Yunanistan’ın açıkladığı ‘ihlaller’ olmayan bir ‘anlaşma’ya dayanıyor
Yunanistan, 2024 yılının ilk 7 ayında karasularında yaşanan ihlallerde, bir önceki yıla göre yüzde 38’lik artış yaşandığını duyurdu. Ancak Atina’nın kaydettiği bu sözde ihlaller, hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen bir belgeye dayanıyor
Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı, aylık olarak duyurduğu “Yunan karasuları ihlali” verilerini güncelledi. Son verilere göre 2024 yılının temmuz ayı içinde Yunan karasularında 365 ihlal yaşandı. Bu sayı Temmuz 2023’te 183 olarak kaydedilmişti. Güncellenen tabloya göre 2024 yılının ilk 7 ayındaki toplam ihlal sayısı da 1255’e ulaştı. Bu sayı ise 2023’ün toplamında 1642 olarak açıklanmıştı.
Yunan basını, 2024’ün ilk 7 ayında Yunan karasularında yaşanan ihlallerin, bir önceki yılın ilk 7 ayına göre yüzde 38 oranında arttığını yazdı.
Pentapostagma gazetesi, “Ege’de ‘sakin sular’ yok!” başlıklı haberinde, söz konusu ihlaller konusunda Türk Donanması’nı suçladı.
“Geçen yıl aynı dönemde Türk Sahil Güvenliği ve Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait gemiler 909 ihlal gerçekleştirirken, bu yıl sayı 1255'e ulaştı.” denilen haberde, bu faaliyetlerin Türkiye’nin Mavi Vatan Doktrini’nden vazgeçmediğini gösterdiği yazıldı. Gazete, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Yunan mevkiidaşı Miçotakis’in de ay sonunda New York’ta görüşeceğini hatırlatarak, Türkiye’nin “yayılmacı politikalarından” vazgeçmediğini ileri sürdü.
Haberde, Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias’ın geçen günlerde Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini “Osmanlıcılık fantezileri” olarak nitelediği de hatırlatılarak, Türkiye’yi uluslararası deniz hukukuna uymamakla suçladığı sözleri aktarıldı.
YALANDA ISRAR
Haberin dikkat çeken kısmı ise, Türkiye ile Yunanistan arasındaki bazı sınırları belirleyen antlaşmalara atıf yapılan bölüm oldu.
Meriç Nehri’nin ağzındaki deniz alanının 26 Kasım 1926 tarihli Atina Protokolü temelinde sınırlandırıldığı belirtilen haberde, “Sisam Adası'nın güneyinde, Oniki Ada ile Türkiye kıyıları arasındaki deniz sınırları da İtalya ile Türkiye arasındaki 4 Ocak 1932 tarihli anlaşma ve 28 Aralık 1932 tarihli protokol temelinde belirlenmiştir. Yunanistan, Oniki Ada'nın egemenliğini kendisine devreden 10 Şubat 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması'nın 14(1) maddesine dayanarak, bu anlaşmaların ilgili hükümlerine halef devlet olarak katılmıştır.” ifadelerine yer verildi.
Ancak bu iddia, temelden bir yanlışın ısrarlı tekrarından ibaretti. Çünkü, ne 28 Aralık 1932 tarihli belge herhangi bir zamanda yürürlüğe girdi, ne de 1947 Paris Antlaşması’nda 1932 anlaşmasına atıf yapıldı.
YUNAN TEZLERİ
Türk deniz hukukçularına göre, iki tarafın Ege Denizi'ndeki tezleri, başta Lozan Barış Antlaşması'nın 16. maddesinin farklı yorumlanması nedeniyle ayrışıyor.
Yunanistan, madde 16'nın Anadolu sahillerinden itibaren 3 milin dışında kalan (Md. 6/son ve 12/son c.) adalar için genel bir feragat hükmü olduğunu, bu nedenle İtalya ve Türkiye'ye bırakılan adaların sınırlayıcı şekilde sayıldığını, 4 Ocak 1932 antlaşması ve onun eki olduğunu ileri sürdüğü 28 Aralık 1932 tarihli belge ile Türkiye ile İtalya arasında sınırın çizilmiş olduğunu, bu sınırın İtalya'ya halef olması nedeniyle Yunanistan ile Türkiye arasında da geçerli olduğunu, dolayısıyla Lozan'da Türkiye'ye 3 mil içinde bırakılan adalar dışındaki tüm adaların kendisine ait olduğunu iddia ediyor.
Buna ilaveten 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nin 3. maddesinde karasularının azami genişliğinin 12 mil olarak belirlendiğini, adaların deniz alanlarının ise 121. maddede ayrıca düzenlendiğini, bu iki maddeye dayanarak adalarına kara ülkesindeki gibi düzenlemeler yapabileceğini, hava sahasını da paralel olarak belirleyebileceğini, yani her adasının 12 mil deniz ve hava sahasına sahip olması gerektiğini ileri sürüyor.
TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI
Türkiye ise hem örf adet hukukuna hem de hakem mahkemesi kararlarına göre 12 mil ifadesinin her durumda uygulanabilecek genel ve tekdüze bir kural olmadığını belirtiyor. Uzmanlara göre 3. madde, karasularının 12 mil olduğunu değil, coğrafi ve hukuki açıdan mümkünse 12 mile kadar çıkarılabileceğini beyan ediyor.
Nitekim Türkiye, 1982 Sözleşmesi’ne taraf olmadığı için de 3. maddeden kaynaklanan ahdi bir yükümlülüğü bulunmuyor. Ege Denizi'nin 3 bin ada, adacık ve kayalıktan müteşekkil özel durumu göz önüne alındığında, buradaki deniz sınırlandırmalarının karşılıklı bir anlaşma ile yapılmasının zorunluluğu görülüyor.
Sözleşme'nin 15. maddesi ve örf ve adet hukuku da, karasuları sınırlandırmasında özel durumların varlığı halinde, adalara diğer kara ülkelerinden daha az etki tanımanın ya da hiç etki tanımamanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Lozan Antlaşması’nın 16. maddesine ilişkin ise Türkiye; bunun toptan bir feragat hükmü olmadığını, 3 mil ilkesinin de bu mesafe dışındaki adalar üzerindeki haklarını sona erdirmediğini, bu nedenle İtalya ve Yunanistan'a devredilen adaların madde 12 ve 15'te sınırlayıcı bir şekilde sayıldığını, 28 Aralık 1932 belgesinin hiçbir zaman geçerli bir uluslararası antlaşma haline dönüşmediğini, uluslararası mahkeme kararlarında da işaret edildiği gibi Yunan uygulamalarının uluslararası antlaşmalarla tespit edilmiş sınırları değiştiremeyeceğini belirtiyor.
Yani neresinden bakarsanız bakın Yunanistan, uluslararası hukukun tüm normlarını ihlal etmesine rağmen, Türkiye’yi “yayılmacılıkla” suçlamaya devam ediyor.