Yunanistan, İyon Denizi'nde karasularını 12 mile çıkardı

Yunanistan'da, İyon Denizi'nde karasularının 6 milden 12 mile çıkarılmasıyla ilgili kararname, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, ülkenin batısında yer alan İyon Denizi'nde, Arnavutluk yakınlarındaki İyon Adaları'ndan Mora Yarımadası'nın güney ucunda yer alan Tenaro Burnu'na kadar olan deniz bölgesinde, körfezlerin kapatılması ve düz ana hatların çizilmesiyle ilgili kararnamenin yürürlüğe girdiği ifade edildi.

Söz konusu kararnamenin, Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin uygulanması kapsamında yayımlandığı vurgulanan açıklamada, “Yunanistan'ın bu hareketinin İyon Denizi'nde karasularını genişletmesi süreci için bir hak ve gerekli bir adım oluşturduğu” iddia edildi.

Bakanlık açıklamasında, kararnamede Yunanistan'ın, benzer haklarını ülkenin diğer bölgelerinde de uygulama hakkını mahfuz tuttuğunun kaydedildiği belirtildi.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, bir süre önce Parlamento'da yaptığı konuşmada, Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)'nin 3'üncü maddesince İyon Denizi'nde egemenlik hakları olduğunu savunarak, ülkesinin karasularını 6 deniz milinden 12 deniz miline çıkarmayı planladığını, karasularını genişletme hakkını gelecekte diğer deniz alanları için de kullanabileceğini iddia etmişti.

Peki karasularında 12 mil uygulaması, gerçekten Deniz Hukuku'nda bir zorunluluk mu?

YUNANİSTAN'IN İDDİASI

BMDHS’nin 3. maddesinde, karasularının “azami genişliği” 12 mil olarak belirlenmiş. Adaların deniz alanlarına sahip olması meselesi ise 121. maddede düzenlenmiş. Sözleşme'nin 121/2 maddesinde “3. paragraf hükümleri saklı kalmak üzere, bir adanın karasularının, bitişik bölgesinin, Münhasır Ekonomik Bölgesi'nin ve kıta sahanlığının sınırlandırılması, işbu Sözleşme'nin diğer kara parçalarına uygulanabilir hükümlerine uygun olarak yapılır” deniliyor. İşte Yunanistan bu iki maddeye dayanarak, kara ülkesinde uygulayabileceği azami 12 mil karasuyunun, her bir adası için de geçerli olacağını savunuyor. Bunun yanında sözde tezini kuvvetlendirmek için bir “Adalar Devleti” olduğunu iddia ederek, tüm adalarının tam etkiye sahip olduğunu, bunların arasında kalan suyun da Yunanistan'ın iç suyu olduğunu savunuyor. Özetle Lozan'da Türkiye'ye bırakılan 3 mil dışında geri kalan tüm adalar ile suyun kendisine ait olduğunu ileri sürüyor.

TÜRKİYE'NİN DAYANAĞI

Her şeyden önce Yunanistan, bir “Adalar Devleti” değil. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 46. maddesi; “adaların tam yetkiye sahip olabilmesi için ülkenin arşipellerden oluşması” şartını koşuyor. Yani bir ülkenin “Archipelago State” olabilmesi için tamamen yada büyük ölçüde adalardan müteşekkil olması gerekiyor. Fakat Yunanistan'ın yüzölçümünün sadece yüzde 17'si ada, adacık ve kayalıklardan oluşuyor. Bunların pek çoğunda bir ekonomik hayat ve yerleşik halk bulunmuyor. Bu bakımdan esas hatların çiziminde referansın anakara olması gerekiyor.

İkinci olarak BMDHS'nin 3. maddesinde, “Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşme'ye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez” deniliyor. Fakat hem örf adet hukukuna hem de Hakem Mahkemesi kararlarına göre bunun her durumda uygulanabilecek genel ve tekdüze bir kural olmadığı ortaya çıkıyor. Başka bir ifadeyle 3. madde, karasularının 12 mil olduğunu değil, coğrafi ve hukuki açıdan mümkünse 12 mile kadar çıkarılabileceğini beyan ediyor. Nitekim Türkiye BMDHS’ne taraf olmadığı için 3. maddeden kaynaklanan ahdi bir yükümlülüğü de bulunmuyor. Adalar Denizi'nin özel durumu göz önüne alındığında, buradaki deniz sınırlandırmalarının karşılıklı bir andlaşma ile yapılmasının zorunluluğu görülüyor. Sözleşme'nin 15. maddesi ve örf ve adet hukuku da, karasuları sınırlandırmasında özel durumların varlığı halinde, adalara diğer kara ülkelerinden daha az etki tanımanın yada hiç etki tanımamanın mümkün olduğunu belirtiyor.

