Yücel Paşmakçı Aydınlık'a konuştu-7: Adapazarı Konservatuvarı'nı yola kurban ettiler!

'İTÜ’de çalışırken Adapazarı Konservatuvarı'nda da görev yürüttüm. 1984-1989 yıllardaydı. Belediyenin yeni kurduğu konservatuvarı vardı. Cumartesi günleri büyük bir hevesle gidiyorduk. Fakat dört yıl sonra belediye seçimi oldu.

Bu hafta değerli hocamız Yücel Paşmakçı ile İstanbul ve Ankara dışındaki çalışmalarını konuştuk.

  • 1983’ten sonra siz Radyo’dan Koro Şefi olarak TRT’ye geldiniz. Oradan İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’na geçtiniz. Orada bir nesil yetiştirdiniz. Yetiştirdiğiniz nesilden de hocalar çıktı...

Evet tabi ki çıktı. Profesör olanlar da çok. Erol Parlak, Süleyman Şener…Hatta Gaziantep Konservatuvarı'nda yetiştirdiklerim var. Birçok yerlerde var. Hatta bana eksik olmasınlar fahri doktora unvanı verdiler.

  • Hocam İstanbul ve Ankara dışındaki illerde konservatuvar çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz? Benim bildiğim Adapazarı Konservatuvarı'nda çalışmanız var.

Evet, Adapazarı dört sene sürdü. İTÜ’de çalışırken ek olarak bu görevi de yürüttüm. 1984-1989 yıllardaydı. Belediyenin yeni kurduğu konservatuvaı vardı. Müdürü de iyi ve çok efendi bir adamdı. Cumartesi günleri büyük bir hevesle gidiyorduk. Fakat dört yıl sonra belediye seçimi oldu. Yeni seçilen belediye başkanı “Nedir buranın maliyeti” diye sormuş. Söylenen maliyete “Ooo ben bu paraya yol yaparım” demiş ve dört yıl sonra okulu kapattı.

  • Bursa Belediye Konservatuvarı’ndaki çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?

1993 yıllarında Bursa Belediye Konservatuvarı'ndan çağırdılar. Belediyenin Personel Daire Başkanı aradı. Dedi ki, “Bizim konservatuvarımız var Bursa’da. Türk sanat müziği bölümü ve bandomuz var. Halk Müziği bölümü kurmak istiyoruz. Yardımcı olur musunuz? Yalnız hocaları Bursa’dan seçin.” “Tabi, müracaat etsinler” dedim. Ali Yılmaz, ben, Taşkın Doğanışık üçümüz gittik. Hoca olacaklar imtihana girdiler. 1997 yılında Bursa’da belediye konservatuarının halk müziği bölümünü oluşturduk. Her sene dört-beş yüz öğrencisi vardı. Çok yetenekli öğrenciler iyi bir eğitim kadrosuyla çalışıyorlar orada.

  • Bursa’da derleme yapabildiniz mi?

Burada oluşturduğumuz bir heyetle iki defa derlemeye gittik. Kütahya Tavşanlı ve Bursa’nın dağ köylerinde türküler derledik. Yine bunların da bir kısmını yazdık. Hala da devam ediyorlar. İcra heyeti kurduk maaşlı, kadrolu. Çoğu emekli oldular.

  • Bursa’ya mesafe uzak. Nasıl gidiyordunuz?

Cuma gecesi otobüs ile yola çıkıyorduk. Pazar sabahı geri dönüyordum. Bu dokuz sene sürdü. Kolay iş değil. Oradakiler emekli oldular şimdi.

  • İ.C. Herkes emekli oldu ama hocam hala hocalığa devam ediyor.
  • Haliç Üniversitesi’nde ne zaman başladınız?

2002 yılında başladım. Halen devam ediyorum.

KİZİROĞLU MUSTAFA KİMDİR?

“Kiziroğlu” türküsünün hikayesini yazarken 2005 yılında, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda, “Türkiye Sahasındaki Hikayeli Türküler Üzerine” doktora tezi yapan Sayın Merdan Güven’in araştırmasından yararlandık.

Şu anda Ankara Radyosu Müdürü olan Doç. Dr. Sayın Merdan Güven, 15 Temmuz gecesi verdiği talimatla, en kritik dönemde Ankara Radyosu’nda darbe bildirisinin okunmasını engellemişti. Kalabalık halk topluluğunu ikna ederek Radyo Evi’ne sokmuş; kahramanca direnen topluluğa, “Merak etmeyin, ben ölmeden kimse Radyo Evi’ne girip darbe yayını yapamaz” demişti. Sayın Merdan Güven’in bu yurtsever tutumunu okuyucularımıza bildirmeyi borç saydık.

