Yeni Dünya Düzensizliğinde Türk Devletleri Teşkilatı

Türkiye’nin maceraperest ve romantik söylemlerin motive ettiği eylem biçiminden ziyade, ayakları yere basan, mevcut ve potansiyel güç unsurlarıyla uyumlu şekilde stratejilere yönelmesi ve bunu öncelikle kurumsal bir muhtevaya büründürmesi önemlidir.

Mefkûresiz devletler, her an kopacak bir kıyameti beklerler. Diriltici ve yaratıcı bir mefkûreye malik olan her devlet layemuttur, ölmez.”

- Ziya GÖKALP

Biz bu yeni sisteme “yeni dünya düzensizliği” diyoruz. Peki eski ne kadar yenidir ve yeni olan kaç yaşındadır? Bu soruların cevaplarını ABD Başkanı Biden’ın 2021 yılında Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi için çerçeve oluşturmak amacıyla kaleme aldığı belgede kullandığı; “Dünyanın 75, 30 ve hatta 4 yıl önceki haline döndürülemeyeceği” ifadesinde bulabiliriz. Daha açık şekilde ifade edecek olursak, mevcut dünya düzensizliği, Soğuk Savaş döneminin katı iki kutuplu sitemi ile başlayan ve 1960’lı yıllardan itibaren yumuşama dönemine evirilen esnek iki kutuplu yapısından ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD’nin yaklaşık 15 yıl sürecek küresel hegemonyasından oldukça farklıdır. Günümüz uluslararası sistemi; herhangi bir aktörün küresel düzeyde hegemonya sağlayamadığı “çok merkezli” yapı olarak tanımlanabilirken, küresel yönetişimin seyrine etki eden aktörlerin çokluğu tabii olarak “belirsizliği” daha da ön plana çıkarmaktadır.

Prof. Dr. İlyas Topsakal

Bu bağlamda mevcuttaki dünya düzensizliğine dair kani olunan iddiaları, 4 boyutta inceleyebiliriz:

Bunlardan birincisi; ABD’nin uluslararası sistemdeki belirleyici rolünün aşınmasıyla ilgilidir. ABD’nin tek kutuplu sistemdeki üstünlüğünü sürdürmek, baba Bush’tan itibaren başlayıp Barack Obama ile son bulan süreçteki ABD başkanlarının büyük stratejik hedefleri olarak görülmüştür. Son bulan süreçtir çünkü ABD’nin uluslararası sistemdeki pozisyonu, son 10-15 yılda ciddi dönüşümlere uğramıştır.

ABD’nin göreli güç kaybı ile eş zamanlı olarak liberal normların düşüşe geçmesi mevcut dünya düzenine dair tartışmaların ikinci dinamiği olmuştur. Bu durum hem siyasi hem de ekonomik bazı sonuçları gözler önüne sermektedir.

Üçüncü dinamik; yükselen güçler ve güvenliğin bölgeselleşmesi ile ilgilidir. Son küreselleşme dalgası, otonom bölgesel güvenlik unsurlarının ortaya çıkmasının yolunu açan yeni bir bölgeselleşme anlayışını da tetiklemiştir. Ayrıca, bölgesel güçlerin yükselişi ve büyük güçlerin manevra alanlarını geliştirmesiyle devam eden süreç ortaya çıkan güç boşluklarından kaynaklanan fırsatları ve kaotik durumu beraberinde getirmiştir.

Dördüncü dinamik; uluslararası sistemdeki “ortak güvenlik” fikriyatının ve bununla birlikte güvenlik odaklı çok uluslu ittifak yapılarındaki çözülmelerle ilgilidir.

TÜRKİYE POLİTİKALARINI TÜRK DÜNYASINA YÖNELTMELİ

Türkiye; dost, düşman ve müttefik ayrımının tam olarak yapılamadığı günümüz dünya düzeninin bulanık geleceğinde ve kaygan zemininde, politikalarını ve bunlara götürecek stratejilerini belki de hiç olmadığı kadar Türk Dünyası’na yöneltmelidir. Çünkü uluslararası sistemin büyük güçlerinin en önemli rekabet alanlarından biri olarak; Doğu Türkistan’dan başlayarak Batı Türkistan’ı içine alan ve Azerbaycan’dan Nahçıvan Koridoru ile Türkiye’ye geçen ve nihayet Balkanlara ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan Türk Dünyası jeopolitik bir gerçekliktir.

