Türkiye’deki edebiyata bakışı çok kompleks buluyorum. Benim edebiyatla aramda böyle kompleks bir bakış yok. Ama bence Türkiye’deki çoğu entelektüel edebiyat dünyasında çok kibirli. Bu edebiyata fayda sağlıyor mu? Bence sağlamıyor. Hatta halkı edebiyattan koparıyor. Bizim Türkiye’deki bence en büyük sorunumuz, edebiyatı, çok yükseklerde olan, çok ulaşılmaz, çok bilgili, çok burjuvazi olan bir kesime layık görmemiz. Ben edebiyatı böyle görmüyorum. Evet, bugün edebiyat belki daha az önemseniyor, kıymet görüyor veya iyi yazarlar daha az basılıyor. Ama bunun edebiyata bakışla, edebiyatın toplumsal anlamıyla ve edebiyatçıların toplumla nasıl bir bağ kurduğuyla da ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Ben, günümüz edebiyatçılarından, temsillerinden biri olduğumu düşünüyorum ve bazı kalıpları da yıkmayı istediğimi söyleyebilirim.
Edebiyat, karmaşık, zor meseleler anlatmak zorunda değil. İnsanlardan uzak olmak zorunda da değil. Böyle olduğunda, edebiyat dışlanacak veya sadece belli bir kesimin anlayabileceği, kısır bir alana sıkışacak. Benim edebiyatım ve sevdiğim edebiyat, insanı yalın dille ve gerçek şekilde anlatan bir metin. Karmaşık dilleri, ağdalı dilleri, zor metinleri seven ve onu edebi bulan edebiyatçıların gözü bana çok uzak bu yüzden.

- Sizinle ilgili yapılan yorumlarda; “İç rahatlatıcı havasında yazdığı pasif özgüven aşılayan sözleri şiirselliğin yanına yaklaşamayacak ölçüde olmakla beraber, günlük hayatta her yerden duyulabilecek basit cümlelerden ileriye gidememiştir” deniyor. Günlük hayat diliyle bu kadar insana ulaşmak edebi açıdan değerlendirildiğinde neler söylersiniz?
Ben ilk yazılarımı paylaştığımda, 19 yaşlarındaydım. Entelektüellere ait bu üstenci sektöre ne kadar erken girdiğimi ve ne kadar yargılandığımı tahmin ediyorsunuzdur. Bu gelen eleştiri de o kadar eski bir eleştiri ki, ekşi sözlükte yazıyor, hatırlıyorum. İnsanlar benim ne kadar genç ve amatör şekilde bu sektöre girdiğimi bilmiyorlar. Ben işte tam da bu üstenci dilin etkisinde yetiştirdim kendimi. Kolay oldu diyemem. Çünkü bizim toplumumuz daha çok ezmeye meyilli bir toplum, desteklemeye değil. Özellikle entelektüel alanlarda ezmek, küçük görmek, bunlar çok daha yaygın. Ama ben kendimi korudum da. Başarımı da elde ettim. Çünkü, şöyle ki, benim yazım nereyi işaretlemek isterse orayı işaretler. Nereye uzanmak isterse oraya uzanır yazım.

‘KİMSEYE BEĞENDİRMEK ZORUNDA DEĞİLİM’

Bu yüzden ben istediğimi yazmakta çok özgürüm. Ağdalı bir dil kullandığımda iyi edebiyat yapıyorum diye düşünenler gibi düşünmüyorum. Hatta ağdalı dil kullanan, anlaşılmaz cümleler kuran yazarları da halktan kopuk görüyorum. Benim edebi metin anlayışım, edebiyata dair algım bu yüzden Türk entelektüellerinden de bazen ayrışıyor. Benim kimseye beğendirmek gibi bir zorunluluğum da yok mesela metinlerimi. Çünkü aslında, ilk etapta kendim için yazıyorum. Her yazarın da böyle olduğunu düşünüyorum. Sadece okuru düşünürsek, sipariş usulü yemek hazırlamaya benzer bu iş. Yazı öyle bir iş değil.
Benim günlük hayat dilini kullandığım yazılarım da var, hiç kullanmadığım yazılarım da var. Ben yazılarımı edebi açıdan değerlendirmekten ziyade ne kadar gerçek ve ne kadar başka insanlara temas edebilen bir yazı oldu diye değerlendiriyorum; bu açıdan bakıyorum metine. Edebi kaygılarla yazarsa bir yazar, oradaki samimiyetsizlik veya zorlama uğraş okura geçer diye düşünüyorum. Edebiyat, insanı anlamak ve anlatmaktır; kompleks cümleler kurarak entelektüel görünme kaygısına düşmek değil. Türkiye’de ne kadar ağdalı ve zor yazarsan, o kadar iyi metin yazdığını düşünüyor bir kesim. Bu bana uymuyor. En azından benim edebiyatla kurduğum bağ, metinle kurduğum bağ böyle değil.