Yine III. Deniz Hukuku Konferası’nda, 121. madde taslağına ilişkin açıklamalardan anlaşıldığı üzere, adaların karasularının kara ülkelerine dair diğer hükümlere göre değerlendirilmesi şartının, sınırlandırma problemlerinin olmadığı alanlara yönelik olarak belirlendiği ve bu konuda genel bir kural koyma amacı taşıdığı görülüyor. Dolayısıyla karasuları sınırlandırması söz konusu olduğunda, Sözleşme’nin 15. maddesine göre bir değerlendirme yapmak suretiyle, özel durumlar söz konusu ise, adalara, ana karalara göre sınırlı etki tanınması ya da hiç etki tanınmaması mümkün.

DEVLET UYGULAMALARI VE KARARLAR

Devletler arası uygulamada, karasuları sınırlandırmasında adalara hiç etki tanınmayan ya da sınırlı etki tanınan çok sayıda örnek de mevcut. Hepsinden önce Yunanistan'ın son dönemde İtalya ve Mısır ile yaptığı anlaşmalarda bile adalarının tam etki alamadığı görülüyor. Burada adalar değerlendirilirken Amiral Cihat Yaycı'nın saptadığı şu kıstaslara dikkat etmek gerekiyor:

  • Adaların ortay hattın hangi tarafında kaldığı,
  • Ana karadan ne kadar uzak olduğu,
  • Büyüklüğü, ekonomik hayatı, modernizasyondan önceki hali,
  • Kıyıdaş devletin su yollarını kapatıp kapatmadığı,
  • Kıyı uzunluğundaki oransallık ve hakkaniyet ilkesi.

Bu temel yaklaşımların yanında bazı kararlarda ortay hattın doğru tarafında kalan adalara dahi hiçbir deniz alanı verilmediği görülüyor. Örneğin Çin ve Hong Kong İngiliz İdaresi arasında 1899 yılında yapılan sınırlandırma anlaşmasında, İngiliz egemenliğinde bulunan ancak Çin kıyılarına çok yakın olan Lan Tao Adası’na; Danimarka ile İsveç arasında 1930 yılında imzalanan andlaşmada Ven Adası’na doğru tarafta olmalarına rağmen deniz alanı tanınmamış. Bahreyn ile Katar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin kararda ise Bahreyn’e ait olan Qit’at Jaradah Adası, yüzölçümü bakımından küçük ve insanların yaşamasına elverişsiz bir yapıda olan “önemsiz bir deniz unsuru” olarak tanımlanmış ve ihmal edilmiş. Bunlara benzer onlarca karar mevcutken, Yunanistan'ın Adalet Divanı'ndan hukuken elde edeceği bir damla suyu bulunmuyor.

NEDEN 12 MİLE KARŞIYIZ?

Türkiye'nin Karadeniz ve Akdeniz'de karasuyu 12 mil olarak belirlenmiş. Fakat Adalar Denizi'nde 6 milin üzerindeki bir uygulamanın “Casus Belli”, yani savaş nedeni olacağı 1995 yılında TBMM'de alınan kararla dünyaya ilan edilmiş. Bunun çok temel bir sebebi bulunuyor: 3 bine yakın ada, adacık ve kayalığın bulunduğu Adalar Denizi'nde 12 mil uygulaması, bölgedeki tüm serbest geçiş alanlarını kapatarak Türkiye'yi Marmara'ya hapsediyor. Yunan karasuyuna uğramadan Akdeniz'e açılmanın mümkün olmadığı böyle bir uygulamada, Adalar Denizi'ndeki şuan yüzde 49 olan açık deniz alanı yüzde 20'nin altına düşüyor.

Yunanistan her ne kadar karasularında Zararsız Geçiş Rejimi uygulanacağını iddia etse de, konu bununla da sınırlı değil. Her şeyden önce Türkiye'nin ab initio (başlangıçtan) ve ibso facto (kendiliğinden) hakkı olan kıtasahanlığı alanında Yunan iç hukuku geçerli olacak ki, böyle bir rejimin uygulanmasının da kabul edilemeyeceği belirtiliyor.

Daha öz bir ifadeyle; açık deniz alanları üzerindeki uluslararası hava sahasından bütün devletlerin tabiiyetindeki hava araçları serbestçe uçabilirken, karasuları üzerindeki hava sahası kıyı devletinin münhasır egemenliği altında ve hava sahasından zararsız geçiş hakkı bulunmuyor. Yine açık deniz alanlarında tüm devletlerin avlanma serbestisi varken, bu alanların bir devletin karasularına dönüşmesi halinde su tabakası üzerindeki tüm haklar da kıyı devletine geçiyor. Açık deniz alanlarında bütün devletlerin deniz altı kablo ve boru döşeme serbestisi mevcutken, karasularında kıyı devleti dışında diğer devletlerin böyle bir hakkı bulunmuyor. Ayrıca yabancı bir devletin karasularından geçen denizaltılar, su üstünden seyretmek zorunda ve kıyı devleti güvenliğini koruyabilmek için gerekli gördüğü hallerde zararsız geçiş hakkını askıya alabiliyor.

Dolayısıyla Adalar Denizi'nde 12 mil rejimi, Türkiye'nin egemenliğinin mutlak ihlalidir ve 1995 kararıyla savaş nedeni sayılmıştır.

Sonraki Haber