Türkiye’nin merkezde yer alacağı bu jeopolitik bir perspektifte, Türk Dünyası’nın üç haleli bir yapıda ele tasvir edebiliriz; birinci hale Oğuz kökenli Türklerdir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu ile bir siyasal yapı içinde bulunmuş ve dünyanın geçtiği tüm sosyal ve felsefi değişimi beraberce yaşamış ve aynı duygu-düşünceyi içselleştirmiş bir millettir. Bilimsel ve edebi literatür ile siyasal algı anlamında neredeyse aynı tepkiyle olayları yorumlama yeteneklerine sahiptir. Bağımsız Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Balkan, İran, Irak ve Suriye Türkleri bu anlamda hemen hemen aynılık gösterir. Bu siyasal davranış biçimi tesadüfi ya da yapay değil, kesintisiz bir tecrübe ile tarihsellik sunar ve ortak kimlik oluşturmada yeknesak bir tavır sergiler. Bu halenin içinde İslam olmuş halkalar da Cumhuriyetle birlikte Türklük dairesine kabul edilmiş; Türk devleti geçmişte olduğu gibi alttaki farklı boy, kabile ve milletleri kendi içinde olabildiğince özgürlük alanı sağlamada hassas davranmıştır.

Türk Dünyası’nın çekirdek halelerinin ikincisi olan ve Kafkasya’nın kuzeyinden başlayarak Türkistan coğrafyasını ihata eden Kıpçak boyları ve devletleri günümüzde bağımsız Orta Asya Türk Cumhuriyetleri (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Türkmenistan) ve Afganistan, özerk statüde ise Tataristan, Başkurdistan, Yakutistan, Doğu Türkistan ile ifade edilebilir. Burada yaşayan Türk toplulukları sosyo-kültürel yaşam ve adetleriyle bunun içinde edebi miraslarda dâhil hemen hemen aynı referanslara sahiptir ve kalbi olarak birbirlerine sıkıca bağlıdır.

TDT'NİN ÖNEMİ

Türk Keneşi adının “Türk Devletleri Teşkilatı” (TDT) olarak değiştirilmesi Teşkilat’ın iç siyasi dinamiklerini ve birlik mefhumuna yükledikleri anlamı ortaya koymaktadır. Öyle ki bu ad değişikliği, Teşkilat’ın; üye devletlerin bir potada eritilmesi yoluyla teklik kazanılması değil, onların tek tek, eşit statüyle ortak amaçlar etrafında birlik olmasına yönelik şuurunu ifade etmektedir: Her birinin halkları Türk olan devletlerin teşkilatı. Türk kuşağının üçüncü ve son halesi aslında Kuzey Afrika’daki Osmanlı hinterlandında bulunan ülkeler ile başlayan Rusya ve Çin’le hatta Pakistan-Hindistan’daki devam eden bir alanı kapsamaktadır. Burada yaşayan Türk topluluk ve halklarının temel özelliği başka devletlerin içinde topluluk halinde yaşamalarıdır.

Bu üç halenin merkezindeki Türkiye’nin maceraperest ve romantik söylemlerin motive ettiği eylem biçiminden ziyade, ayakları yere basan, mevcut ve potansiyel güç unsurlarıyla uyumlu şekilde stratejilere yönelmesi ve bunu öncelikle kurumsal bir muhtevaya büründürmesi önemlidir. Bu bağlamda Türk Devletleri Teşkilatı’nın konumuz açısından önemi çok büyüktür. 3 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Nahçıvan Anlaşması neticesinde kurulan Türk Keneşi ile ruhunu edinen “birlik”, 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da imzalanan anlaşma çerçevesinde Türk Devletleri Teşkilatı’nda vücut bulmuştur.