‘ÇOK YAZARDAN ETKİLENDİM’

- Siz iyi bir okur musunuz? En çok ne okumayı seviyorsunuz? Sizi en çok etkileyen yazarlar kimler?
Evet, ben çok iyi bir okurum. Günümün yedi sekiz saati okumakla geçiyor. Hayatım okumak diyebilirim. En çok psikanaliz, felsefe, sosyoloji ve politika okumayı seviyorum. Ama aynı zamanda tabii ki edebiyatı, antropolojiyi ve farklı disiplinlerden de okumaları yapıyorum. Disiplinlerarası bir dünya görüşüm var. Beni etkileyen, üzerimde etkisi olan yazar öyle çok ki. Hangisinden başlamak doğru olur bilemiyorum. Birini söylesem diğerine haksızlık edecekmişim gibi geliyor. Ama bazılarını sayayım: Pierre Bourdieu, Annie Ernaux, Audre Lorde, Edward Said, Hanif Kureishi, James Baldwin, Thomas Bernhard, Javier Cercas, Zygmunt Bauman, Eva Illouz, Derrida, Melanie Klein, Winnicott, Freud, Judith Butler, Silvia Federici… Çok yazardan etkilendim.

YAPAY SEVGİ

- “Günümüz dünyasında ben aşkın farklı anlamlara büründüğünü, insanların yaşamlarında aşkın bir görünüp bir kaybolduğunu, insanların genelde onu sosyal medyada veya arkadaşlık uygulamalarında elleriyle dokunarak yakalamaya çalıştıklarını, ama aslında hep ellerine çatlak bir şeyin geçtiğini düşünüyorum.” diyorsunuz? Sizin yazarlık hayatınız da sosyal medyaya dayanmıyor mu? Ellerine “çatlak” bir şey geçer diyorsunuz. Nedir o “çatlak”?
Benim yazarlık hayatımla, bu yazdığım konunun pek bir alakası yok ki. Yazarlığım da sosyal medyaya dayanmıyor. Yazarlığım, benim çocukluğuma, içsel dünyama dayanıyor. Sosyal medya beni, yazarlığımı yaratmadı yani. Sosyal medya olmasaydı da ben yazardım. Sosyal medya, yazılarımın yer bulduğu bir yerdi sadece. Sorunuza gelecek olursam, evet ben teknolojinin arkadaşlık uygulamalarıyla beraber ilişkileri epey yapaylaştırdığını ve olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Çatlak dediğim şey de o yapay ilgi, yapay sevgi. Her şeyin hızlıca kolaylaştığını düşünüyorum. Kolaylaşmasında, hızlı ulaşılabilir olmakta da sorun buluyorum. Çünkü bu, ilişkilerin emeksiz bir şekilde yaşandığını gösteriyor. Emek, ilişkiler için çok önemli.
n Bir röportajınızda “Yaptığım yazarlığın y’si olamaz.” demişsiniz. Şimdi yayınlanmış sekiz kitabınız var? Kendinizi yazar olarak görmüyor musun?
Kendime entelijansiyanın gözünden baktığımda yetersiz hissettiğim oldu. Bu yüzden kendi yazar kimliğimi kurmak için biraz bekledim. Seneler sonra, kendime yazar diyebildim nihayet. Bunun altında kültürünün baskıcı, hiç destekleyemeyen, üstenci bakışı vardı. Ama ben bunu içsel dünyamda yıktım, değiştirdim. Romanlarım ve tüm kitaplarım, benim yazarlığımın, üretkenliğimin, hayal dünyamın ve yaratıcılığımla beraber yeteneğimin kanıtı oldular.

“Benim günlük hayat dilini kullandığım yazılarım da var, hiç kullanmadığım yazılarım da var. Ben yazılarımı edebi açıdan değerlendirmekten ziyade ne kadar gerçek ve ne kadar başka insanlara temas edebilen bir yazı oldu diye değerlendiriyorum; bu açıdan bakıyorum metne. Edebi kaygılarla yazarsa bir yazar, oradaki samimiyetsizlik veya zorlama uğraş okura geçer diye düşünüyorum.”

Sonraki Haber