Kizir, Kars’ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kizir dağlarının geniş eteklerinde kurulmuştur. Güneyini büyük otlak ve çayırlıklar kaplamaktadır. Köyün dört bir yanından soğuk pınarlar fışkırır. Köy belli belirsiz bir sıra ile düz, toprak damlı evlerden oluşmaktadır. Kimi evler beyaz badanalı, kimileri balçık sıvalı, kimileri de taş yapılıdır. Köyün hakim bir yerinde bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Köroğlu’nun Kalesi derler buraya. Kiziroğlu Mustafa Bey de bu köyde yaşamış, burada efsaneleşmiştir.

Merdan Güven, Kiziroğlu hakkında köyün yaşlılarının anlattıklarını ve çeşitli söylentileri şöyle aktarıyor: “Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde birbirinden uzak yirmi-yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye 'Kizir' derlermiş. Kizir, 'Muhtar' demektir. Gün gelmiş zamanın Kizir’inin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizir’in bir oğlu olmuş. Adını da Mustafa koymuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. Bütün çocukluğu Kizir Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu yerde kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş…”

KÖROĞLU'NA KARŞI ÇIKARILAN BİR KAHRAMAN

“Kuşkusuz, Köroğlu’nun Bolu dağlarından çıkıp da Kars’a gelmesi, o zamanın koşulları göz önüne getirilecek olursa olanaksızdır. Ama halk duyusu, halk anlayışı ve düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu’nun bağrında birleştirmekten zevk duyuyor. Onları önce çarpıştırıyor, sonra da birleştiriyor. Bu Anadolu insanının kahramanlara verdiği değere bir örnektir...

Yukarıda belirtildiği gibi, hiçbir zaman Köroğlu’nun Bolu’dan Kiziroğlu’na gelmiş olması düşünülemez. Olsa olsa Doğu Anadolu halkının, batıda adını duyuran Köroğlu’na karşı çıkardığı bir kahramandır Kiziroğlu... Şu da bir gerçektir ki, Kiziroğlu efsanesi tepeden inmemiştir. Bir olayın sonucudur. O halde böyle bir yiğit yaşamıştır, ün almıştır, haksızlara boyun eğdirmiştir. Halk da böyle bir efsaneyle Kiziroğlu’nu yaşatmakta, onu saygı ve sevgiyle anmaktadır.”

Hikayemiz…

Kiziroğlu Mustafa’nın uzak diyarlara gittiği günlerde, Bolu Beyine aman dedirtmiş, yedi cihana nam salmış dillere destan Köroğlu, altında Kıratı, yanında karısı Nigar ve çocukları ile çıka gelmiş. Kısır dağının ıssızlığı, kuş uçmaz kervan geçmez olması hoşuna gitmiş. Kendisine kale gibi bir ev yapmış, sahipsiz gördüğü Kısır Dağının eteklerine.

Gel zaman git zaman bir süre sonra Kiziroğlu Mustafa köye dönünce kale gibi heybetli evi görmüş, işkillenmiş ve dayanmış Köroğlu’nun kapısına. Kapıyı açan Nigar’a evin sahibini sormuş hışımla ve meydan okumuş, Köroğlu’nu tanımadan bilmeden.

Köroğlu, bir karşısında çalımlı çalımlı duran yeni yetmeye Kiziroğlu Mustafa'ya bakmış, bir de altında depreşip duran Alapaça ata bakmış. Biraz tebessümle, biraz küçümsemeyle dövüşü kabul etmiş. Her ikisi de birbirini kötü insanlar olarak biliyormuş. O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış.

'YİĞİTLERİN KAVGASI'

Kısır Dağı'nın eteklerinde kavgaya tutuşmuşlar. Vur ha vur, vur ha vur saatlerce sürmüş dövüşleri. Bu sırada Kırat'la Alapaça da boş durmaz, tepişip dururlarmış. Kiziroğlu Mustafa’nın atı Alapaça, Kırat'ı fena benzetmekte, kaçmasına bile fırsat vermemekteymiş. Alapaça'nın Kırat'ı bezdirdiğini gören Kiziroğlu Mustafa, daha da bir yüreklenmiş, yüklenmiş de yüklenmiş Köroğlu’na. Köroğlu yediği darbelerle dereye, suya yuvarlanırken bir ürperti kaplamış yüreğini ve anlamış ki genç yiğit tepeleyecektir kendini…

Biçare aman dilemiş Kiziroğlu'ndan.

Bire yiğit. Biraz dur hele. Azıcık müsaade et, karımla, kızanımla helalleşeyim, demiş.

Kiziroğlu’nun süreli müsaadesi ile evine doğru giderken merakla geriye dönmüş…

Yiğit adını nedir? demiş.

Mustafa… Kiziroğlu Mustafa Beyim, demiş gururlanarak...