Siyasi alanda, Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkelerinin; devletlerin tek tek kendi dış ve güvenlik politikaları, bölgesel konular ile uluslararası sisteme sirayet eden hususlarda birbirlerini destekleyici ve ortak adımlar atması ya da en azından bunun beklenmesi, Teşkilat’ın hem sürdürülebilirliği hem de etkinliği bakımdan elzemdir. Çünkü konu odaklı ittifak yapılanmalarında ve/veya olgunlaşmış çok uluslu örgütlerde bile ortak siyasi söylemin zayıflaması doğrudan hizipleşmenin önünü açarken, bu örgütün etki kapasitesini de zayıflatmaktadır.

ADALET VE RIZA

Ekonomik alanda ise, Teşkilat'ın ve Türk dünyasının birlikte kazanacağı somut ve sistemli altyapıların oluşmaya başladığı görülüyor. Yayınlanan vizyon belgesinde, daha önce adımları atılan ve gelecekte kurulacak birçok ortaklığın ifade edilirken; karşılıklı ticaret ve yatırımı kolaylaştırmak için gerekli önlemlerin alınması, üye devletlerin “Türk Yatırım Fonu'nun eşit sermaye katkısı ve eşit oy hakkı ilkesine dayanarak kurulması” gibi başlıklar ön plana çıkıyor. Bahsedilen programların "Ticareti Kolaylaştırma Strateji Belgesi” çerçevesinde bitirilmesi ve Türk Ticaret Evleri (TTE) ve Türk Ticaret ve Sanayi Odası (TTSO) kurumları aracılığıyla faaliyet alanlarının geliştirilmesi bekleniyor.

Teşkilat’ın sağlam temeller üzerinde gelişerek geleceğe taşınması için belki de en önemli faaliyet alanı, “halklararası işbirliği”dir. Üye devletler arası ilişkilerin toplumsal düzeyde de karşılık bulması ve ortak olan değerlerin bir paydada toplanmasının yegane yolu birbirlerini tanımalarından geçiyor. Bu tanışlık, Teşkilat’ın hem devlet hem de millet düzeyinde çift yönlü inşasını sağlayabilir. Böylelikle de birliğin özünü bulacağı normun ortaya çıkacağı umut edilebilir.

Türkiye ve üye devletler arasındaki ilişkilerin özü ve normu “rıza” diye isimlendirdiğimiz dış politik davranış tipi ile yani Türklere özgü diplomasiyle şekillenmelidir. Batı da uluslararası ilişki biçimi “kazan-kazan” mantığıyla faydacı ve fırsatçı durumu temsil etmektedir. Ancak bu model Türk irfan geleneğine göre insani değildir; Türk medeniyetinde de böyle bir ilişki biçimi yoktur. Türk modelinin temelinde insan ve insanın idareden rızası gözetilmekte dış ilişiklerde de bu tavır adalet mefhumunun temelinde yükselmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında da dış politikanın temelinde rıza vardır ve bu gelenek devam etmektedir. Bağımsız Türk Cumhuriyetleri, Suriye, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan, Balkanlar, Kafkasya, Ukrayna (Kırım) ve aklınıza gelebilecek her yerde adalet ve rıza bizim diplomasimizin ana nüvesini oluşturur. Bu davranış tarihseldir ve büyük millet ve devlet olmanın kodlarını bize anlatır.

Bugün Türkiye, 1990’lardaki “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” mottosunu gerçekleştirebilecek, söylemden eyleme geçebilecek durumda; daha güçlü ve daha kararlıdır. Bu durum Türkiye için hem stratejik bir tasavvur hem de milli bir sorumluluk alanı oluşturmaktadır ve üç hale içindeki 300 milyonun çekim lokomotifi Türkiye’dir.

(*) Bu bildiri, Ulusal Strateji Merkezi (USMER)'nin ve Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi'nin 17-19 Kasım arasında ortaklaşa yaptığı “Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 Yılında Asya'da Devlet Birikimi Uluslararası Çalıştayı”nda sunulmuştur. Makalenin tamamı aydinlik.com.tr'dedir. Arabaşlıklar tarafımızdan konulmuştur.

Sonraki Haber