Köroğlu, akıbetini düşüne düşüne evine vardığında, karısı Nigar bazı şeylerin ters gittiği anlamış ve ne olduğunu sormuş Köroğlu'na. Köroğlu utanmış, anlatamamış başından geçenleri almış sazı eline başlamış söylemeye:

“Bir fendinen geldi geçti, peh peh peh; Hışmı dağı deldi geçti hey hey hey; Ağam kim paşam kim Nigâr kim hanım kim; Kiziroğlu Mustafa Bey, Bir beyin oğlu, Zor Beyin oğlu.”

İKİ YİĞİDİN KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ

Kaçmasın diye hasmını evine kadar takip eden Kiziroğlu, Köroğlu’nun karısına söylediklerinin hepsini duymuş, duygulanmış ve sonra kendinden utanmış. Köroğlu’nun canını bağışlamış, boynuna sarılıp helallik dilemiş. İki yiğit, birbirlerinin zalim olmadıklarını anlamış ve dost olmuşlar. Köroğlu, “Ben artık bu diyarlardan gideyim Mustafa Bey, buralarda senin gibi mert bir yiğit gardaşım var” demiş ve üç gün içerisinde köyü terk etmiş, batıya yönelmiş. O günden sonra Kiziroğlu’nun namı bir kat daha artmış. Yiğitliği, adaleti ve civanmertliği dillere destan olmuş. Ölümünden sonra da bu köye “Kiziroğlu” adı verilmiş. Şimdi Kısır Dağı eteklerindeki Kiziroğlu köyü, onun hatırasını yaşatmaktadır.

YÜCEL PAŞMAKÇI MEŞHUR ETTİ

Bir hışmınan geldi geçti (peh peh peh peh)

Kiziroğlu Mustafa Bey (hey hey hey)

Bu dağları deldi geçti

Bağlantı:

Ağam kim, paşam kim

Nigar kim, gözüm kim

Hanım kim, canım kim kim kim

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Beyin oğlu, zor Beyin oğlu

Vay ben ona eş olaydım (Peh, peh, peh)

Anadan on beş olaydım (Hey, hey, hey)

Keşke onla kardaş olaydım

Bağlantı

Bir atı var ala paça (peh peh peh peh)

Mecel vermez, kırat kaça (hey hey hey)

Az kaldı ortamdan biçe

Bağlantı

Hay edende haya teper (peh peh peh peh)

Huy edende huya teper (hey hey hey)

Köroğlu’nu çaya teper

Bağlantı

Hışım: Öfke

Ala paça: Ayakları sekili (Beyaz)

Mecel: Mecal, Güç, derman, takat

Yöresi: Kars

Kaynak Kişi: Aşık Murat Çobanoğlu

Derleyen: TRT Müzik Dai. Bşk. THM. MD.

Notaya Alan: Yücel Paşmakçı

Makamsal Dizi: Hüseyni

Konusu-Türü: Yiğitlik-Kahramanlık

Ses Genişliği: 8

AŞIK MURAT ÇOBANOĞLU

Sesini karekodundan dinlediğiniz, bu güzel yiğitlik, gardaşlık türküsünü dilden dile, gönülden gönüle ulaştıran Karslı yiğit aşığa…

1940 yılında Kars'ta doğdu. İlk bağlama derslerini Çıldırlı Şenlik'in çırağı olan babası yörenin usta âşıklarından Gülistan Çobanoğlu'ndan aldı. 14 yaşlarında türkü söylemeye başladı.

1966 yılından başlayarak sürekli olarak Konya Âşıklar Bayramına katıldı. Birçok kez (çeşitli dallarda) birincilik ödülleri aldı. Âşıklık geleneğinin bir parçası olan türkülü hikayeler anlatma konusunda da başarılı örnekler veren Çobanoğlu, kendi türkülerinin yanı sıra ustaların türkülerini de genç kuşaklara aktardı. Türkiye'nin her yerinde bilinen, tanınan Çobanoğlu yıllarca radyo programları yaptı. Halk edebiyatı ve âşıklık geleneği üzerine çeşitli seminerler verdi. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı.

Türkiye dışında, Avrupa'dan İran'a dek birçok ülkede konserler verdi, yarışmalara katıldı. 1971 yılında Kars'ta açtığı, (usta-çırak ilişkisine dayalı, âşıklık geleneğinin sürdürülmesine katkısı bakımından) bir okul niteliğinde olan Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesi yörenin âşıklar merkezine dönüştü.

Onlarca plak ve kaset dolduran Çobanoğlu'nun 2 adet de altın plağı bulunmaktadır.

28 Mart 2005' de Ankara'da vefat etti.

Halk müziğine ve Aşıklık geleneğine katkılarıyla bugün de hatıraları yaşayan değerli ozanımızı saygı ve minnetle anıyoruz…

Gelecek hafta: “Aman Eşref, Canım Eşref”
Sonraki Haber